Selçuk Özdağ İle Özel Röportaj: 'Cumhuriyetin Şehir ve Mimarî Tefrikası - 3'

Selçuk Özdağ İle Özel Röportaj:

Doç. Dr. Selçuk Özdağ ile şehircilik anlayışımızın köklerine inerek keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Özdağ, şehircilik ve mimariye olan ilgisi ve bilgisiyle Türklerin fethettikleri yerleri kültürleriyle nasıl bayındır hale geti

ENPOLITIK: Arazi kullanimi sehrin mimarî olarak yerlesimini, mekân taksimini ifade ediyor. Ayrica belde hizmetlerinin yürütülmesi var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

SELÇUK ÖZDAG: Evet, dogru. Arazi kullanimindan sonra belde hizmetlerinin üretilmesi ve sunulmasina sira geliyor.

Bu asamada, ilk olarak idarî birimler, ikinci olarak kadilik makami, üçüncü olarak vakiflar var. Mahallî hizmetlerin karsilanmasi için Kadilarin çok önemli görev ve yetkileri var. Bunun için Ilber Ortayli Hoca’nin “Osmanli Devletinde Kadi” isimli kitabi okunabilir.

Ayrica Vakiflar var tabii. Belde hizmetleri için Vakiflar da çok önemli görevler deruhde ediyorlar (görev üstleniyorlar). 

“Vakif” kelimesi, sözlüklerde “durdurmak, mal yigilmasini durdurmak” seklinde tarif edilmistir.

Vakif, belirli bir tasinmazin (arsa, arazi vs.), akli melekeleri yerinde bir kisi tarafindan, herhangi bir süreyle bagli olmaksizin (süresiz), bir amaç için tahsis edilmesidir.

Belirli bir amaci gerçeklestirmek için ayrilan tasinmaz mala “vakif”; bu tahsis etme islemine de “vakfetme” denir.

Vakfedilen tasinmaz, usulüne uygun olarak ilan edilir ve ilgili mahkemede hâkim tarafindan kayit ve tescil islemi yapilir. Bu kayit ve tescil isleminden sonra vakif, tüzel kisilik kazanir.

Her vakif için bir senet (yazili belge) hazirlanir. Vakfin adi, hangi amaçlari gerçeklestirmek için kuruldugu, vakfedilen tasinmaz malin yeri, özellikleri, sinirlari, vakfin gelirleri ve gelirlerin nasil harcanacagi bu belgeye yazilir.

“Vakfiye” olarak da adlandirilan bu belgelerde, ayrica, vakfin mütevelli heyetinin kimlerden olusacagi ve tescil tarihi de kaydedilir.

Eski vakiflarimizin kurucu belgeleri (vakif senetleri) incelendiginde, vakfin sartlarini degistirip bozanlar veya belgelerde yazili sartlari yerine getirmeyenler için beddualarin da yer aldigi görülür.

Bu sebeple, vakif senetlerinde yer alan hükümler büyük önem tasimaktadir.

Vakif mallari devredilemez, miras birakilamaz, satilamaz ve vakif senedindeki amaçlar disinda kullanilamaz.

Türk tarihinde vakif kuruluslarinin ilk nüveleri, Eski Türk toplumlarinda görülebilir. Islamiyet’ten önce de vakif kuruluslarinin ilk uygulamalarinin var oldugu bilinmektedir.

Uygurlar döneminde, -Turfan vesikalarinda- bir Han tarafindan Uygur Tip Medresesine bir arazi ve bag vakfolundugu yapilan arastirmalar sonucunda gün isigina çikarilmistir.

Türklerdeki ülüs, basak, yagmali toy, sölen ve as verme gibi törenler, beyler arasinda, bir taraftan siyasî hesaplara hizmet ederken, diger taraftan da toplumdaki sayginligin korunmasi ve sosyal yardimlasmanin güçlendirilmesini amaç edinmistir.

Türk’ün soyluluga yükselmesi, mal yagmalatma veya sölen verme yarisiyla kazanilirdi. Hangi Bey, en görkemli ziyafeti verir; en çok mal yagmalatirsa, o Bey, diger Beylere göre daha üstün bir itibar ve seref elde ederdi.

Kirk gün kirk gece dügün ziyafeti, kirk fakiri üç ögün doyurma gibi adetler, eski Türk toplumlarinin günümüze kadar uzanan törelerinin birer nisanesi olsa gerektir.

Sosyal güvenlik ve sosyal yardim sistemi, Bati’da ancak 20. yüzyilin basinda kurulmaya baslamisken, asirlar önce Türk toplumlarinda gelir ve serveti yeniden dagitan ve bu vesileyle esitsizlikleri ortadan kaldiran birtakim geleneklerin olmasi dikkat çekicidir.

Selçuklu devrinde insa edilen yüzlerce camii, mektep, medrese, han, hamam, sadirvan, kütüphane, bimarhane (hastane), ashane, mesruta (külliyede görevli kisilerin evleri) ve daha niceleri bu vakif ruhunun tecessüm etmis, yapilara dönüsmüs halleridir.

Dikkat edilecek olursa, vakif ruhuyla cisimlesen bu yapilar, yani vakfedilen her sey, kisilerin özel mülkiyetinden çikarak, toplumun mülkiyetine geçmekte ve vakif, toplumun tamamina mal edilerek sosyal bir kurulus halini almaktadir.

Selçuklu devrinin vakiflari hakkindaki bir arastirmada arastirmacinin konu hakkindaki tespiti söyledir: Iktisadi ve kültürel bakimdan çok ileri bir durum arz eden Selçuklu Türkiye’sinde tababet (tip ilmi) o derece ehemmiyet kazanmisti ki, hemen her sehir ve kasabadaki hastanelerde tedavi meccanen (ücretsiz) olup, her birinin büyük vakiflari vardi.

Sunu da ilave etmek gerekir ki; Selçuklularda, çok sayidaki vakfin idaresinin düzenli bir sekilde yürütülmesini saglamak için bir Evkaf Nezareti yani Vakiflar Bakanligi bile kurulmustu.

Osmanli Devleti’nde, halkin ihtiyaci olan egitim, saglik, bayindirlik ve sâir sosyal hizmetlerinin yürütülmesini vakiflar üstlenmisti.

Selçuklularda oldugu gibi, Osmanlilarda da vakif kuruluslarinin kökleri, eski Türk geleneklerine uzanmaktadir.

Imparatorluk devrindeki dis kirasi uygulamasi, aslinda eski bir Türk gelenegi olan yagmali toyun Osmanli kültürü içinde aldigi yeni sekilden baska bir sey degildir.

Osmanli döneminde, vakfetme ve vakiflasma o kadar yayginlasmistir ki, 1500’lü yillarin basinda Osmanli topraklarinin beste biri vakif topragi haline dönüsmüstür.

Sadece 1700 - 1800 yillari arasinda, yaklasik 6.000 adet vakif kurulmustur.

Her dönem yeni bir ruh ile gelisen vakif kuruluslari sebebiyledir ki, 16. yüzyil Osmanli devri için “vakif cenneti yüzyili” tabiri uygun görülmüstür.

Vakiflar, Osmanli toplumunda dinî hizmetlerden çok; bayindirlik, sehircilik hizmetleri, sosyal faaliyetler ve kültür miraslarinin korunmasi gibi kamu hizmetlerini yerine getirmislerdir.

Vakiflar, toplumun her yönden sürekli olarak yenilenmesini saglamis, yardimlasma ve dayanisma duygusunu güçlendirmis, bugün bizim “empati” dedigimiz essiz bir digerkâmlik numunesi vücuda getirmislerdir.

Vakiflarin özellikleri; iktisadî, sosyal, kültürel ve medenî münasebetler bakimindan her biri birer tarihi vesika olan vakif senetlerinin içerigi incelenecek olursa, açik bir sekilde görülecektir.

Asir Efendizâde Mustafa Kamil Efendi, kudretli bir sahsiyet ve parlak bir beyin. Bir Osmanli kadisi Kadilik yapiyor, 1917 senesinde vefat ediyor.

Mustafa Kamil Efendi “Evkaf Nedir?” isimli eserine söyle basliyor:

“Efsanevi telakkilere maruz kalan Evkafin vatanin belkemigi mesabesinde bir müdafa-i milliye teskilati oldugunu ve memleketi bu suretle Türklestirdigimizi vatanla alaka iddia eden herkesin bilmesi farzdir. ... Ecdad-i izamimiza zapt ettikleri memleketlerin sehirlerin emval ve emlakinin Türklestirilmesi vakif sayesinde mümkün olmustur?”

Mustafa Kamil Efendi, Vakiflar için diyor ki:

“Vakiflar, vatanin belkemigi mesabesinde bir müdafaa-i milliye teskilatidir.”

Muhtesem bir tarif öyle degil mi? Vatanin belkemigi…

Genel olarak, sehrin bütününü ilgilendiren her türlü hizmet, cami, okul, kitaplik, hastane, han, çesmeler, sebiller, imaretler, su getirme, bu tesislerin bakimi, hatta bazen mezarliklar, vakif kanaliyla yapilmistir.

Bu yüzden Osmanli toplumunda, vakfa dinî bir müessese olmaktan çok, beledî bir müessese olarak bakmak gerekir.

Cumhuriyet döneminde ise vakiflar; egitim, saglik, bayindirlik, sehircilik gibi alanlardaki faaliyetlerine devam etmislerdir.

1826 yilinda kurulan Evkaf-i Hümayun Nezareti? 1920’ye kadar vakiflarin idaresinden sorumlu olmus, 1920’de ayni görevi ifa etmek için Ser’iye ve Evkaf Vekâleti kurulmustur.

Ser’iye ve Evkaf Vekâleti’nin 1924 yilinda kaldirilmasi üzerine Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi (Vakiflar Genel Müdürlügü) kurulmustur.

-Devami Gelecek-