CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kararının iptali için Danıştay’da açılan ikinci davada taraf olarak söz alarak “Bir kız babası olarak, Cumhuriyeti kurmuş bir siyasi partinin sözcüsü olarak ve erkeklerin işlediği her bir cinayetten hemcinslerim adına utanç duyarak, yaşanan her şiddet vakasından utanç duyarak, sadece bir erkek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hepimiz adına sizlerin sırtındaki bu sorumluluğu ve elinizdeki yetkiyi kamu adına, kadınlar adına, gelecek nesiller adına hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekte yaşayabileceği pek çok uluslararası sorun ve keyfi kararın her birimizin ortak geleceğine verebileceği zararı da düşünerek karara bağlayacağınızı ümit ediyorum.”” dedi. CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka ise mahkeme heyetine “Vereceğiniz karar 42 milyon kadın ve 42 milyon erkeğin özgürce yaşayabilmesi ile tek adamın belirlediği kurallar içinde yaşamasını belirlediği bir karardır” diye seslendi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali için Danıştay’da açılan ikinci davanın duruşması bugün yapılıyor. Danıştay 10. Dairesi, kararın iptali için dava açan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Kadınlar ve Çocuklar Derneği, SOL Parti, Yargıçlar Sendikası, Malatya, Zonguldak, Çanakkale, Kars, Artvin, Denizli, Kırklareli, Tokat, Aksaray ve Şırnak barolarının başvurularını görüşüyor.
CHP Grup Başkanvekil Özgür Özel, tarafı olduğu davaya ilişkin şu beyanlarda bulundu:
“Burada bulunmamın sebebi dava açmış olmam. Bu davayı iki sebeple açtım. Birincisi bu mesele sadece kadın meselesi değil. Son derece kritik bir mesele. Çünkü Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı arasında Anayasal güvence altında olan kuvvetler ayrılığı fiilen ayaklar altına alınmış durumda. Anayasamızda ve İçtüzüğümüzde birçok şey yasak olmasına rağmen yapıldığında bir müeyyidesi olmadığı için ve organlar arasında bir çelişki, yetki gaspı yaşandığında bir organ mahkemesi niteliğinde yüksek mahkeme bulunup da bu işe müdahale imkanı olmadığı için çoğunlukla rejime kasteden Anayasa değişikliğinin fiilen hayata geçtiği 24 Haziran 2018 tarihinden sonra bu tip yaşanan durumlarda, yani Anayasa’nın tarif ettiği yasama, yürütme ve Cumhurbaşkanına verilmiş kararname yetkisi, Cumhurbaşkanı’nın kararları ve bunların gri alanları konusunda sürekli Meclis’in aleyhine adımlar atılıyor. Nereye gideceğiz? Git derdini Marco Paşa’ya anlat. Demokrasilerde Marco Paşa olmaz.
Bu tarihi sorumluluğunuzu talep etmek üzere karşınızdayım. Anayasa’nın 104. maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgili Cumhurbaşkanı’na herhangi bir kararname yetkisi tanımamaktadır. Hatta bunun olmadığını tarif etmektedir. Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin birinci fıkrası açıkça uluslararası anlaşmaların Meclis tarafından yürürlüğe konulabileceğini tarif etmektedir ve nokta ile bitmektedir. Bunun yanında başka bir ibare yoktur. Başka diğer fıkralar o anlamı güçlendiren fıkralardır. Örneğin beşinci fıkra derki ‘Usulüne göre Meclis tarafından yürürlüğe sokulmuş, konmuş, onaylanmış uluslararası anlaşma bir kanun ile çelişirse uluslararası anlaşma daha üstedir’ der. Anayasa’nın 104’üncü maddesi ve diğer maddeleri Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, Cumhurbaşkanı kararlarının kanunları değiştiremeyeceğini söylerken bir sabah okuduğunuz Resmi Gazete’de ‘Ben bu kanunu yürürlükten kaldırdım’ demesi akılla mantıkla demokrasi ile bunca yıllık kazanımlarımızla çelişmektedir.
“BEKA SORUNUNA İŞARET EDER”
Gün gelir Cumhurbaşkanları değişir. Ama bu yol açık olursa yürütme yetkisini tek başına eline almış kişilerin Meclis’in kararını tanımadığını ve Anayasa’yı değiştirecek güçte, tam mutabakatla, 600 milletvekilinin birlikte vermiş olduğu kararlara tek başına karşı çıkma, bunları yürürlükten kaldırma yetkisini kimseye veremeyiz. Uluslararası anlaşmaların öyleleri mevcuttur ki beka sorunu, beka sorunu diyorlar, bazı uluslararası anlaşmaların tartışmaya açılması beka sorununa işaret eder. O yüzden yüce mahkemenin burada vereceği karar sadece İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin bir karar değildir. İstanbul Sözleşmesi özelinde de son derece kritik bir süreçle karşı karşıyayız.
Siyasetin sıcak tartışması, ‘Hiç mi iyi bir şey yapmıyorlar’. Elbette iyi şeyler yapmışlardır. En iyisi nedir, bir tane nazar boncuğun var, nereye takın derseniz coğrafi ev sahipliği yaptığımız, ilk imza sahibi olduğumuz, yürürlüğe girdikten sonra ikincil, üçüncül mevzuat çalışmalarının ağır aksak da olsa ilerlemekte olduğu ve rakamlara baktığımızda bir şekilde sonuç veren, bu topraklarda kadın cinayetlerini sıfırlayamamış ama hiç şüphesiz azaltmış olan bir anlaşmanın ortadan kalkması sürecindeyiz. Burada verilecek kararın şöyle önemi var.
“SÖZLEŞMENİN FESHİ ÖNCESİ VE SONRASI”
Bu ülkenin İçişleri Bakanı hep şöyle bir yöntem yaptı. Diyor ki ‘Yürürlükten kalktığı tarihten itibaren bugüne bakalım, bir de o kadar geriye bakalım’. Tam bugün İçişleri Bakanı’nın bu hesaplama yöntemine baktığınızda 11 ay öncesinde 415 kadın cinayeti yaşanmışken, 1 Temmuz 2021’den bugüne geçen tam 11 ayda 495 cinayet yaşanmış. 415 de, 41 de 4 de çok. Ama kalktığı tarihten bugüne 80 kadın cinayeti daha fazla yaşanmış. O yüzden evrak üzerinden yapılan değerlendirmelerde yürütmeyi durdurma talebinin kabul edilmemiş olmasını da mahkeme açısından bu rakamlara sahip olunduktan sonra düşünülmesi, sorumluluk hissedilmesi gereken bir durum olarak değerlendiriyorum. Ayrıca şu anda sadece İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı bilgisinin kolluk kuvvetleri, yargı görevi yapanlarda ve bu konuda karar vericilerin nezdinde yarattığı etkidir bu 80 cinayet.
“TARİHİ GÖREVİ SIRTINIZDA HİSSEDİYOR OLDUĞUNUZA EMİNİM”
Hepimiz biliyoruz ki esas mesele iktidar tarafından sürekli vurgusunun yapıldığı esas yasal düzenlemelerde değişiklikler yapılmaya devam edilecek. Denilecek ki ‘Evet İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmakta haklıydık, şimdi İstanbul Sözleşmesi’nin bize dayattığı kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik yasal düzenlemeler, onların yaptırımlarından vazgeçelim’. İşte o zaman esas kıyamet kopacak. İşte o zaman var olmamış, doğmamış kız çocukları, evlatları düşünme vaktidir. Bunu sadece kendiniz için değil hepimizin çocukları adına yapmak durumundasınız. O durumdayız ki bugün sizin sırtınızdaki yükümlülük, benim bir parlamenter olarak çaresizliğim ortadadır. Ama bir yolunu bulacağız. Ama sizin sırtınızdaki yükümlülük, benim gibi mücadele edemeyecek, derdini ifade edemeyecek, belki kendini ifade edecek o dili bilmeyen kadınların, belki de gerçekten dilsiz kadınların, belki hiç böyle bir hakkı olduğunu bilmeyen kadınların hakkını savunmak gibi bir onur ve bir tarihi görevi sırtınızda hissediyor olduğunuzdan eminim.
“HEPİMİZİN ORTAK GELECEĞİNE VERECEĞİ ZARARI DÜŞÜNEREK KARAR VERECEĞİNİZİ ÜMİT EDİYORUM”
Bir kız babası olarak, Cumhuriyeti kurmuş bir siyasi partinin sözcüsü olarak ve erkeklerin işlediği her bir cinayetten hemcinslerim adına utanç duyarak, yaşanan her şiddet vakasından utanç duyarak, sadece bir erkek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hepimiz adına sizlerin sırtındaki bu sorumluluğu ve elinizdeki yetkiyi kamu adına, kadınlar adına, gelecek nesiller adına hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekte yaşayabileceği pek çok uluslararası sorun ve keyfi kararın her birimizin ortak geleceğine verebileceği zararı da düşünerek karara bağlayacağınızı ümit ediyorum.”
“YAŞAM HAKKINI TEHDİT EDEN SÜRECİN İÇİNDEYİZ”
CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka ise Özel’in ardından mahkeme heyetine İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından kadınların güvenliksiz ve güvencesiz bırakıldığını kaydederek, “Buradaki arkadaşlarıma sorsam, yolda yürürken arkanızda ayak sesi duyduğunuzda tedirgin olmayan var mı ki? Herhalde bir kişi bile elini kaldırmaz. Aynı kısıtlama insanca yaşayan erkekler için de geçerli. Az önce grup başkanvekilimiz işlenen cinayetlerden utanç duyduğunu söyledi. Ben de şu cümleyi insanca yaşayan erkeklerden duyuyorum: ‘Önümde bir kadın yürüyorsa ya karşı kaldırıma geçiyorum ya da önüne geçiyorum ki yürürken tedirgin olmasın’. İşte böylesine herkes açısından özgürlükleri kısıtlayan ama en önemlisi de kadınların temel hakkı olan yaşam hakkını tehdit eden bir sürecin içindeyiz” diye konuştu.
Örnekler vererek Türkiye’de kadına yönelik şiddetin sebeplerini anlatan Nazlıaka, “Vereceğiniz karar kadınların yaşam hakkını savunmak ile ölüm arasında bir karardır. Vereceğiniz karar hukukun üstünlüğü ile üstünlerin hukuku arasında bir karardır. Vereceğiniz karar 42 milyon kadın ve 42 milyon erkeğin özgürce yaşayabilmesi ile tek adamın belirlediği kurallar içinde yaşamasını belirlediği bir karardır” dedi.