AY: Müzik alaninda Dr.Ögr.Üy. veya Doç./Prof. kadrosuna geçis için mutlaka “müzik alaninda lisans mezunu” olmak gerekir. Diger alanlarda “bu sart” korunurken “Müzik ve Güzel Sanatlarda”, lisansi müzik olmayan arkadaslar –ki konumuz sahislarin basarisi/basarisizligi degildir- yabanci dilinde verilmesi ile Konservatuarlarda kadrolu Ögr.Üy. olmaktadir. O zaman da “müzik lisans mezunlarinin” önü kesilmektedir. Siz bu konuda ne düsünüyorsunuz?
DIZMEN: Bu müzigin kitap okuyarak yapilabilecegini sanan bir anlayisin meydana getirdigi sorun. Çalgi alaninda sadece lisans da yeterli degil elbette. Küçük yasta baslanmasi gereken bir modifikasyon sürecinden bahsediyoruz. Lisans çaginda baslanan bir egitime, çalgi icra etmeye, ne de bale yapmaya hizmet eder. Modifikasyonda en önemli unsur; kas ve kemik yapisinin gelisimini tamamlamamis olmasidir. Zira gelisim çaginda verilen sanat egitimi kas ve kemigin sanat dalinin gereklilikleri çerçevesinde sekillenmesinde sebep olacaktir. Bu da o enstrüman ya da bale sanati için modifiye bir vücut anlamina gelmektedir.
Yabanci dil konusunda gelince. Bu yetenek ve beceri isteyen süreci, Ingilizce (ÜDS) veya Ales ya da benzeri meslek alanin disinda sinavlarla örselemeye çalismak dogru degildir. Öte yandan lisans düzeyinde veya öncesinde ne kadar Iingilizce egitim veriliyor ki, akademiye geçiste bunun kat be kat zor olan sinavlarini kisiden bekliyorsunuz.Diger yandan mesela bir jeolog için az 80 puanlik bir yabanci dil bilgisine ihtiyaç varken, bir sanatçi için bu bilgi 40 ya da 50 puanlik olabilir. Sonuçta performans sanatçilari yaziyla degil performanslariyla kendilerini ispat ediyorlar. Degerlendirmeler mesleki ve uzmanlik alanlari ile sinirli olmalidir. Eger bir alanda basarili olmanin sarti yabanci dil bilmek ve yabanci yayinlardan faydalanabilmek ise zaten sizin bilimsel basarinizi buna borçlu olmus olursunuz. Bunu ayri bir sinav ile ölçmeye ne gerek var? Bir sanatçi için de aynisi geçerlidir. Bizler zaten kendi ortak terminolojisi olan bir meslegi yapiyoruz. Dünyanin neresine giderseniz gidin ortalama bir dil ile hayatimizi en verimli sekilde sürdürebiliriz. Önemli olan sanatsal basaridir.
AY: Ayni yanlis uygulama ÜAK Doç. jürilerinde “Egitim Bilimleri Fakültesi” Ögr.Üy.’nin Konservatuvar Doç. adaylarinin jürilerinde yer verilmesi ile yapiliyor. Ne dersiniz?
DIZMEN: Biliyorsunuz YÖKSIS diye bir sistem var. Akademisyenlerin ve ögrencilerin tüm akademik bilgilerin dijital ortamda saklandigi güncellendigi dijital bir veri tabani. Bu sistemde akademisyenler jüri üyesi olabilecekleri uzmanlik alanlarini, bu sistemden bagimsizca isaretliyorlar. Yani siz kendi uzmanlik alaninizi sisteme giriyorsunuz, sistemde sizi o alanla ilgili havuza koyuyor, bir sinav oldugunda bu havuzdan jüri üyesi olarak seçiliyorsunuz. Egitim bilimci kalkip güzel sanatlar müzik yorumculugu alanini seçtiginde, sistem buna mani olmuyor. Aslinda sistem burada dürüst davranacaginizi düsünerek (ve aslinda da öyle olmasi gerekiyor) size müdahale etmiyor. Mesela ben bir Viyolonselci olarak Hukuk alanini isaretleyebilirim. Bu benim bilecegim bir is. Ama bir akademisyen egitimini almadigi bir alandan jüri olmayi neden ister ben bunu anlamiyorum. Bu seçimi yapanlar, ya yapilan isi küçümsüyorlar, ya da gerçekten yapilan isin ne oldugu hakkinda gerçekten bir fikirleri yok.
AY: ÜAK “Yorumculuk” alaninda, adayin hangi çalgi ile sinava girecegi bilinmeden sinav jürisi ataniyor. Siz bu konuya da egilmissiniz…
DIZMEN: Yorumculuk yukarida da belirttigim gibi bir enstrümani degil, bütün enstrüman alanlarini kapsiyor. Doçentlik sinavina bir sanat dali için basvuruyorsaniz zaten sanatta yeterlik diplomasinda basvuru yaptiginiz enstrüman yaziyor. Genelde o enstrüman temelli jüriler olusturuluyor. Ama bu enstrümandan yeterli sayida jüri üyesi bulunmazsa, yorumculuk alanini kapsayan diger sanat dallarindan jüri üyeleri de davet edilebiliyor. Burada temel amaç enstrümandan çok yorumculuk vurgusu, sizin icra kaliteniz, enstrümani kullanis sekliniz, bestecinin stiline kendi yorumunuzu ekleme beceriniz. Artik Doçentlik mertebesine gelmis birinin, enstrümaniyla ilgili teknik seviye sinavi gibi bir sinava girmesi çok dogru olmaz. Bu sinavin asil amaci adayin bütünüyle müzigi nasil algiladigi ve eserleri stillerine uygun bir sekilde nasil yorumladigi. Bu nedenle “Yorumculuk” deniyor.
Ama maalesef bu sözlü/uygulamali sinavlar artik kalkti. Sadece dosya asamasinda degerlendirme yapiliyor. Performans alanlarinda icra zorunlulugunun mutlaka geri gelmesi gereklidir.
AY: Ülkemizdeki “Orkestralarinin” (Bakanlik veya Özel) yeterli düzeyde oldugunu düsünüyor musunuz?
DIZMEN: Bu çok kapsamli ve aslinda baska bir yazi konusu, ancak sunu söyleyebilirim ki günümüzde hem Devlet Orkestralari,Opera ve Baleler,Tiyatrolar, hem de özel topluluklar (tüm sanat dallari için) çok zor günlerden geçiyor. Uzun zamandir yapilan, bir isletme ögrencisi mezuniyet sinavi gibi; minimum bütçeyle maksimum verim uygulama.
Eksik kadrolar, yetersiz ödenekler, telif, bina sikintisi gibi saymakla bitmeyecek sorunlarla bogusuyorlar.
Öncelikle Hükümetlerin, Sanat kurumlarini Devlete masraf çikaran bir yapi olarak görmekten vaz geçmeleri gerekiyor. Sanat Kurumlari, Devletlerin tabelasidir. Bir dükkan düsünün, kapisinin üzerine tabela asiyorsunuz. O tabela için düzenli vergi ödüyorsunuz, aydinlatmasi için elektrik parasi ödüyorsunuz. Eger masraflar yönüyle bakarsaniz o tabela sadece dükkaniniz için gider kapisidir, ama insanlar o tabelayi gördükleri zaman dükkanimizi fark eder ve içeri girerler. Tabelanizin kalitesi ve gösterisi de mühimdir. Isikli göz alici bir tabela, elle saç üzerine yazilmis bir tabeladan çok daha etkili ve göz alici olacaktir. Sanat kurumlari da Devletler için aynen böyledir.Bir ülkenin Sanat Kurumlari ne kadar gelismisse ve taninirsa, o ülkelerinbilinirlikleri de sayginliklari da o derece artar.
Bunu anladigimiz ve içsellestirdigimiz gün, Devlete bagli olsun olmasin, tüm Sanat kurumlari hak ettigi yere gelecektir.
AY: Hükümetler Müzik ve Güzel Sanatlarin gücünün farkinda mi? Yeterli bir sekilde kullaniyor ve sanatçilarin özlük haklarini koruyup, iyilestirme yapiyorlar mi?
DIZMEN: Zaten hükümetler degil, Devletler bu gücün farkinda olmali. Çünkü Devlette devamlilik esastir. Bir Hükümet geldiginde Sanata özen gösterip, diger hükümet geldiginde Sanati geri plana atarsa, istikrarli ilerleme saglamamiz mümkün olamaz. Öncelikle Sanatin bütün kurumlariyla birlikte, Devlet politikasi haline getirilmesi lazim. Egitim de dahil olmak üzere, bütün Sanat Kurumlari planli bir es güdüm içerisinde hareket etmelidir.
Diger bir sorun olan, sanatçilarin maaslari ve özlük haklari konusunda ise yillardir en ufak bir girisim dahi yapilmiyor: Katsayi oranlari çok düsük ve bu emeklilik de çok düsük ücretlere mahkum olmalari anlamina geliyor.
Maaslarda da yillardan beri enflasyon farki disinda hiçbir zam veya iyilestirme yapilmadi. Dahasi emekli olan sanatçilarin kadrolari da Maliyeye iade ediliyor, Yani emekli olanlarin kadrolarina yeni Sanatçilar kazandirmak yerine,bosalan kadrolari iade ediyorlar,bu da gittikçe küçülmek anlamina geliyor.
Sanatçi kadrolarinin üzerleri çizilip, 4/b gibi geçici isçi kapsaminda, bir sanatçiya hiç yakismayacak bir kadro uyduruldu Hükümet.Bunu da hiç sikilmadan müjde olarak sunuyorlar maalesef.
En azindan simdiki Hükümetin, “Sanatin gücüne olan inanci” yönünden bu kadar örnek yeterlidir umarim.
AY: Biz, uzun zamandir Kültür Bakanligi’nin, siyasi olmayan liyakatli ve ehliyetli atamalarla yeniden ihdasini istiyoruz. Sizce, bagimsizlik yarar getirir mi?
DIZMEN: Liyakat su yasadigimiz süreçte en degerli kavram. Degerli, çünkü bir sey ne kadar az ise, o kadar degere biner. Su ara, her alanda. liyakatli insana çok ihtiyacimiz var. Dediginiz gibi kesinlikle her kurumun kendi yöneticisini seçme hakki olmali. Atama ile kurumlarin düzgün islemedigini yasayarak gayet güzel ögrendik.
Opera Bale Genel Müdürü, Devlet Senfoni Orkestralari elbette CSO’da dahil buraya. Ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlügü’ne bagli Çok SesliKorolar, Halk Danslari Topluluklari, Türk Halk ve Sanat Müzigi Korolari ve burada yazmayi unuttugum tüm Sanat topluluklari ve birimler, kendi içlerinde müdürlerini seçebilmeli ve her Genel Müdürlük ve Müdürlükler,yine seçimle göreve gelen Sanat Kurullari ve Yönetim Kurullarina karsi sorumlu ve denetlenebilir olmalidirlar. Böylelikle Sanatçilar, yönetimleri konusunda birinci derecede sorumlu olacaklardir. Bu da mutlaka kaliteyi arttiracaktir. Çünkü böyle bir sistemde basari da basarisizlik da o kurumun tüm Sanatçilarina ait olacaktir.
Elbette bunun için bazi hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulacaktir. Bu düzenlemelerinen basinda, kendi yönetsel seçimini yapabilen kurumlara özerklik ve bütçe garantisi verilmesi gelmektedir.
AY: “Ülkemizde; Müzik ve Sahne Sanatlari bölümlerinin Konservatuvarlarda, fakülte olarak da Bilkent Müzik ve Sahne Sanatlari Fakültesinde bulundugu düsünüldügünde, Egitim Bilimleri Fakültesi Müzik Ögretmenligi Anabilim Dali mezunlarinin basvurmalarinin mümkün olmadigi Devlet Opera ve Balesi Kurumlarina ögrenci yetistirmeleri abesle istigaldir.” Çok önemli olan bu paragrafi neden yazdiniz?
DIZMEN: Burada vurgulamak istedigim Konservatuvarlar ile Sanat Kurumlarinin iç içe oldugudur. Açmak gerekirse, Konservatuvarin Müzik Bölümleri, Orkestralara Sanatçi yetistirirler, Sahne Sanatlari ise Opera,Bale ve Tiyatrolara. Bestecilik ve Orkestra Sefligi Bölümleri , Müzik ve Sahne Sanatlarina…
Bu yüzden Devlet Sanat Kurumlarinin sinav yönetmeliklerinde “Konservatuvari tarif eden, Müzik ve Sahne Sanatlari Bölümlerinden mezun olmus olmak” sarti aranmaktadir.
Bu durumda Egitim Fakülteli biri, Devlet kurumlarin sinavina bile giremiyorken, nasil olurda bu kurumlara sanatçi yetistirebilmek konusunda yetkin olabilir. Usta-çirak iliskisi ile egitim veren sanat egitiminde,sahne tecrübesi olmayan bir akademisyen, ögrencisine hangi ustaliga dayanarak tavsiyede bulunacaktir.
AY: Sadece uygulama yapmayip, sorunlara kafa yoran, çözümler üreten sizin gibi “ müzik akademisyenlerinin” çogalmasini dileriz. Tesekkür ederiz…
DIZMEN: Çok tesekkür ederim.