Tarih: 21.08.2022 13:20

Doç.Sinan DIZMEN: Ankara Devlet Konservatuvari’nin Kurulusu Bir Devrimdir..(1)

Facebook Twitter Linked-in

AY:  Nasilsiniz? Sizi, yorumculuk, çalistaylar,  konserler v.b. disinda Sanattan Yansimalar’da yazdiginiz iki makalenizle de tanimis olduk… Kendinizi okurlarimiza kisaca tanitir misiniz?
DIZMEN: Tesekkür ederim. 1973 Ankara dogumluyum.1984’de Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvari Viyolonsel Sanat Dali’na kabul edildim. 1994’de mezun oldum 1995’de ayni kurumda Arastirma
Görevlisi olarak akademik hayatima ilk adimi attim. 1996’da Alman Hükümetinin Bursunu (DAAD) kazanarak önce dil ögrenimi için Mannheim’e oradan da sinavini kazandigim Lübeck Müzik Yüksekokulu’nda egitimime basladim. Almanya’da bulundugum süre içerisinde bir çok farkli sehirde solo ve oda müzigi konserleri verdim. Çok önemli viyolonselci ve müzisyenlerle çalisma firsatim oldu. 2001’de Türkiye’ye döndüm ve “hayalim olan hocalik meslegini sürdürebilmek için akademik hayatima basladigim ve mezunu oldugum Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuari’na geri döndüm. Almanya’da yaptigim egitimi tanimayinca Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlari Fakültesi’nde tekrar Sanatta Yeterlik egitimini  tamamladim. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvari benim hoca olmami, benim kadar istemedigi için 2009’de bu kurumdan istifa ettim. 2009-2011 yillari arasinda Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrasi’nda Sözlesmeli viyolonsel sanatçisi olarak görev yaptim.2011’de o zamanin  Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal TALUG’un daveti ile kuruldugu günden bu yana atil durumda bulunan Konservatuvari, degerli viyola sanatçisi ve akademisyen Prof. Çetin AYDAR’in müdürlügünde yeniden yapilanma süreci ile ayaga kaldirdik. Ancak sonradan gelen Rektörün kültür perspektifinin eksikligi sebebi ile sanata ve sanatçiya düsman tavirlari, okulun 20’ye yakin sanatçi ögretim elemani kaybetmesine sebep oldu. Ve bununla birlikte elbette ögrenci kaybi. Simdi konservatuvar demeye bin sahit bir kurum halinde. Ben de burada elimden geldigince hocalik yapmaya çalisiyorum.

AY:  Ilk müzik derslerini Babaniz,  Kompozitör ve Teorisyen Doç. Özkan DIZMEN’ den almissiniz. Bu birlikteligi anlatir misiniz?
DIZMEN: Evet bu benim için çok önemli zamanlardi. Annem de bale sanatçisi oldugu için evde sanat hakkinda konusmalar her anin bir parçasiydi. Ailece görüstügümüz her kes sanat camiasindandi. Çocuk bile olsaniz bu atmosferden uzak kalmak pek mümkün olmuyordu. Ben de zaman içerisinde müzige, daha dogrusu notalara ilgi duymaya basladim. Dinledigim o görkemli eserlerin ve isittigim ihtisamli seslerin bir karis partisyon denen kitapçiga sigdigini ögrendigim gün merakim basladi. Bana hep sanki o büyük eserler büyük sesler çok büyük kitaplara yazilir gibi geliyordu. Ama öyle olmadigini babamdan ögrendim. Ilk sordugum soru, “ne zaman çok güçlü çalip, ne zaman hafif çalinacagini nereden biliyorsunuz?” olmustu. Iste ondan sonra ilk sohbetler ama simdi dönüp bakinca dersler oldugunu anladigim ögrenim hayatina atilmistim. Isin daha çekici yani, ben bir sey sormadan babamin bir  seyler anlatmaya hevesli görünmemesiydi. Yani bana müzigi ögretmeye kalkismadi. Ama ben müzik veya notasyon ile ilgili ne sorsam hepsini göstererek anlatti. Sadece sordugumla ilgili cevaplar verdi. Bu durum bir yandan bende merak uyandirmaya basladi. Çünkü ögrendikçe ve sorularima cevap aldikça isin tahminimden daha karisik oldugunu anlamaya basladim. Ve sonunda ünlü besteci ve müzik egitimcisi Muammer Sun’un ilk baslayanlar için bir kitabiyla isi bir üst basamaga tasidik. Sonrasinda Konservatuvara girdim.

AY: Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk müzik egitimi çalismalarindan okurlarimiza kisaca bahseder misiniz?
DIZMEN: Elbette.Ben bunu çok ama çok önemsiyorum. Çok büyük bir atilim ve çabadir bu. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan 1923 Lozan Antlasmasi’ndan bir sene sonra ilk kurulan egitim kurumlarindan biridir Musiki Muallim Mektebi. Ankara’nin Cebeci semtinde, dört katli bir apartman dairesinde 1924 senesinde egitim hayatina baslayan Mekteb’in ilk yasal düzenlemesi, 1925 yilinda 18 maddeden olusan “Musiki Muallim Mektebi Talimatnamesi”dir. Bu talimatnamede, Mekteb’in “lise ve orta mektepler ile muallim mekteplerine müzik ögretmeni yetistirmek” için kuruldugu açikça belirtilmistir.1933-1934 yillari Atatürk, Milli Egitim Bakanligi’ndan (Maarif Vekaleti) bir “Millî Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu” hazirlanmasini istemistir. Hazirlanan ve sunulan kanun meclisten geçmis, ancak Atatürk tarafindan uygulamaya konulmamistir. O günlere taniklik eden müzikolog ve sanatçi Cevdet Memduh ALTAR anilarinda, “Atatürk’ün hazirlanan kanunla ilgili en büyük çekincesinin, Milli Egitim Bakanligi bünyesinde bu alana hakim bir birim olmamasi ve bu kanunun sadece birkaç sanatçi ve sanat severin görüsleriyle hazirlanmasi oldugunu” ifade eder. Atatürk, yeni çikarilacak kanunun mutlaka bir uzman görüsü ile hazirlanmasini istedigini her firsatta çevresindekilere söyler. Bu çekinceler gölgesinde 1934 yilinda “1. Musiki Kongresi” Ankara’da toplanir. Bu kongrede alinan kararlar dogrultusunda 1936 yilinda Ankara Devlet Konservatuvari’nin kurulusuna karar verilir. Kurulan Konservatuvar, Musiki Muallim Mektebinin Ankara/Cebeci semtinde, tasarimi Isviçreli mimar Ernst A. EGLI tarafindan yapilan yeni binasinda bütün sanat dallariyla egitim hayatina baslar. Bu arada Almanya’da yapilan görüsmeler sonucunda, Atatürk’ün istedigi uzmanlar da bulunarak Türkiye’ye davet edilir. Bu uzmanlar Müzik Sanat Dallari için dünyaca ünlü Alman müzikolog ve besteci Paul HINDEMITH, Tiyatro Sanat Dali için, Alman tiyatro yönetmeni ve oyuncusu Carl EBERT’dir. Bu iki sanatçi, günümüz Devlet Konservatuvarlarinin egitim temellerinin atilmasi ve müfredatlarinin olusturulmasinda çok önemli rol almislardir. Türkiye’ye gelir gelmez çalismalara baslayarak raporlarini Atatürk’e sunarlar. Hali hazirda kurulmus olan Konservatuvarin, bu raporlar sonucunda yeniden teskilatlanmasi ve yeni müfredatin yürürlüge girmesi ile paylasilan binada yer sikintisi baslar. Bunun üzerine, Musiki Muallim Mektebi 1938 yilinda “Gazi Orta Muallim ve Terbiye Enstitüsü” binasina tasinarak enstitüye bagli bir sube statüsü ile egitim faaliyetlerine burada devam eder.

AY: 40 yil sonra geriye baktiginizda Konservatuvarlarin YÖK çatisi altina girmesini nasil degerlendiriyorsunuz?
DIZMEN: Maalesef tam bir fiyasko ve akademik gerileme. Gerçekte meslek ve sanat okullarinin Üniversite sistemine bagli olmalari “Yüksek Okul”  adi altinda bile olsa esyanin tabiatina aykiri bir durum. Bizde üniversite denince akillara liseden sonra yapilan her alanda “lisans egitimi” geliyor. Bu nedenle de lise sonrasi lisansa dayali tüm egitimi Üniversite çatisi altinda toplamisiz. Hâlbuki dünyada öyle degil. Üniversite denilen kurum; bilimsel arastirma yapilan ve bilim üretilen bir egitim kompleksi. Konservatuvar, Güzel Sanatlar ve benzeri meslek odakli egitimler için Akademi, Yüksekokul veya Kolej gibi ifadeler kullaniliyor ve kesinlikle üniversite çatisi altinda egitim vermiyorlar. Bizde Akademi, Kolej ifadeleri de dogru yerlerde kullanilmiyor aslinda. Kuruldugu 1936 tarihinden itibaren önce Milli Egitim Bakanligina sonra Kültür Bakanligina baglanmis yönetsel olarak bakanliklara ama, akademik olarak kendi Sanatsal Akademik Kriterlerine sahip Konservatuvarlari bir  gecede bambaska bir sistem olan Üniversitelere entegre etmek çok yanlis olmustur. Muhtemelen 12 Eylül’ün hoyratligi ile umursanmadan alel acele yapilan bir is. Bu geçis yapilirken ileriye yönelik çikacak sorunlar hiç hesaplanmamis besbelli. Iste simdi 40 sene sonra konustugumuz Egitim Bilimleri mezunlarinin, Konservatuvarlarda istihdami  gibi daha nice sorunlarla bogusuyoruz.
Devam edecek….




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —