Eğitimci ve Yazar Dr. Ercan ÖZÇELİK ile yaptığımız söyleşiye devam ediyoruz…
AY: Siz, “karma eğitim sistemine alternatif olarak kız-erkek ayrı okulların en azından seçenek olarak velilere sunulması gerektiğini, biyolojik farklılıkların gençler arasında haksız rekabete neden olduğunu” söylemişsiniz. “Haksız rekabetten” kastınızı açar mısınız!.
ÖZÇELİK Ergenlik öncesi ve sonrasında kızlar ile erkeklerin gelişme hızı, yaşı ve süreçleri birbirlerinden çok farklıdır. Bu farklılık sadece biyolojik yapılarını değil, zihinsel algı ve yeteneklerini de kapsar. Kız ve erkek çocukları arasındaki bu dengesiz gelişim düzeyi ilkokulda pek hissedilmez. Ancak yöre ve iklim şartlarına göre farklılık gösterse de 10 yaş civarında başlayan ergenlik sürecini kızlar daha yoğun ve erken şekilde yaşayıp tamamlarlar. Erkekler ise ortalama 3-4 yıl sonra bu süreçten geçerler. Ortaokul sıralarında başlayan bu farklılık Lise düzeyinde zirve yapar. Kızlar Lisede genel olarak erkeklerden daha başarılı, aktif ve beceriklidir. Erkeklerin kendi potansiyellerine ulaşıp arayı kapatmaları Üniversite dönemine denk gelir. Bedensel ve zihinsel açıdan farklı süreçlerden geçen gençlerimizin karma okullarda aynı şartlarda eğitime ve rekabete zorlanmaları dışarıdan kolayca fark edilmese de travmatik etkiler yapar. Kendilerini anlayıp geleceklerine odaklanmaları gereken bir dönemde karşı cinsten gençler ile eğitim almaları ilgilerinin dağılmasına, hemcinsleri ve karşı cinsle rekabet ve çatışma duygularını kontrolsüz ve hazırlıksız tatmalarına neden olur. Karşı cinse beğenilme, kendi cinsi ile rekabet ve öne çıkma gibi erken esen yıpratıcı rüzgârlara maruz kalırlar. Dini değerlerimiz açısından çizilen sınırlar bir yana, karma eğitimin neden olduğu fizyolojik, zihinsel ve algısal eşitsizlikleri eşitleme dayatması bilimsel gerçeklerle de örtüşmeyen bir zorlamadır. Veli ve öğrencilerimize en azından bu çatışma ortamından uzak kalabilme seçeneğini sunmak Devletimizin sosyal hak ve adalet prensiplerine uygun düşer.
ÖZÇELİK İstanbul Sözleşmesinin belirli bir maddesinden ziyade, kaynağını aldığı temel felsefe İslam düzenine karşı ve yıkıcı niyetlidir. İslam dinine uygun olmayan nikâhsız beraberlikler, insanlar ve insan olmayan diğer unsurlar arasında meşru görülmeyen, yelpazenin her rengine yayılan sapkın cinsel yönelimler İstanbul Sözleşmesine göre makul, normal ve desteklenmesi gereken davranışlardır. Taraf devletlere de bu sapkın felsefeyi dayatarak bütün yasal düzenlemelerin uyarlanmasını emreder. Aile kavramının bir önemi yoktur. O yüzden orijinal sözleşme metninin her yerinde, aile demek olan “family” yerine ev içi veya hane halkı diye tanımlanan “domestic” terimini kullanırlar. Bir evde yaşayan kişilerin nikahlı olup olmaması önemli değildir. Cinsleri aynı veya farklı olabilir. Cinsel yönelim diye hoş gösterilmeye çalışılan sapkınlıkların her çeşidi yaşayabilirler. Sapkınlıklarını toplumun her düzeyine taşımaları taraf devletler tarafından desteklenmek ve kolaylanmak zorundadır. Kadına karşı erkeğin elini kolunu bağlamak ve aile düzeni içinde yönetici rolünü hem karısına hem de çocuklarına karşı yok etmek için sınırsız seviyede geniş çizilen şiddet tanımlamalarını dayatmaktadır. Fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet veya şiddet olarak beyan edilen/hissedilen her şey ile erkeği ailesine karşı etkisiz ve güçsüz kılmak temel amaç haline getirilmiştir. Doğumdan itibaren her kız çocuğunu bağımsız birer kadın olarak tanımlamak suretiyle, İslam ailesinin bütün terbiye ve yönlendirme haklarını iptal eden bir yaklaşımla üretilmiştir. “İstanbul Sözleşmesinden Neden Ayrılmalıyız?” başlıklı bir yazımda bütün sözleşmenin madde bazında analizin yapmıştım. Dileyen okurlarımız internetten bu yazıma kolayca erişebilirler.
AY: Bu karşı duruşunuzla ilgili siyasi bir tweet attnız; “Sırf değerlerimize aykırı olan İstanbul Sözleşmesi ve EYT haksızlığında kendilerini eleştirdiğim için beni engelleyen Vekillerimizin görüşleri” diyerek Ak Parti MV Sn. Canan Kalsın ve Sn. İffet Polat’ı örnek gösterdiniz. Gelişmeleri anlatır mısınız!
ÖZÇELİK Aslında siyasi değil, eskiden beri tanımış olduğum Sayın Milletvekillerine yönelik halka açık bir sitem mesajımdı. Çünkü Sayın Canan Kalsın Hanımefendi ile hemşeriyiz. Yakınları olan Muş Vakfı Kurucusu Zihni Kalsın Beyefendi başta olmak üzere, Kalsın ailesinin değerli mensuplarıyla muhabbet ve irtibatımız vardı. Kendisiyle de tanışıyorduk. Sayın İffet Polat hanımefendi ile de Vekilliğinden önce iş dünyasından ve bilişim sektöründen tanışıklığımız, ortak projelerde çalışmamız vardı. İstanbul Sözleşmesini ve kanunlarımıza olan zehirli yansımalarını gördükçe bu yanlıştan dönülmesi için yaptığım çağrılarda kendilerini de etiketliyordum. KADEM başta olmak üzere, Ak Parti’ye yakın tüm cenahların İstanbul Sözleşmesini sahiplenmesi ve savunması, ben ve benim gibi muhaliflerin neredeyse vatan haini, kadın düşmanı gibi suçlamalarla dışlanmalarına neden oluyordu. Fikren bizim gibi düşünenler dahi açıktan destek vermeye, mesajlarımızı beğenmeye çekiniyordu. Bu süreçte kendilerinden uzak kalmamı istedikleri ve etiketlemelerimden rahatsız oldukları için beni engellediklerini anlamıştım. Çok şükür Sayın Cumhurbaşkanımızın gerçek tehlikeyi fark edip İstanbul Sözleşmesinden çekilme iradesini göstermesinden sonra kendilerinin de bu karara sahip çıkmalarını beklerdim.
Emeklilikte Yaşa Takılanlar mevzusunda da kazanılmış hakların geriye dönük şekilde yasayla gasp edilmesini bir türlü sindiremediğim için bu yanlışın düzeltilmesine yönelik çalıştım. Siyasi sorumlulara karşı twitter mesajları ve özel makaleler yazdım. Sayın Cumhurbaşkanımız önceleri bu hakkın iadesine karşı çıkıyordu malumunuz. Bugünlerde halkın sesine kulak vererek ve şartlarını sağlayarak çözüm sözü verdi. Hepimizde, özellikle işsiz durumdaki EYT’li kardeşlerimde büyük bir sevinç ve rahatlama yaşandı. Ancak bazı Vekillerimizin bu konuda bile serin tavrını sürdürdüğünü, adeta Cumhurbaşkanına muhalefet edercesine davrandığını görüyoruz.
İşte bu nedenlerle sayın Vekillerimizin önceki tavırlarında ısrar ettiklerini düşündüğüm için bu durum tespiti ve sitem mesajını yayınladım.
AY: Toplumda boşanmaların, kavgaların, şiddetin, taciz-tecavüzün arttığını görüyoruz. Sizce, muhafazakâr, maneviyatçı, milliyetçi bir parti 21 yıldır iktidarda olduğu halde bu nasıl oldu?
ÖZÇELİK Çünkü yapılan icraatların, çıkarılan kanun ve yönetmeliklerin, alınan kararların genellikle bu saydığınız vasıflarla hiçbir ilgisi yoktu. Üzülerek söylüyorum. Aile kurumu hiçbir zaman bu kadar sahipsiz ve korunaksız kalmamıştı. Manevi dünyamızda aile yapısıyla ilgili tavsiye edilen ne varsa tam tersi uygulamalar yapıldı. Ailenin manevi ağırlığı ve saygınlığı dağıtıldı. CEDAW Sözleşmesi ile başlayan yıkım süreci İstanbul Sözleşmesi ile katlanarak hızlandı. Sapkınlara resmi güvence ile faaliyet göstermeleri sağlandı. Medya ve yapımlarda din ve ahlak düşmanı faaliyetlerin hepsine geçit verildi. 6284 yasası, Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu düzenlemeleri evliliği özellikle erkekler için açık bir tuzağa çevirdi. Zina teşvik edildi, meşru evlilikler adeta cezalandırıldı. Boşanma, velayet, mal paylaşımı ve süresiz nafaka gibi kurumsal haksızlıklar yüzünden şiddeti doğuran ve teşvik eden bir atmosfer kuruldu. İstanbul Sözleşmesinden çekilmemiz sadece kâğıt üzerinde kaldı. Mevzuatımızdaki zehirli yansımaları temizlenmedi. Aile Bakanlığımız fiilen feminist kadınlar bakanlığı gibi işletildi. Bekâr, çocuksuz ve mesleği aileleri ustaca parçalamakla öne çıkan avukatlıktan gelme feminist örgüt yöneticileri Aile Bakanı yapıldı. Bu gelişmelerin hepsi huzuru bozan, çatışmayı arttıran unsurlardı. Taciz ve tecavüzler her ne kadar Avrupa –ABD ülkelerinin seviyelerinden çok geride olsa bile, manevi birliğin bozulması ve medyada ahlaksızlığın sürekli övülerek yayılması nedeniyle bir artış eğilimi gösterdiği söylenebilir. Sabah programlarında günlerce ahlaksız kişilerin ayrıntılı hikâyelerinin yayınlanması dahi potansiyel saldırganlığı bulunan kişileri meraklandıran ve cesaretlendiren etkiler yapmıştır.
Devam edecek….