Tarih: 02.01.2023 18:51

HAKKI ÖZNUR: KAÇIŞINIZ YOK! BİR GÜN MUTLAKA YARGILANACAKSINIZ

Facebook Twitter Linked-in

Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, doğumunun 68. yılında kabri başında dualarla anıldı.  Program öncesi gelenlere sıcak çorba, pilav, ayran ve çay ikramı yapıldı, lokma dağıtıldı. Şehit Yazıcıoğlu'nun mezarı başında Kur'an-ı Kerim ve mevlit okundu. Gönüllere taht kuran lider, dualarla ve okunan Kuran’la yad edildi. Mezarı  çiçeklerle donatıldı, gözyaşlarıyla sulandı.

Düzenlenen programda şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava ve yol arkadaşı, Ülkücü fikir ve siyaset adamı camianın ağabeyi Hakkı Öznur, , Muhsin Yazıcıoğlu’nun 40 yıllık siyasi yaşamını, milli çizgisini ,ilkeli duruşunu, milletten ve demokrasiden yana olan  tavrını, anlatan bir konuşma yaptı. Öznur konuşmasında, 34 yıl önce 31 Aralık 1988 yılında hakka yürüyen büyük mütefekkir, bir Horasan ereni, çağımızın yesevi’si, Seyyid Ahmet Arvasi  hocamızı da andı,  anlattı.  Öznur, ayrıca Muhsin Yazıcıoğlu ve Seyyid Ahmet Arvasi hoca ile ilgili bir yazılı mesajda   yayımladı.

Açıklamanın  tam metni:

Aziz dava arkadaşlarım, ülküdaşlarım, yiğit Alperenler,

Ömrünü, aziz Türk milletine, Nizam-ı Âlem ülküsüne vakfetmiş, milletin davasına adanmış bir ömür ile milletin adamı, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, 68 yaşında. 

Biz Allah yolunda, Kur’an yolunda, millet yolunda şehit düşen Muhsin Başkan’la beraber olduk. İyi ki onun gibi yiğit bir liderle, yol ve dava arkadaşı olmuşuz. Ne mutlu bizlere…

Milletin adamı şehit liderimiz  Muhsin Yazıcıoğlu’nun yokluğu, derinden hissediliyor. Şehadetinden bugüne 13 yıl, 9 ay, 6 gün geçti. Toplam 5030 gün geçti. Acımız, hala dipdiri. Hüznümüz, devam ediyor. Türkiye, yiğit dava adamını, Muhsin Yazıcıoğlu’nu arıyor.

Zor zamanlardan geçiyoruz. Sıkıntılı ve bunalımlı günlerdeyiz. Zor zamanlardan geçerken, millet önderlerine, gerçek devlet adamlarına ihtiyaç duyarız. Onlar, devlete, millete, vatana, sahip çıkmalarıyla, varlıklarıyla, duruşlarıyla, yol göstermeleriyle hep anılırlar ve aranırlar. İşte, milletin adamı, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu da onlardan biriydi. Milletin sevdiği, değer verdiği, güvendiği, bir siyaset adamıydı.

Ülkücü Hareket’in, Türk milliyetçiliğinin kutup yıldızı, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun yokluğu hem devlet nezdinde hem millet nezdinde derinden hissediliyor. Toplumun bütün kesimleri onu özlemle arıyor. Birleştirici, bütünleştirici, yol gösteren, sağduyulu, itidalli tavrıyla hep örnek olmuştur.

Ömrünün her aşamasında ihlas ve istikamet üzerinde olan, cennet mekân Muhsin Başkan, kadirşinas Türk milletinin gönlünde taht kurdu. Manevi rütbeler aldı. Aziz Türk milleti, şehit Muhsin Başkan’ı zahiren Tacettin Dergahı’na, manen kendi yüreğine gömdü. 

Ülkücülerin hikayesi bitmez. Bu hikaye burada bitmez. Muhsin Başkanımızın yarım kalan hikayesini inşallah Türkiye’nin geleceği ve teminatı olan Türk gençliği tamamlayacaktır. Muhsin Başkan’ın hikayesi hikayemiz, hayalleri hayallerimizdir.

Siyasi çizgisinde kırıklık yoktur. İstikameti, kıblesi dosdoğru bir dava adamıdır. İman ve ahlak abidesi bir şahsiyetti. Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu için önemli olan iktidar vizesi değil, yüce Rabbimizin rızasıydı. Hesap adamı değil, gerçek bir dava ve gönül adamıydı. O, istikamet ve vakar sahibiydi.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun gizli ajandası yoktu. Açık, şeffaf ve milletiyle, dava arkadaşlarıyla iç içe bir bütün olan milli bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu için kişilerin, grupların bekası değil, devletin, milletin bekası, ülkenin yarınları önemlidir.

Muhsin Yazıcıoğlu, hiçbir zaman benliğini, nefsini, davanın önüne geçirmemiştir. “Ben siyaseti Allah rızası ve içinden çıkmış olduğum Türk milleti için yaptım" sözünü Muhsin Yazıcıoğlu, ağzından asla eksik etmemiştir.

Şehit Muhsin Yazıcıoğlu deyince dava adamlığı, davaya adanmışlık, fazilet, fedakârlık, vefa, kadirşinaslık, hasbilik, beklentisizlik akla gelir. Her türlü istibdada karşıydı. İstiklal aşığıydı. Çile adamıydı. Davasının çilesini çekti hep. 

                YAŞASIN MUHSİN YAZICIOĞLU ÇİZGİSİ, DURUŞU,  TAVRI

Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu, klasik bir politikacı değildi. Onda İslam ahlakı vardı. Ahlaklı, faziletli, dürüst, haysiyetli bir liderdi. Asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. O, siyasi parti başkanının ötesinde tarihi bir kişilikti. Politikanın kayıkçı kavgasını andıran bir üslupla yürütüldüğü bir zeminde, inancın ve fikrin doğrularını söyleyerek, Türk siyasetinin hesap yapmayan tek lideriydi. 

Muhsin Yazıcıoğlu için kişilerin, grupların bekası değil, devletin, milletin bekası, ülkenin yarınları önemlidir. Türkiye’nin milli direnç merkeziydi, Meclis’in sigortasıydı. 

 ‘Aldanmadı’, ‘aldatmadı’, milletimizden özür dileyecek yanlışlar yapmadı. Ne ‘aldandı’ ne ‘aldattı’. Hep doğru, ilkeli, tutarlı siyaset izledi. Hep dik durdu, düz yaşadı. Hayat çizgisinde kırıklık yok, çizgisini bozmadı, istikametini değiştirmedi. İnandığı değerlere hep bağlı kaldı. Kendisi için bir gün yaşamadı. Ömrünü, hayatını verdiği yüce davasına adadı. O, makam ve mevkileri değil, sonsuzluğu düşünen bir liderdi. 

Siyaset üslubunda seviye, nezaket, naiflik, hoşgörü, diyalog, kuşatıcılık vardı. Bugün ülkeyi yönetenlerin üslubunda ise tam tersi var. Güç zehirlenmesi yaşayan siyasetçileri daima uyarmıştır. Güç çılgınlığı ile yoldan çıkan saldırgan ve çirkin bir dil kullanan, kendini “tek adam” olarak görenleri, otokrasiye saplanmakla itham etmiştir.

19 Mart 2009 günü, Karaman seçim bürosunda söylediği şu sözleri çok önemli ve anlamlıdır: 

"Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Bir saniyesine bile hâkim olamadığımız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız doğru gideceğiz."

Söylediklerini yaşayan bir liderdi. Konuştuğu zaman dinlenen ve izlenen bir liderdi. İlkeli, seviyeli, tutarlı siyaset izleyen, her zaman dik duran, milletin adamı şehit Muhsin Yazıcıoğlu,  18 Haziran 2000 tarihinde katıldığı bir şölende şunları söylüyordu:

“Ne loca ne sermaye bizi asla satın alamaz. Hiçbir locanın, hiçbir kirli sermayenin bizi satın alması mümkün değildir. Hiçbir küresel, egemen, emperyalist gücün önünde eğilmedik. Dik durduk. Dik durmaya devam edeceğiz. Küresel güçlerin senaryolarına alet olmayız, projelerinde yer almayız. Haksızlıkla beraber olmaktansa yalnız da olsak hakkı savunuruz.”

MUHSİN YAZICIOĞLU: “ABD’NİN, İSRAİL’İN, KÜRESEL MAFYANIN ADAMI OLMAYI KABUL ETSEYDİM ÇOKTAN BAŞBAKAN OLURDUM”

Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül sürecini takip eden 1993 örtülü darbesinde ve bu sürecin devamı olan 28 Şubat ve sonrasında yine demokrasiye ve millî iradeye sahip çıkarak, Türk demokrasi ve siyasi tarihine yiğit bir lider, gerçek bir ‘siyaset ve devlet adamı’ olarak geçmişti.

Muhsin Yazıcıoğlu, küresel güç merkezlerine koşmadı. Siyonist merkezlerde konuşmalar yapmadı. Yahudi lobilerinden, İngiliz kraliçesinden madalya almadı. CIA istasyon şefleri ile yurt içinde, yurt dışında gizli kapaklı görüşmeler yapmadı. Malikânelerde, ofislerde bir araya gelmedi. Sabah kahvaltılarında, akşam yemeklerinde onlarla oturup yemek yemedi.

ABD, AB ve Davos’ta dünyayı yönetmeye çalışan dünya kapitalizminden icazet almadı. Muhsin Yazıcıoğlu, siyasi yaşamı boyunca küresel güç merkezleriyle mücadele etti. Muhsin Yazıcıoğlu’na küresel, emperyalist güçler diz çöktürtemedi. Bu ülkede, bu coğrafyada emperyalizme boyun eğenler, işbirlikçiliğini, taşeronluğunu yapanlar oldu. Ancak, milli lider Muhsin Yazıcıoğlu, emperyalizme boyun eğmedi, emir ve talimat almadı, dışa bağımlı olmadı, güç odaklarının önünde eğilmedi, küresel diktatörlerin, karanlık merkezlerin emrine girmedi, onlarla kirli ve karanlık ilişkiler kurmadı.

Muhsin Yazıcıoğlu, Mecliste, seçim meydanlarında, çeşitli platformlarda, küresel projelere nasıl alet olmadığını, dik durduğunu, boyun eğmediğini anlatmıştır. Sosyal medyada yayınlanmakta olan Afyon-Emirdağ konuşmasında yine tarihi öneme sahip şu sözleri söylemişti:

“Eğer, Amerika’nın, İsrail lobilerinin, AB fonlarının, küresel mafyanın, Türkiye’yi sömüren sermayenin, çetelerin adamı olmayı kabul etseydim, başbakan yardımcısı olurdum, başbakan da olurdum, başka şeyler de olurdum. Ama ben sizinle yürümek istediğim için tenezzül bile etmedim, etmem de. Dış güçlerin dediklerini kabul etseydim, onların projelerinde yer alsaydım, başbakan da olurdum, iktidara da gelirdik. Ben milletin adamıyım. İktidara geleceksem milletimin desteğiyle gelirim, dış güçlerin, karanlık mihrakların desteğiyle değil. Ben sadece milletimden güç alırım, vesayetçilerden, kirli yol ve yöntemlerle siyaseti dizayn etmeye çalışan iç ve dış mihraklardan değil.”

MEKTEP  ADAM : SEYYİD AHMET ARVASİ

Büyük mütefekkir Seyyid Ahmet Arvasi Hoca, Ülkücü Hareket’e en çok tesir eden ve yokluğu en fazla hissedilen isimdir. 27 yıl süren eğitimciliği sırasında inanç ve ülkülerin mücadelesini veren ve bu yüzden hayatı sürgünlerle, zulümlerle geçen Arvâsî, samimi ve tavizsiz bir Türk milliyetçisidir.

Seyyid Ahmet Arvasi Hocamız, bu ilkelerde “milletinin ve bütün insanlığın saadeti için çalışan Türk Milliyetçiliği bu ilkelerden hareketle idealine ulaşacak, İ’la-yı Kelimetullah uğruna can verecek ve Nizam-ı Âlem’i sağlayacaktır, düşüncesini” ortaya koyuyordu.

Müslüman Türk gençliğine İ’la-yı Kelimetullah’ı ve Nizam-ı Âlem’i anlattı. Diyalektiğini yazdı, estetiğini gösterdi. Onun Ülkücülük anlayışı, ülkemizde ve yeryüzünde Allah’ın nizamını kurmayı hedefleyen cihanşümul bir hareketin adıydı. Nizam-ı Âlem Ülkücülerine de hedef olarak bu ideali göstermiştir.

Bir makalesinde, “Türk milletinin ve dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin davası Allah ve Rasul’ünün davasıdır. Ve bunun adı İslamiyet’tir.” ifadesiyle milliyetçilik anlayışını en veciz bir şekilde ortaya koymuştur.

Ahmet Arvasi’nin ilk kitabı olan 44 maddeden oluşan “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” Türk-İslam ülküsünün iskeleti mahiyetindedir. “

“Türk-İslâm” Ülkücüsü, insanı hem maddesi hem de ruhu ile kavrayan çağdaş bir "Alperendir."

Eserlerinde Türk-İslâm Ülkücülerine, Allah ve Rasul’ünün yolundan ayrılmamalarını, Kur’an ve sünneti mutlak rehber olarak kabul etmelerini, İslâm’ı bir hayat tarzı olarak benimseyip hayata geçirmelerini tavsiye etti.

“Yaşanmayan bir davanın, yaşama şansı yavaş yavaş ortadan kalkar. Zafer, davasını yaşayarak yaşatanlarındır” der Arvasi Hoca. 

“Türk-İslam Ülküsü” kitabında “Türk-İslâm Ülkücüsü, her şeyden önce bir iman adamıdır. O, yüce ve şanlı kurtarıcımız ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (O’na selam olsun) gibi inanır.” der.

Arvasi Hoca Ülkücüyü şöyle tarif etmiştir:

“Kendini Allah ve Rasul’ünün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı, mukaddes, ay yıldızlı al bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsünde  fani olmuş yiğitlerdir. Onlar, büyük ve şanlı tarihimizin doğurduğu Allah ve Rasul’ünün hizmetine sunduğu ulvi kadrolardır. Küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen kadrodur Türk-İslâm Ülkücüsü.”

İslâm iman ve ahlâkından güç alan, yeni bir Ülkücü nesil, tarihin bağrından fışkırmış ve her gün biraz daha güçlenerek gelmektedir. Bunlar müminlere kaşı alçak gönüllü kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşanları kınayanların kınamasına aldırmayan yiğitler. Bu nesil, Allah'ın Türk milletine ve İslâm dünyasına ihsanıdır.”

Her mütefekkirin bir temel dayanak noktası, değer ölçüsü ve inancı vardır.  Arvasi Hocamız da temel, İslâm’dır. Bütün görüşlerini de bu temele göre incelemiştir. Arvasi hocamız, 56 yıllık yaşamında inançlarının mücadelesini vermiştir.

 Bu yüzden hayatı sürgünlerle geçti. Hayatı boyunca zalimlere karşı eğilip bükülmemiş. hüseyni tavrıyla adeta onlara kök söktürmüştü. İlk gençlik yıllarından itibaren, ecdadından gelen İslâmî şuurla, öğretmenlik hayatına atıldığı döneme kadar, memleket meseleleri karşısında hiçbir zaman kayıtsız kalmamış, fikri ve siyasi hayatı yakından takip etmiştir.

Arvasi hoca, kendi gündemini kendisi tayin eden, dolayısıyla Türkiye gündemine Ülkücülüğü bir fikir ve aksiyon olarak getiren bir entelektüeldir. “Türk-İslâm Ülküsü” adlı köşesinde yazmaya başladığı makalelerde, ilk bakışta göze çarpan özellik, meselelerimizi İslâm’ın ışığında teşhise tabi tutması ve İslâmî prensipler dairesinde hal çaresi aramasıydı.

Ülkücü Hareket’in çizgisinin, Kur’an ve sünnet doğrultusunda tevhidi bir dünya görüşüne bağlı olduğunu beyan eden Hergün’deki günlük yazıları, Türk-İslâm ülküsünü oluşturan çizginin mihenk taşı olmuştur.

1958 yılından itibaren eğitimci olarak görev yaptığı Van, Balıkesir, Bursa, İstanbul gibi illerde memleketin kaderine yön verecek millî, manevî değerlere bağlı, Ülkücü kadroların yetişmesine çalışmıştır. Bulunduğu her yerde, her zeminde milliyetçi, mukaddesatçı derneklerle yakın ilişkisi olmuş, çıkartılan millî-İslâmî yayın organlarında makaleler yayınlamıştır.

56 yıllık ömrüne ciltler dolusu eserler sığdıran ve “Bir Mektep Adam” olan Seyyid Ahmet Arvâsî, bütün yazılarında Türk milletinin dolayısıyla da Türk milliyetçilerinin dâvâsının “Allah ve Rasûl’ünün dâvâsı” olduğunu her zaman ve her zeminde ifade etmiştir.

Arvasi Hoca, milliyetçilik anlayışını şöyle özetlemiştir: 

“Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında şanlı Peygamberimizin “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım”.

Arvasi, Türk milliyetçilerinin, Türk-İslâm Ülkücülerinin dâvasının, Allah ve Rasûl’ünün dâvası olduğunu, bunun da “İ’lâ-yı Kelimetullah” dâvası olduğunu ve kıyamete kadar süreceğini savunuyordu. Aksini iddia edenlerin ya Türk milliyetçilerini tanımadığını ya da bühtan ettiklerini söylüyordu ve “Türk milliyetçisi, her şeyden önce bir iman adamıdır” diyordu. Türk milletinin dünyaya “Nizâm-ı Alem” vermek üzere gönderildiğine inanıyordu. “Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse İslâm dünyası da güçlüdür” diyen Arvasi İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefinin Türk devleti ve Türk milleti olduğunu belirtiyordu.

ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİN CENAZELERİNDE, ÜLKÜCÜ GENÇLERİ CEZAEVİ ZİYARETLERİNDE, OCAK KONFERANSLARINDA, , ÜLKÜCÜLÜĞÜN HER FAALİYETİNDE EN ÖNDE GİDENLERDENDİ

10 Haziran 1979’da yapılan MHP’nin 14. Büyük Kongresi’nde  kendisinin haberi olmadan MHP Genel İdare Kurulu Üyesi oldu. Arvasi Hoca, bu göreve seçildiğini 11 Haziran 1979 Pazartesi günü radyoda saat 13.00 haberlerini dinlerken öğrendi.

12 Eylül 1980 İhtilaline kadar 15 ay MHP Genel İdare Kurulu üyeliği görevi yaptı. Bu sürede yapılan bütün MHP Genel İdare Kurulu toplantılarına düzenli olarak katıldı. Seyyid Ahmet Arvasi 27 Şubat 1979 tarihli Hergün’de yayınlanan “Ülkücü Hareketlin Politikası” başlıklı yazısında, Ülkücülerin politik çizgisinin ve anlayışının nasıl olması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır:

“Türk-İslâm Ülkücüsü, “küçük” politika yapmaz. O ‘küçük politikacı’ değildir; küçük politika oyunlarına gelmez ve alet olmaz. Onun kendisi ile ilgili bir hesabı yoktur ve bu türden hesabı olanları hareketin ‘çekirdeğine’ yaklaştırmaz.” diyordu.

Seyyid Ahmet Arvasi Hocamız, 12 Eylül öncesi MHP ve Ülkücü kuruluşların düzenlediği etkinliklere katılır gerek MHP gerekse Ülkücü Ocakları’nın düzenlediği konferanslara sohbetlere çağrılır ve konuşmalar yapardı. Hoca, o zor ve fırtınalı yıllarda her gün şehitler verdiğimiz o yıllarda birçok şehit Ülkücünün cenazesine katılmıştır, şehitlerimizle ilgili yazılar yazmıştır. Yine birçok yazısında “Yusufiye” olarak adlandırdığı cezaevlerinde yatan Ülkücü gençleri de birçok kez kaldıkları cezaevlerinde ziyaret ederek, onlara büyük manevi destek vermişti.

12 Eylül öncesi bir kış günü “Eskişehir Cezaevi’nde” yatan, çok sevdiği Ülkücü evlatlarını ziyaret etmişti. Rahatsız olmasına rağmen onları ziyarete gitmiş, “Bu çocuklar Türkiye'nin istikbali. İçeride iyi yetişiyorlar.” demişti.

Arvasi hocamız, “Yusufiye-taş medreseler” olarak adlandırdığı zindanlarda, inandığı davası uğruna nice zulümler gördü ama yaşadığı bütün zorluklara, sıkıntılara rağmen inançlarından ve fikirlerinden asla taviz vermedi. Tutuklu bulunduğu koşullarda bile mahkemelerde bile “Ülkücülük, sadece bir inanç, bir kimlik değil her türlü baskılara, zulümlere karşı sönmeyen, söndürülemeyecek olan bir meşaledir.” diyordu.

DİL OKULUNDA,  NAMAZDA, İMAMET MAKAMINDA

Arvasi Hocamız MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında, 5 yıldan 15 yıla kadar ceza talebiyle yargılandı. Dört ay tutuklu kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere hapisten çıktı. Dava sonunda beraat etti.  

ABD ve NATO uşağı ,Amerikan emperyalizminin  yerli işbirlikçisi   diktatör Kenan Evren’in  kendisiyle birlikte hareket eden Amerikancı generallerle, “ Beşli Konsey”le yaptığı, 12 Eylül 1980  darbesinin ardından  onbinlerce  ülkücü gözaltına alınmış, tutuklanmıştı.  Ülkesine vatanına , milletine , bayrağına, davasına, ülküsüne  sevdalı  Seyyid Ahmet Arvâsi Hocamızda darbeden 26 gün sonra İstanbul’da gözaltına alındı. Ardından tutuklanarak MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasından yargılanmak üzere Ankara’ya getirildi. Önce; MHP Genel İdâre Kurulu Üyesi olması sebebiyle dil ve istihbarat okulunda Alparslan Türkeş dâhil MHP üst düzey yöneticilerinin yanında hapsedildi. 

MHP GİK üyesi olan Arvasi hocamız, 12 Eylül Darbesi sonrası tutuklandığında kalbinden rahatsızdı. Fakat yine de tutuklanmıştı. Tutuklu kaldığı zaman içerisinde hapishanenin genişçe bir yerini Dil Okulu’nda kalan MHP yöneticileri, evlerinden getirdikleri kilim ve örtülerle mescit haline getirdiler. Burada başta hareketin lideri Alparslan Türkeş olmak üzere MHP mensupları, beş vakit birlikte namaz kılmışlar, dua ve sohbetlerde bulunmuşlardı.

Arvasi Hoca, Dil Okulu’nda rahatsızlık geçirdi. Bir süre Ankara Mevki Hastanesi’nde tedavi gördü.  Milliyetçi Hareketin lideri Alpaslan Türkeş Arvasi hocanın rahatsızlığı ile ilgili şunları  anlatıyor:

“Cezaevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara Mevki Hastanesi'ne kaldırıldı. O gün, görevliler kendisini hastaneye götürmek için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapıya çıkan merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu, bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey'in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedalaştık”.

Arvasi Hoca tutuklu  bulunduğu Dil Okulu’nda  imamet makamına geçerek  Namaz kıldırdı Yakın dostlarına “orada mermerin üzerinde kıldığım namazın lezzetini hiçbir yerde bulamadım” demiştir.

ARVASİ HOCA 1987  GENEL SEÇİMLERİNDE   MÇP’YE DESTEK VERDİ

Arvasi  Hoca kendisini ziyaret eden ailesine ve yakınlarına, “Bizi merak etmeyin, biz iyiyiz, bugünler de geçecek, sakın moralinizi bozmayın” derdi. 4 aylık bir hapis hayatından sonra 9 Ocak 1981’de çıktığı mahkemede beraat etti. MHP davasından tahliye olduktan sonra, yine ülküsüne ve milletine hizmetten geri durmadı. 

12 Eylül öncesi  Genç Arkadaş, Hasret, Nizâm-ı Âlem, Milli Eğitim ve Kültür, Ülkücü Kadro” dergilerinde ve Hergün  gazetesinde yazılar yazdı. Cezaevinden çıktıktan sonrada yazmaya devam etti. 

1982 yılında “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” adlı eserini neşretti. 1983’te dönemin “Yeni Düşünce”, “Hamle”, “Doğuş”, “Milli Eğitim ve Kültür” gibi Ülkücü yayın organlarında makaleler yayınlayarak, hizmetini sürdürüyordu. Arvasi hoca 12 Eylül sonrası bugün Türk devletini ve milletini tehdit eden en büyük tehlike olan bölücülük hareketini ve onun arkasındaki emperyalizmin oyunlarını şark meselesi olarak ele aldığı 1986 yılında yayınlanan “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eserinde hem bölge halkına hem de bütün Türkiye’ye mesajlar vererek, bölgenin meselelerini bir eğitimci gözüyle yaklaşmış, bu problemin boyutlarını, PKK’nın gücünün bugünkü noktaya gelmeden evvel, belki de ilk olarak, başlangıç yıllarında ortaya koymuştur. 

12 Eylül sonrası Ülkücüler, MÇP’nin etrafında toplanmışlardı. Başbuğ Türkeş’in liderliğinde Ülkücü mücadeleye devam ediyorlardı.  Ülkücü dava arkadaşlarının ve ömrünü Türk-İslâm ülküsü doğrultusunda yetişmeleri için harcamış olduğu genç Ülkücülerin toplandığı MÇP’nin hilal içindeki dokuz yıldızlı ambleminin mahzun olmasına gönlü razı olmamıştı.

 Herkes seçimlerle ilgili değerlendirmelerde bulunurken, Arvasi de siyasetle ilgili kanaatlerini ve hangi partiye oy vereceğini, seçimlerden bir gün evvel, 28 Kasım 1987 tarihli Türkiye gazetesinde yazdığı “Yarın Kime Oy Vereceğim?” adlı yazsında, desteğini açıkça MÇP’den yana koyan “Ülkücü Tavrıyla” gösteriyordu:

“Bazı okuyucularım, ısrarla soruyorlar: ‘Hangi partiye oy vereceksiniz?’

Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yoğurduğu ‘millî ve mukaddes terkibe’ bağlı olmalı ve onu geliştirmeyi ideal edinmeli. Elbette, ben, millî ve manevî değer ve mukaddeslerine yabancılaşmış kişi ve kadrolara oy veremem.

Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, planlarını, programlarını ve faaliyetlerini, dış mihraklarca hazırlanmış senaryolara göre değil, tamamı ile ‘Türk milliyetçiliği’ şuuru içinde ve millî ihtiyaçlara göre tedvin etmiş olmalı.

Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, gücünü, öz tarihimden, öz kültürümden, öz medeniyetimden almak; beni, millî ve mukaddes hüviyetimi koruyarak yüceltmeye çalışmalı; iç ve dış düşmanlarına asla taviz vermemelidir.

Benim, oy vereceğim kişi ve kadrolar, dinime, dilime, tarihime, hak ve hürriyetlerime, mutlak manada saygı duymalı; beni, kendi öz vatanımda parya durumuna sokmamalıdır.

Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, zindanlarda, tutuk evlerinde inleyen, maddi ve manevî ıstırap çeken kardeşlerimin acısını ta yüreğinde duymalıdır. Evet, şu anda, benim ülkemde, en çok itilen, ezilen ve kovulan kadro hangisi ise ona oy vereceğim. Evet, Komünistlerin en çok korktuğu, locaların hiç sevmediği, iç ve dış, her türlü destekten mahrum kadrolara...

“Yıldızlı göklerde dolaşan hilalin mahzun olmasına gönlüm razı olmuyor.”

BİNLERCE ÜLKÜCÜNÜN KATILIMIYLA FATİH CAMİ’NDEN SONSUZLUĞUN SAHİBİNE UĞURLANDI

Türk-İslâm ülküsünün mütefekkiri, “asrın yesevi’si” Seyyid Ahmet Arvasi,  Bir dava adamıydı, bir “mektep adam”dı. Arvâsi Hoca, 31 Aralık 1988'de 56 yaşındayken İstanbul Erenköy'deki evinde daktilosu başında günlükyazılarının yayımlandığı “Türkiye Gazetesine” yazısını yetiştirmek üzere çalışırken ikinci kalp kriziyle daktilosunun başında Rahmet-i Rahmâna kavuştu.

Vefatının duyulması üzerine, yurdun dört bir yanından talebeleri, dava arkadaşları ve ömrünü hizmetine adadığı Ülkücü Hareket’in mensupları, İstanbul’a akın ettiler. Arvasi Hoca’ya karşı son vazifelerini yerine getirmek için sabahın erken saatlerinden itibaren Fatih Cami’ne akın ettiler.

Daha öğle vakti girmeden caminin avlusu dolmuş, dışarıya taşmıştı. Seyyid Ahmet Arvasi’nin rahle-i tedrisinden geçen fakat vazifeleri sebebiyle birbirini göremeyen öğrenciler, öğretmenler, siyasetçiler, bürokratlar, devlet adamları, hocalar, gerçek bir âlimi kaybetmenin acısı içerisinde, FatihCami’nde ona karşı son görevlerini yerine getirmek için toplanmışlardı.

Öğle namazının kılınmasından sonra, binlerce kişiden müteşekkil cemaat, Arvasi’ye son vazifelerini yapmak için tabutunun arkasında saf saf dizildiler. Cenaze namazını eski Van Müftüsü Seyyid Kasım Efendi kıldırdı. Yetişmelerinde büyük emeğinin bulunduğu Ülkücü gençlik, hocanın naaşını tekbir sesleri arasında Edirnekapı Mezarlığı’na kadar götürdüler. Seyyid Ahmet Arvasi’nin naaşı, Kur’an-ı Kerim tilaveti, dua ve salavatlarla burada defnedildi.

Müslüman Türk gençliğinin millî-İslâmî şuurla yetişmesine, eğitimine büyük önem veren Arvasi Hoca, başkanlığını yaptığı Türk Gençlik Vakfı’nı 21 Temmuz 1979 tarihinde İstanbul’da kurdu. Seyyid Ahmed Arvâsî Hocamız, 12 Eylül 1980’den önce ve sonra Türk gençliğinin felahı için durmadan uğraşmıştır. Arvasi Hoca, tam bir idealistti. Türk milletinin bir gün, eskiden olduğu gibi Nizam-ı Alem’i gerçekleştireceğine inanıyordu.

Şanlı Peygamberimizin izini takip eden Arvasi Hocamızın bir ülküsü vardı. O da gençlerimizin Kur'an-ı Kerim’in ahlakı ile ahlaklanmaları idi. Arvasi hocamızın bütün eserleri, “Arvasi Hoca Okuma Programları” düzenlenerek konularında uzman eğitimcilerin rehberliğinde gençlerimizle derinlemesine mütalaa edilmelidir. 

ÖMRÜNÜ TÜRK- İSLAM ÜLKÜSÜNE VAKFETTİ

68 kuşağı Ülkücülerinden İstanbul Ülkü Ocakları Birliğinin Genel Sekterliğini de yapmış olan kurucularından ve Seyyid Ahmet Arvasi Hocamızı yakından tanıyan, hukuku olan, Arvasi Hoca’nın kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın Müdürlüğünü yapan ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürütmüş olan Ülkücü yazar, akademisyen Doç. Dr. Sakin Öner’in şu tespitleri önemlidir:

“Seyyid Ahmet Arvasi, bir misyon(amaç) ve vizyon(hedef) sahibiydi. Misyonu; Türk gençliğine ve milletimize “İ’lâ-yı Kelimetullah” idealini ve Türk-İslâm ülküsünü benimsetmekti. Vizyonu ise, bu ideal ve ülkünün alperen ruhuyla yetiştirilecek gençler eliyle dünyaya yayılmasına vesile olmaktı. Bütün ömrünü bu amaç ve hedef uğrunda çalışma ile geçirdi.”

İstanbul Nizam'ı Alem Ocakları’nın Aralık 1994 yılında Fırat Kültür Merkezi’nde düzenlemiş olduğu Seyyid Ahmed Arvasi'yi anma toplantısında şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, “Arvasî Hoca ‘Türk-İslâm Ülküsü’ isimli 3 ciltlik eseriyle Türk gençliğine büyük ışık tutmuştur. Yani gerçek manada davanın kitabını Arvasi Hoca yazmıştır.” demiştir.

Ömrünü “Türk-İslam Ülküsü”ne vakfetti. Arvasi hoca ; “Türk-İslam Ülküsü” adlı 3 ciltlik kitabıyla Ülkücü Hareket’in anayasasını yazan, tarihe, beşeriyetin hâfızasına ve Türk milliyetçilerinin gönlüne silinmez harflerle yazılan büyük bir mütefekkirdi. O, Ülkücü Hareket’in fikri temellerini İslâmî ölçülere göre şekillendiren ve yönlendiren çok önemli fikir adamlarından birisiydi,

Arvasi Hocamız, Türk milliyetçiliğini "İ'lâ-yı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem ülküsü" diye adlandıran isimdir. Eşine az rastlanır bir mütefekkir, bir ahlâk ve dava adamı olan Arvasi, entelektüel kişiliğiyle Türk fikir ve kültür hayatına damga vurmuştur. Arvasi Hocamız, ömrünü millî ve manevî davaya adamış; gecesini gündüzüne katarak Türk milli eğitimine ve Türk gençliğine hizmet için her sıkıntıya göğüs germiş, müstesna bir insandır. 

Seyyid Ahmet Arvâsî, hayatını “..Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..” (Hûd, 11/112) İlâhî îkazına göre şekillendiren, Kur’ân-ı Azimüşşân’ı her konuda rehber olarak gören, hiçbir zaman şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerinden ayrılmayan, ömrünü inancına ve milletine adayan, Efendimiz’de en kâmil manasıyla tebarüz eden birçok güzellikleri ve özellikleri bünyesinde toplayan bir alimdi.

Dr. Mehmet Güneş Hocamızın ardından yazdığı “Bir Îmân Burcu Seyyid Ahmet Arvâsî” adlı yazısında “Seyyid Ahmet Arvâsî, yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan, inandığını söyleyen, söylediğinin arkasında duran bir münevver olan Seyyid Ahmet Arvâsî, örnek bir Alp-Erendi. O, 56 yıllık kısa ömrüne çok büyük hizmetler sığdıran gerçek bir âlim, sâlih bir Mü’min, müstesnâ bir insandı. O; sıradan bir kişi değildi, ender yetişen kelimenin kâmil manasıyla tam bir muallimdi. O, bütün hayatını İslâm dinine ve bu hak dine 1000 yıllık hizmetiyle şereflenen Türk milletine adamış, mükemmel bir eğitimci, farklı bir yazar, ufku geniş bir erbâb-ı kalemdi.” sözleri hakikatin kendisidir.

ARVASİ HOCAMIZIN  VE ŞEHİT LİDERİMİZ  MUHSİN BAŞKAN’IMIZIN  YOKLUĞU DERİNDEN  HİSSEDİLİYOR

Her iki “Büyük Ülkücü”, iki “Büyük Alperen”, iki “Kutup Yıldızı”, şehit liderimiz Muhsin Başkan ve onun “davanın kitabını Arvasi Hocamız yazdı” dediği, “MEKTEP ADAM”, “sırat-ı müstakim” doğruluğunda bir çizgi üzerinde hayat sürdüler, bu mübarek çizgide Hakk’a yürüdüler.

Her iki büyük “ÜLKÜCÜ”, Türk-İslam ülküsü çizgisinden taviz vermemiş, ömürlerini Allah rızası uğrunda harcamışlardır.

Çileli ve fırtınalı geçen hayatımızı vakfettiğiniz "İ’LA-YI KELİMETULLAH DAVASI" davamız; "NİZAM-I ÂLEM ÜLKÜSÜ" ülkümüz olacaktır.

Hayatı boyunca zalimlerin önünde asla başını öne eğmeyen, her türlü güç ve şer odaklarına karşı dik durarak Hakk’ın ve haklının yanında yer alan Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun misyonunu inançla, kararlılıkla sürdüreceğiz. Hakkı, adaleti, sadakati, samimiyeti ve ahlakı, bu davanın mensupları olarak savunmaya devam edeceğiz.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun izinde giden dava arkadaşları, ülküdaşları, şehit liderlerinin öğrettiği yüce ülkü ve değerlerin ışığında adaleti, demokrasiyi savunmaya, milletin adamları olmaya devam edeceklerdir.

Muhsin Başkan gibi, inançlarımızdan asla taviz vermeyeceğiz. Hakkaniyetten ayrılmayacağız. Söylediği gibi dik duracağız, doğru söyleyeceğiz, düz yürüyeceğiz.

Hüseyni yolun sevdalısı, şehit liderimiz Muhsin Başkan, yolundan, davasından dönmemişse, onun izinden ve yolundan giden yiğit, kahraman Alperenler de eğilmeden, bükülmeden Hüseyni yolda şan ve şerefle yürümeye devam edecektir.

MİLLETİMİZ “SUİKAST” DİYOR AKP HÜKÜMETİ  “KAZA, BU OLAYIN PEŞİNİ BIRAKIN “DİYOR

Milletimizin ve kamuoyunun “suikast” dediği olayın üzerinde tam 13  yıl  9 ay geçti. liderimizin ve dava arkadaşlarımızın şehit düştükleri elim olay aydınlatılamadı. Tam aksine, dosya karatılmaya, kapatılmaya, örtbas edilmeye çalışılmıştır. 

Muhsin Yazıcıoğlu davasında devam eden mahkeme süreçleri, eylemin örgütlü bir yapı tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Ortaya konan raporlar, belgeler, ifadeler, somut deliller, olayın suikast olduğunu ortaya koymuştur. 

AKP hükümeti 13 yıldır  “kaza”,  “Peşini bırakın, bu işle uğraşmayın” diyor. Devlet içinde hükümet içinde ordu içinde bürokrasi içinde bu olayı örtbas etmeye, karartmaya, kapatmaya çalışıyorlar.

İç ve dış  mihraklar, devlet ve millet düşmanları bu hain emellerinde asla muvaffak olamayacaklar.

Zannetmesinler ki suikastın peşini bırakacağız. Zannetmesinler ki kumpasçıların yaptıklarını yanlarına bırakacağız. Zannetmesinler ki susacağız, korkacağız, çekineceğiz, meydanları terk edeceğiz. 

 “Muhsin Yazıcıoğlu, bizim kırmızı çizgimizdir” diyen aziz milletimiz ve yiğit Alperenler/Ülkücüler, bu olayın peşini asla bırakmayacaktır. Kimse bu davayı örtbas edemez, karartamaz, kapatamaz. İhmalleri, kusurları ve suçları olanlar, elbette adalet önünde hesap vereceklerdir. Nereye giderlerse gitsinler, nereye kaçarlarsa kaçsınlar, nereye saklanırlarsa saklansınlar, cehennemin dibine de gitseler, onları bulmak ve mutlaka yargı önüne çıkartmak boynumuzun borcudur.

Yiğit lider, şehit lider, Muhsin Başkanımızı ve 31 Aralık 1988 yılında rahmet-i rahmana kavuşan büyük mütefekkir, Türk-İslam ülküsünün mimarı, Seyyid Ahmet Arvasi hocamızı, şehadete yürümüş tüm şehitlerimizi dava büyüklerimizi, dava arkadaşlarımızı rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.  Onları asla unutmadık ve unutmayacağız. 

Fatihâlar ve Yâsinler, Muhsin Başkan ve Arvâsî Hoca’ya… 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —