Cihat Arpacık, 2019’da yaptığı ve Independent Türkçe’de yayımladığı röportajların bugünkü bölümünde Murat Belge ile konuşacak.
Cihat Arpacık, 2019’da yaptığı ve Independent Türkçe’de yayımladığı röportajların bugünkü bölümünde Murat Belge ile konuşacak.
İletişim Yayınları’nın kurucusu Prof. Dr. Murat Belge 40 yılı aşkın bir süredir durmadan yazıyor. Halkın Dostları, Birikim, Milliyet, Cumhuriyet ve Radikal gibi birçok gazete ve dergide yazdı. Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Belge, "çözüm süreci"ne katkı sunmak ve süreci halkla buluşturmak için kurulan Akil İnsanlar Heyetinin içindeydi.
Belge geçtiğimiz yıl Oxford Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. Oxford’daki görevinden arta kalan zamanları Türkiye’de geçiren Belge’yle kültürel iktidar ve AK Parti ilişkisini irdelediğimiz haber dosyasının 2. bölümü için röportaj yapmak üzere buluştuk.
Belge, “kültürel iktidar” tanımını “oksimoron” kavramıyla açıklıyor: Frenkçeye Yunanca’dan geçen bir kavram var: "Oksimoron. Kendi içinde bir çelişki demek. ‘Bilinen sır’ ifadesindeki gibi. Oysa biliniyorsa sır değildir. Kültürel iktidar kavramı da oksimoron. Kültür dediğin şeyin iktidarı olmaz. Ölçüye de gelmez; iki kilo kültür diyemezsin. Kültürel iktidar diye konuşuluyorsa zaten baştan kültürün ne olduğunu bilmeyen insanların konuştuğunu anlıyoruz."
AY: Murat Belge bu sözleri ile Sn. Erdoğan’ın, Ak Parti yetkililerin ve bazı köşe yazarlarının (başta Yusuf Kaplan olmak üzere) kaşı çıkıyor; “Kültür dediğin şeyin iktidarı olmaz” diyor. Burada kültür ile iktidar arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor.
Kültürün bilgiye dayandığını ve aslında kültür denilen şeyin bilgiden sonra başladığını söyleyen Belge şu iddialarda bulunuyor:
“Cumhurbaşkanı’nın seçmen kitlesi ya da partisinin tabanı kültür aşamasına geçecek bilgilerden büyük ölçüde yoksun. Bu nedenle buradan bir kültür çıkmıyor. Mesela, Cumhurbaşkanı yıllar önce şiir okuduğu için hapse atıldı deniliyor. O okuduğu şeye şiir denmez. Kafiyesi olan her şeye şiir diyebilir miyiz? Manzume diyebilirsin ama şiir demezsin. Onu şiir diye okumak kültürsüzlük emaresi. Tabii söylediğimin o öyle bir şey okudu diye adamın hapse atılmasını onaylamakla ilgisi yok ama onu şiir diye okuyor, kitlesi de şiir diye dinliyor. Cumhurbaşkanı yukarıda bir konumda olduğu için kitlesinin kültürel yoksunluklarını galiba daha iyi görüyor. Onun için de böyle konuşuyor. Hayatın inceliklerini tespit etme yeteneği olmayan ve ona göre yaşayamayan bir kitle. Karşısında da icabında hapse atabildiği insanlar var, o adamlar başka türlü işler yapabiliyor. Cumhurbaşkanı bunu da görebiliyor.
AY: Belge, Ak Parti kitlesini; bilgiden yoksun, kültürden çok uzak olduğunu söylüyor. “Hayatın inceliklerini tespit etme yeteneği olmayan ve ona göre yaşayamayan bir kitle.” diyor ki, bu çoğu tespitlerde görülüyor: Müzikten-resimden-halk oyunlarından-baleden-kitap okumaktan vb. uzaklar…Ve, Sn. Cumhurbaşkanımızın bunu gördüğünü, ona göre söylemler yaptığını belirtiyor.
Burada sözü AK Parti’nin liberallerle kurduğu ortaklığın bitirilmesine getiren Belge, AK Partili Aziz Babuşcu’nun “Liberal kesimler şu ya da bu şekilde bizimle paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak” sözlerine atıf yaparak şunları söylüyor:
Babuşcu’nun ‘Bunu söylemenin zamanı geldi’ diyerek kendi başına konuştuğunu sanmıyorum. Bu, ona ısmarlanmış bir cümleydi. Liberaller diye benim de aralarında sayıldığım –liberal falan olmadığım halde- bir avuç adam. Ulusalcılarla bitmeyen kavgamız nedeniyle bu iktidarı iktidar yapmak bizim üzerimize kaldı. ‘Yetmez ama evet’ demişiz de onun için böyle olmuş. O zaman böyle etkiliymişiz ama şimdi ‘Bu adama oy vermeyin’ diyoruz kimse dinlemiyor. AKP, iktidarının ilk yıllarında bir sürü şeyi doğru yapıyordu. Yanlış yaptığı zaman da destekleyeceğim diye bir şey yok. Yani Cumhurbaşkanı’nın 15 tane adamla bu ittifakı kapatması mesele değil de kitlesinin başka bir yerden haberdar olmasının önüne geçti. ‘Kitlem bu adamlardan etkilenmesin, benim adamlarım benim kalsın’ mantığıyla hareket etti… Bu, kendi adamlarıyla kültürün arasına set koymak demek. Ondan sonra “kültürel iktidar olamadık” diye hayıflanmanın bir anlamı yok. Zaten kültürlü olma yollarını kapatmış vaziyettesin.
AY: Belge “kültürel iktidar olamadık” söyleminin bilinçli olarak söylendiğini, Sn. Cumhurbaşkanı ve Ak Parti yönetimi tarafından Ak Partili seçmenlerin “kültürlü olma yollarının kapatılmış” olduğunu söylüyor. Bu Kur’an-ı Kerim’i ezbere okuyup, ayet ve surelerde ne anlatılıyor/ne deniyor? diye sorduğunuzda öylece kalan kişilerin durumuna benziyor. 5 vakit namazını kaçırmayan kutsal kitabımızı ezbere okuyan bir kadına sormuştum; “Günde 5 vakit okunan ezan” ne diyor? Namaza çağırıyor” demişti. Ama, “tek cümle değil ki? Farklı sözler var.” Cevap verememişti. Dedim ki, “ezbere okuman çok iyi de, hayatına uygulayabilmen için neden hacı/hocalara ihtiyaç duyuyorsun, Türkçe mealleri al, aç oku.” demiştim.
Belge siyasi iktidarların kültür yaratamayacağı görüşünde. Kültürün kendiliğinden gelişebileceğini savunan Belge, kültür bakanlıklarının da kültüre müdahale etmeye çalışan kurumlar olduğunu öne sürüyor. İktidarların görevinin herkesin kültürünü rahat yaşadığı, kolay erişilir hale getirildiği bir atmosferi sağlamak olduğunu ifade eden Belge şöyle devam ediyor:
“Hükümetler demiryolu yapar, liman yapar ama kültür yapmaz. Yetkisini aşma eğiliminde olanlar her zaman çıkabilir. Ama yaptığı iş de bir trafik polisliğidir. “Sen dur, sen geç” gibidir yani. Olmayan bir şeyi yaratmak ya da olan bir şeyi yok etmek hükümetlerin elinde değildir. Hükümet olma gücünü kötüye kullanarak, suistimal ederek bunu yapmaya çalışabilir. Bu suistimali Joseph Goebbels (Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı) yaptı. Hem modern resmi mahkum etmek için bir “yoz sanat sergisi” hem de kendisine göre olması gereken sanatın ne olduğunu göstermek için “iyi sanat sergisi” açtı. İyi sanat sergisinde gürbüz Germenleri resmettiler. İlk üç gün bütün ahali yoz sanat sergisi dediği sergiye gitti. İyi sanata kimse dönüp bakmayınca mecburen kapattılar, projeden vazgeçtiler. İşte bu bir müdahale biçimi. Ama Goebbels kültür bakanı değil propaganda bakanıydı. Yaptığı iş zaten propagandaydı. Bu kaygılar işin içine girdiği zaman kültür uçar gider. Kültür böyle bir atmosferde yaşayamaz. Bunun adını koymak gerekiyorsa, tamam propaganda bakanlığıyla böyle şeyler yapabilirsin ama buna nezaket gösterip adına kültür dememek gerekiyor.”
AY: Çok doğru bir söylem; Hükümetler kültür yapamaz. Biz de uygulanmasa da, Devletin bir kültür politikası olur ve kim gelirse gelsin değişmez. Bir zamanların “acılı arabesk siparişini, arabesk tarzı bestelerin yasaklanmasını vb.” unutmamak gerek. Halkı sanat ve kültüre yönlendirmenin çok yolu var, ama gerçekten istenirse…
Benzer yanlışları erken Cumhuriyet hükümetlerinin de yaptığını ve muhafazakar kültüre alan tanımamak için çaba harcandığını söyleyen Belge, bu nedenle, baştan yanlış olduğunu düşündüğü bu tartışmanın büsbütün garipsenemediğini ifade ediyor.
Birinin aklına Muhteşem Yüzyıl yapmak geliyor. Bunu yapan reklamcıların eli toplumun nabzında. Çünkü dertleri para kazanmak. Neyin popüler olacağını biliyorlar. Onlarda da uzun boylu bir sanat kaygısı yok, para kaygısı var. Ama para kazanmanın yolunun ahalinin zevklerinden geçtiğini bildikleri için onu kolluyorlar. Dizi başlıyor, cumhurbaşkanı çıkıyor “Kanuni’nin ömrü seferlerde geçti” diye müdahale ediyor. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı’nı memnun edecek bir şekle sokmaya çalışıyorlar. Televizyon seyircisi olarak devamlı sefer seyrettiğin zaman sıkılırsın. Mehmet Akif’in Çanakkale şiirini bir defa okursun, güçlü de bir şiirdir ama bütün ömrünü Çanakkale Şiirini okuyarak geçiremezsin. Bunlar başka bir şey bilmiyorlar.
Belge, kültüre Sovyetler döneminde de bazı müdahalelerin yapılmaya çalışıldığını söyleyerek bu durumdan ders alınmadığını öne sürüyor:
Yeni yeni yaygınlaştırılmaya başlayan “Neo-Ottomanism” diye bir şey çıktı. Bu da siyasetten gelen bir şey. Osmanlı kültürünün güzelliklerini gördüm de onun elinden tutayım diye bir kaygı yok. Başka nedenlerle; imparatorluk kavramı hoşuna gittiği için, iktidara tahvil etmek için yapılıyor… Fakat bilmiyor... Ne olduğunu bilmiyor. Bildikleri şey sadece büyük olduğu. Boyunu büyütünce güzel olacağını zannediyorlar. İyi niyetli bir Vakıflar Genel Müdürü vardı. Bir takım restorasyon işlerine girişmişti. Bizi de yazarlar, gazeteciler olarak bu restorasyonları göstermeye götürdüler. Yıkık bir camiyi restore etmişler. Anıtsal da değil gayet mütevazı bir camiydi. Caminin duvarlarına aplikler koymuşlar. Camide aplik falan olmaz. Bakıyorsun bir gece kulübü havası var. Bunu iyi niyetle yapıyor ama nasıl yapacağını bilmiyor. Estetik kaygısı olabilir ama estetik bir birikimi yok. Bugünün zevklerine göre oraya bir şey koyuyor. Ya da Dubai’ye bakıyor, binalar büyük, denizin ortasına ada yapmışlar… Zaten Dubai güzel bir şehir değil onun taklidi daha da beter bir şey.
“Mimar Sinan Süleymaniye’yi, Selimiye’yi yaptı. O zamanın teknolojisiyle o kubbeyi oturtmak, asırlardır o kubbenin orada durmasını sağlamak müthiş bir matematik istiyor. Ama aynı zamanda estetik de istiyor. Mimar Sinan gibi bir adam bunları yapıyor. Bugün senin elinde beton gibi başka bir malzeme var. Tek tek taşlar koyarak kubbe yapmana lüzum yok, betonu kullandıktan sonra yüz metre çapı olan kubbe de yapabilirsin. Bugün daha büyük kubbe yapmak marifet değil. Betonu estetik olarak nasıl kullanabilirsin, hem bir camiden beklenen işlevi yerine getirsin hem de bu günün teknolojik imkanlarından bir estetik çıkarsın. Yok işte. Gidiyor Çamlıca’da ilginç bir şey yapıyor.”
AY: Bir işi yaparken, liyakat, ehliyet, matematik ve estetik bir arada olmalıdır. “Ben yaptım oldu ”anlayışı yanlıştır. Sn. Belge güzel örnek vermiş. Bu vb. medyada bolca okuyoruz…Osmanlı dizileri furya halinde. Kaçı doğru, kaçı yanlış? Para kazanmak için yapılan çalışmalar, ama danışmanları, uzmanları sağlam olmalıdır.
Taksim’de bir dönem yapılmak istenen Topçu Kışlası’nın oryantalist tarzda yapılmış bir bina olduğunu anlatan Belge, oryantalizmin, “batının çok da beceremeden doğuyu süsleme biçimi olarak kullanması” olduğuna işaret ederek “Sen neden onu yapıyorsun kardeşim. Sana mı düştü oryantalizm” ifadelerini kullanıyor.
Muhafazakar olmanın kültürsüz kalmak anlamında olmadığını söyleyen Belge, “Kimse muhafazakar olduğu için kültürsüz kalmaya mahkum değil” diyerek Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç ve Rasim Özdenören’den örnekler veriyor. “Kültürel olmanın siyasi iktidarla ilgisi olmayan, kendi içinde yolları var” diyen Belge, “Onları yerine getirdiğin zaman bir Sezai Karakoç ya da Cahit Zarifoğlu oluyorsun ama bunu çok az kişi yapıyor” diyor.
AY: Çok güzel bir söylem; “Muhafazakar olmak, kültürsüz kalmak” değildir. Her kişi, değişik yollardan kültür alabilir, kendini geliştirebilir. Geçmiş değerlere baktığınızda, imkanlar “hiç kimseye altın tepsi içinde sunulmamıştır” Üstelik, o değerli insanlar “beyaz yeleli atlara binip ülkeyi terk ettiler.” O nedenle; çeşitli yasaklarla, günah söylemleri ile kişileri kültür/sanattan uzaklaştırmak doğru değildir.