Siyonizm’i ve ABD emperyalizmini eleştiren Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür, “ABD desteğindeki vahşi Siyonist şiddet soykırım ve savaş suçudur” ifadesini kullandı.
Gürgür’ün “Siyonist Şiddet ve ABD desteği” başlığıyla kaleme aldığı yazısı şu şekilde;
“9 Aralık 1948 BM “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması“ sözleşmesinde soykırım şöyle tanımlanıyor: “Millî, dini, etnik ya da ırksal bir grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak için gruba mensup olanların öldürülmesi, bedensel yahut zihinsel zarar verilmesi, fiziki varlığının ortadan kaldırılması hesaplanarak yaşam şartlarını kasteden değiştirilmesi …”
7 Ekim’den beri Netanyahu hükûmetinin Gazze’de daracık bir koridorda her türlü yokluğa, yoksulluğa, özellikle 2006'dan bu yana süregelen acımasız ambargoya, silahlı saldırılara direnerek hayatta kalmaya çalışan 2.3 milyon Filistinliye uyguladığı politika bu tarifle örtüşen tipik bir “soykırım” dır. Susuz, yiyeceksiz, elektriksiz ve ilaçsız bırakılarak, her türlü salgın hastalıklara ortam hazırlanarak çocuklarıyla, kadın ve yaşlılarıyla Gazze halkı topyekûn ölüme sürükleniyor. Bunun yanı sıra havadan, karadan ve denizden sürekli ateş altında tutulan Gazze, oturulamaz hale getirilerek boşaltılmak isteniyor. Çünkü İsrail’in asıl hedefi Hamas örgütü değil, Gazze halkı; eylemci olup olmadıklarına bakmadan ya da yaş ve cinsiyet ayrımı yapmadan hepsini “etkisiz hale getirilmeleri“ gereken terör yanlısı bir topluluk olarak görüyor.
Ilımlı bir siyasetçi olarak bilinen Cumhurbaşkanı İsaak Herzog bile “Gazze’deki sivillerin tamamının saldırılardan haberlerinin olmadığını, ya da dahil olmadıklarını söylemenin doğru olmadığını“ ifade ederek “Gazze’yi ele geçiren kötü niyetli rejime karşı ayarlanabilirlerdi” diyebiliyor. İsrail 18 yıldır kesintisiz uyguladığı acımasız ambargoyla burasını giriş ve çıkışları olmayan “esir kampı“ ya da “açık hava hapishanesi“ haline getirdi. Halen gençlerde işsizliğin oranı yüzde yetmişi aşıyor; dolayısıyla gelecekle ilgili ümidi ve beklentisi olmayan bu işsiz gençlerin radikal örgütlerden başka sığınacakları kapılarının kalmadığını İsrail’i yönetenler görmekten kaçınıyorlar.
ABD Başkanı Biden Netanyahu ile kucaklaşarak İsrail’e kayıtsız şartsız her türlü desteği vereceklerini belirtiyor; sağlık tesisine saldırı yapılmaz ümidiyle çoğu kadın ve çocuk binden fazla Filistinlinin sığındığı hastaneye atılan roketlerle yüzden fazla sağlık görevlisi ve sivilin katledilmesinin sorumlusu olarak hiçbir güvenilir dayanağının olmamasına rağmen peşinen Hamas’ı işaret edebiliyor. Siyonist - Evangelik ittifak, ABD’ni ve Başkan Biden’ı kontrolüne almış görünüyor. Dışişleri Bakanlığından önemli bir bürokrat İsrail’e ölümcül silahlar verilmesini ve tek yanlı desteği insanlık onuruna aykırı bularak görevinden istifa ediyor, birkaç yüz Amerikan vatandaşı aynı sebeple Kongre binasında oturma eylemi yapıyor. Ancak medyayı da elinde bulunduran bu “kutsal ittifak”ın ve geleneksel Yahudi lobisinin etkisini kırmak mümkün olamıyor.
Sadece ABD değil, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Batı’nın “ağır topları” ülkeler de bu küresel gücün etkisi altında. Başbakanları art arda İsrail’e giderek Netanyahu’ya destek tekmili veriyorlar. Savaş hukukunun alenen çiğnenmesini, sivillerin acımasızca katledilmesine, böylelikle evrensel değerlerin yok sayılmasına gözlerini kapamayı tercih ediyorlar, özetle soykırım yapılmasına ortak oluyorlar.
Netanyahu hükûmetinin hedefi Hamas ile sınırlı değil. Gazze’nin kuzey bölgesindeki halkı aç, susuz bırakarak, her türlü şiddet yöntemini kullanarak Mısır sınırına ve Sina çölüne göç etmeye zorlayarak burasını insansız hale getirmek istiyorlar. İsrail’in bu politikası yeni değil; kuruluşunun ardından aynı yöntemleri kullanarak 1949 yılında bir milyona yakın Filistinliyi Ürdün’e sürmüştü. Toplumsal tabanı zayıf olan Netanyahu ip üzerinde bisiklete binmiş sürücü durumunda; duraklarsa içeriden ve dışarıdan aldığı destek ne olursa olsun aşağıya yuvarlanır, iktidardan düşer. Oysa bu politikası başarılı olursa 75 yıllık sorunu çözen kahraman olarak alkışlanır.
Müslüman devletlerin tamamına yakınının, Batı emperyalizmine karşı sürüp gelen yılgınlığı, ürkek ve pejmürde görünümleri, birlikte politika üretecek bilinçten yoksun oluşları Siyonist-Evangelik eksenli küresel ittifaka dilediğini yapma fırsatı veriyor. İslam dünyasının küresel politika üretecek bilgi, beceri ve bilinçten yoksun olması, İslam’ı kendi fanatik görüşlerine göre yorumlayan, şiddeti tek çözüm olarak benimseyen kişi ve grupların ortaya çıkmasına yol açıyor. Radikal ve köktenci grupların çoğu defa kendi vatandaşlarını hedef alan terör niteliğindeki kanlı eylemleri İslam’a her bakımdan zarar veriyor. Hamas’ın 7 Ekim’deki eyleminde sınıra yakın ufak bir kasabada dans edip eğlenen sivillerin oluşturduğu gruba katliam yapması son derece yanlıştı; eylem askeri hedeflerle sınırlı kalsaydı meşruiyeti herkes rahatlıkla savunulabilirdi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ilk günden beri bölge ülkelerine yaptığı ziyaret ve görüşmeler, ABD dahil Batılı ülke mevkidaşlarıyla telefon görüşmeleri, tarafları itidalli olmaya daveti doğru ve yerinde girişimlerdir. Son olarak İslam İşbirliği Toplantısında katılımlı ülkelere anlamlı bir çağrı yaptı: “Şu ana kadar acil meselelerde buluştuk, konuştuk ve dağıldık. Bu sefer burada bırakmamalıyız. İsrail ve diğerleri Filistinlilerle barışı ertelemenin bir bedeli olduğunu anlamalılar. Hiçbir şey dar bir koridora hapsedilen iki milyondan fazla insanın toplu cezalandırılmasını meşru kılmaz. İsrail Filistinlilerle barış yapmadan daha geniş bölge planlarının kendisine arzu ettiği güvenliği getirmediğini ve getirmeyeceğini anlamalıdır.”
Hakan Fidan’nın ne tarzda bir karar verilmesini istediği açıktı; ama muhataplarında bu yöne adım atacak ne yürek ve istek ne de İslami ahlakın gerektirdiği bilinç vardı. Her zamanki gibi sıradan kınama mesajıyla yetinip dağıldılar. Dışişleri Bakanı Fidan’ın temasları ve konuyla ilgili açıklamaları ne kadar doğruysa MSB’lığının araya girip “Gazze’ye her türlü yardıma hazırız“ açıklaması aynı derecede yersiz ve gereksizdir. Bu tarz mesajlar yanlış anlamalara hatta bazı beklentilere yol açar. Bu tarz bizim değil Tahran’ın tarzıdır.
Natanyahu hükûmeti arkasındaki güçlere güvenerek Gazze’ye uyguladığı zulüm ve şiddeti uzun süre sürdürmekte kararlı görünüyor; çok niyetlendiği kara savaşına girmekten çekiniyor. İsraillinin canı onlara göre herkesinkinden çok daha değerlidir; bu sebeple muhtemel sokak çatışmalarında can kayıplarının artmasından, bunun İsrail kamu oyunda tepkilere, hatta kitlesel gösterilere yol açmasından çekiniyor. Hamas bu baskını düzenlerken bunun orantısız bir karşılığının olacağını, her türlü şiddete, saldırıya maruz kalacaklarını düşünmüş olmalı; ancak bunu göze alması Gazze halkına karşı taşıması gereken sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor, tersine daha artırıyor. Örgütle ezilen Gazze halkı arasında hesaplaşma yapılır mı bilemeyiz.”