Yüksel Durak


2022 ve SINIR ÖTESİ KAMPLAŞMA

2000’li yıllarla birlikte en çok tükettiğimiz kelimelerin başında geliyordu “kamplaşma” sözcüğü. Aslında bizde hep vardı.


2000’li yıllarla birlikte en çok tükettiğimiz kelimelerin başında geliyordu “kamplaşma” sözcüğü. Aslında bizde hep vardı. 

Sağ, sol...

Laik, anti laik...

Muhafazakâr, ilerici...

Yobaz, devrimci...

Listeyi uzatmak kolaylıkla mümkün. Yeni milenyumla beraber adını “kamplaşma” olarak koyduk... rahatladık. ABD gibiydik artık, bir şeye isim koyunca sorunu -adeta- çözmüş oluyorduk.

Sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Şerif Mardin; “Türk küçük geleneğinde normlardan sapmalara karşı hoşgörünün olmadığını, bu durumdaki bireylere karşı bir göz baskısı uygulandığını ve bunun yeni olmadığını” 2007’de söylediğinde büyük tartışmalara neden olmuştu.

Sonra alışıldı ve üzerine çok şey söylendi, yazıldı. “Mahalle baskısı” denildi ve kabul gördü. Biz bu mahallelerde yaşıyorduk; konu-komşu ne der? Elalem ne der? Falanca görse...

Ancak ismi konuca anladık mahalle baskısını. Sonra belki gettolara dönüştürdük ama şehir sınırları içindeydik. 

Tam olarak ne zaman başladı, bilmiyorum. İnternet taramasında da net bir sonuca ulaşmadım. 

Biz kamplaşmayı sınır ötesine ne zaman taşımıştık?

BIDEN-TRUMP

Önce ABD başkanlık seçimleri süzülüp geldi hafızamdan... 

Son 20 yılda böylesine heyecanlı bir seçim yaşamamıştık. 2002’de sürpriz bir seçim sonucuyla karşılaşmıştık fakat gerçekten böylesine heyecanlı bir seçim hatırlamıyorum... Tekrarlanan İstanbul belediye seçimini saymazsak.

Muhtemelen Amerikalılardan daha fazla öğrenmiştik Amerikan seçim sistemini. Doğrudan kullanılan oylar, postayla gönderilenler, erken kullanılanlar vesaire... Senatosu vardı, temsilciler meclisi vardı. 

Sonra eyaletler... Ekranlarımız o gece ABD’ye kilitlenmişti. Sabah kadar kim, hangi eyalette önde, izlemiştik. Yorumcularımız ve analizcilerimiz açıklamıştı güzel güzel. Lakin ABD, seçimi bizim kadar başarılı yapamıyordu, kesin sonucu öğrenmek birkaç gün sürebiliyordu, olsun.

Sonunda Biden kazandı, Trump kaybetti. Bir kısmımız sevinirken bir kısmımız üzüntüden kahroldu. 

Oysa ABD seçimlerinin tek kazananı olur(muş)... yok Amerikalılar değil, ABD devleti ve tabi onu yöneten seçkinler.

ABD seçiminden bizim kazanımımız sınır ötesi kamplaşma oldu; Trump ve Biden’ciler... 

Bizi bir sınır ötesi kamplaşma keser miydi? Tabii ki hayır...

RONALDO-MESSİ

Arjantinli Messi nereden geldi, bir proje miydi, baştan sona bir program mıydı? Nereden bileyim... Buna karşın Anadolu’mun güzel deyişiyle “Allah vergisi” bir yetenekti.

Allah vergisi... Kesinlikle. Messi ve futbol topu iki ayrı obje değildi, bir bütündü. Top, adeta Messi’nin bir uzvuydu. Meşin yuvarlağı ayaklarıyla değil, aklıyla kontrol ediyor ve yönetiyor gibiydi. Üzerine azim, çalışma, emek ve saygı gelince netice Lionel Messi oldu.

Messi, müesses nizamın (futbol endüstrisinin) bir parçasıydı. Futbolun haricinde kişiliği hakkında pek bir bilgimiz -en azından benim- yoktu.

Portekizli Ronaldo, yetenek konusunda meslektaşı kadar şanslı değildi. Hatta vatandaşı Quaresma kadar da şanslı değildi. Çıkış yıllarında Quaresma daha parlak bir gelecek vadediyordu.

2003 yılında Sporting’den Manchester United’e transferi aslında yolunun başlangıcıydı. Burada geçen parlak sezonların akabinde 2009 yılında Real Madrid’e transfer oldu ve her şey o zaman başladı.

İspanya liginin Barcelona-Real Madrid rekabeti sınırları aşan, dünyaya mal olan bir rekabetti. 2009’dan sonra rekabet, Messi’li Barcelona ile Cristiano Ronaldo’lu Real Madrid rekabetine dönüştü. 

Bu ikili atılmadık gol, kazanılmadık maç, alınmadık (Dünya Kupası hariç) kupa ve kırılmadık rekor bırakmamıştı. Bir zaman sonra rekorları bir o, hemen arkasından diğeri kırıyordu.

Futbolseverlerin böylesine bir rekabeti izlemesi çok büyük şanstı, kısmetti...

Ronaldo Messi’nin aksine hırs ve azim ile çalışma, çalışma, çalışmaydı.

Ronaldo da müesses nizamın bir parçasıydı. Fakat Portekizlinin asi bir yanı vardı. Messi’den öte dünyaya meydan okuyan bir tavrı vardı. 

Futbol yaşamlarının sonuna doğru gelinen noktada Messi, kariyerine bir Dünya Kupası koydu ve rekabet bitti.

Messi Ronaldo’ya göre daha şanslıydı Dünya Kupası için; Allah vergisi yeteneği vardı ve ülkesi Arjantin daha önce şampiyonluklar kazanmıştı.

Ronaldo’nun ülkesi dünya kupalarında sadece iki kez yarı final oynamayı başarmıştı ve 2006 yarı finalinde Ronaldo kadrodaydı.

Dünyanın başka ülkelerinde de “Ronaldocular” ve “Messiciler” vardır şüphesiz, fakat bizde ki kamplaşma yoktur sanıyorum. Biraz daha ileri gideyim; Filistin’de bile yoktur.

Bizde ki kamplaşmanın temeli zannediyorum Filistin ile başladı. Ronaldo, Filistin davasında, -medyamızın bir kısmına göre- Filistin’den yana taraftı. Filistin’den yana olandan olmamız doğaldı. Filistin bizim davamızdı... Kudüs kırmızı çizgimizdi.

REKABET BİTİNCE

Bizim “Ronaldocularımızın”, “Ronaldocu” olmaya başladıkları zamanlarda Türkiye-İsrail ilişkileri gerginliğin son boyutunda olmalıydı.

“One minute” ve “Mavi Marmara” vakalarından sonra düzelme ihtimali kalmayan ilişkiler, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesiyle dibe vurdu. Neredeyse, Kudüs’ün başkent olmasını tanıyan ABD’yi dövecektik. Buna karşın tarihin ilginç bir seyri var; Kudüs’ü radikal bir kararla tanıyan kişi Trump’tu... Hani ABD seçimlerinde bir kısmımızın tuttuğu.

2022’de Türkiye-İsrail arası ilişkilerde normalleşme süreci başladı, mart ayında iki ülkenin cumhurbaşkanları 14 yıl aradan sonra ilk kez görüştü.

Futbol yaşamını, -çok büyük bir ihtimalle- Dünya Kupası kazanamadan tamamlayacak olan sevgili Ronaldo’ya minik bir öneri; bize fazla güvenmesin... Bizden fevkaladenin fevkinde “Messiciler” çıkabilir.

Zira politika, futbola hiç benzemez.

 

2022, 27 Aralık