Mehmet Çavul


“Dünya Sisteminin Doğası”

Başlık, yazar Ercan Yıldırım’a ait bir kitap ismi. 2020 yılında Ketebe Yayınları tarafından ilk baskısı yapılmış olan eser geçen hafta “Dost Meclisi”mizin aylık müzakere kitabıydı. Yazımız bu kitap ve onun değindiği konular etrafında ilerleyecek.


Başlık, yazar Ercan Yıldırım’a ait bir kitap ismi. 2020 yılında Ketebe Yayınları tarafından ilk baskısı yapılmış olan eser geçen hafta “Dost Meclisi”mizin aylık müzakere kitabıydı. Yazımız bu kitap ve onun değindiği konular etrafında ilerleyecek.

 

Bugün dünyaya hükmeden yaşam biçimi Batı kaynaklı küresel medeniyettir. Küresel medeniyet üç ayak üzerinde yükselir: Neoliberalizm, postmodernizm ve küresel kültür.

 

Yazar, 16 bölümden oluşan kitabında bu küresel medeniyetin insanı, toplumu ve devletleri çepeçevre kuşatmasını ele alıyor. Kapitalizmin örümcek ağı gibi sarmaladığı zihinlerin nasıl çaresiz kaldığını anlatıyor. Neoliberalizm tarafından küresel şirketler eliyle ve özellikle çevre ülke halklarını derin bir nihilist çaresizliğe iten kısa tarihi sürecin yıkıcı sonuçları gözler önüne seriliyor. 

 

ABD İmparatorluğu’nun 2. Paylaşım Savaşı sonrası, siyasi manada Yalta Konferansı ve onun uzantısı olan BM; ekonomik manada Bretton Woods ve onun kurumları olan IMF, Dünya Bankası, G7, OECD ve askeri manada NATO ile nasıl dünya egemenliğini elde ettiği konu ediliyor.

 

Yine ABD İmparatorluğu’nun kurduğu merkantilist, kapitalist, Keynesyen, liberal ekonomi modelleriyle ve bunların sebep olduğu 1929, 1970, 1997, 2008 büyük ekonomik krizleriyle pramidin tepe noktası diyebileceğimiz “merkez”i nasıl koruduğunu ve faturayı her daim “çevre”ye nasıl çıkardığını örnekleriyle okuyabiliyoruz.

 

Kapitalizmin yıkıcı sonuçları da verilmiş kitapta: Toplumlar doğrudan şirketlerle karşı karşıya getirildi. Gelir dağılımında adaletsizlik had safhaya ulaştı. Kredi yöntemiyle bağımlılık ve devamlılık sağlandı. Görece konfor sayesinde sistem meşruiyet kazandı. Hayat sadece çalışma ve üretime indirgendi. On beş- yirmi yılda bir çıkarılan krizlerle halka verilen görece konfor imkânı onlardan alınıp küresel şirketlerin kasasına dolduruldu. “Kore mucizesi, Asya kaplanları, gelişmekte olan ülke” yalanlarıyla daha fazla çalışma ve üretim motivasyonu sağlandı. Vahşi üretim politikaları yüzünden çevre ve iklim krizi oluştu. Ticaret savaşları ile dünya cehenneme çevrildi. Gen teknolojisi ve yapay zekanın geldiği nokta amoralist-immoralist yaklaşımları yaygınlaştırdı. Obezite, aile, köktencilik, insan hakları, özgürlükler ve kadın sorunu gibi daha pek çok büyük problem hayatı çekilmez kıldı. İnsanlar derin bir çıkmaza sürüklendi. Uyuşturucu, alkol, intihar ve cinsel sapkınlıklar çaresiz insana çare diye sunuldu. Sadece Türkiye’de aylık 5 milyon kutu antidepresan ilaç kullanıldığı kayıtlara geçti.

 

Üretim dışında hiçbir kutsal ve değer bırakılmadı. 

 

Kutsanan üretim mitine ait şöyle bir örnekle devam edelim: Bundan 500 yıl önce Dünyamızda yaklaşık 500 milyon insan yaşıyordu. Dünyanın o günkü hâsılası 250 milyar $ ve kişi başı gelir 500 $ civarı olduğu tahmin ediliyor. Şimdi ise nüfus yaklaşık 8 milyar, üretim ise 60 trilyon $. 

Beş yüz yılda nüfus yaklaşık 15 kat artarken üretim 240 kat artmış. 

Bunun izahını yapmak bir hayli güç. Ama şu kadarını söylesek pek de yanlış olmaz: Bugün lüks olan yarın ihtiyaç haline dönüşüyor. Ve tarihte ilk kez tokluktan (obezite) ölenlerin sayısı açlıktan ölenleri geçiyor. 

 

Boşalan “değer” ve “kutsal”ın yerine kapitalist ekonomi “üretim”i getirip dayattı. Tarihin akışı bu sistemin kök salmasına uygun dizayn ediliyordu.

 

Bretton Woods’un etkinliğinin sona erdiği 1970 sonrası, dolar, tek para dolaşım birimi haline gelir. Böylece etkisi güçlü bir şekilde 2008 Mortgage krizine kadar sürecek olan neoliberal ekonomi egemenliğini sürdürür. Aslında neoliberalizm tam kapitalizm demektir. Daha az devlet, daha çok toplum felsefesine dayanır. Çok uluslu şirketlerin ticaret ve tarımı yönetmesini içerir. Gümrük duvarlarının kaldırılmasını, çevrenin üretime katılarak merkezden payını almasını, her şeyin endüstrileşmesini, her tür değerin piyasaya indirilip metalaşmasını ve dini, etnik, cinsel kimliklerin - taleplerin özgürleşmesini hedefler.

 

Kapitalist Dünya Sisteminin Kısa Tarihi, kitabın en uzun bölümü. 30 Yıl Savaşları (1618-1648) sonrası yapılan Westfalya Anlaşması’yla temelleri atılan modern Batı’nın dünya egemenliği diyebileceğimiz sömürge dönemi Birleşik Krallık ile başlar. 2. Dünya Savaşı sonrası ABD dünyanın yeni patronu olur. Demokrasi, piyasa ekonomisi, modernizm, küreselleşme ve postmodernizm gibi enstrümanlarla ABD imparatorluğu özellikle Soğuk Savaş sonrası (1991) egemenliğini perçinlemiştir. 1996 Medeniyetler Çatışması tezi, 11 Eylül 2001 sonrası oluşturulan yeni düşman tanımı, 2010 sonrası Orta Doğu’da gelişen Arap Baharı ayaklanmaları ve peşi sıra değişen Arap yönetimleri hep Amerikan imparatorluğunun lehine sonuçlar doğurmuştur.

 

Kitapta sıkça tekrarlanan, “dindarlık ve milliyetçilik bir toplumda ne derece yüksekse sorun da o kadar büyük demektir” vurgusu dikkat çekicidir.

 

Ayrıca dünyayı teorilerin, fikirlerin, felsefi görüşlerin ve sanatın değil ihtiyaçların, çaresizliğin ve savaşların değiştirebildiği saptaması önemlidir.

 

Kitapta Türkiye’nin ABD ile siyasi savaşa girmesi, neoliberalizmin geleceği, korona pandemisi sonrası yeni dünya sistemindeki değişimler ve Tramp’ın siyasi geleceğine dair öngörülerin isabetsiz olduğunu da belirtelim. Özellikle Tranp’ın siyasi geleceğine dair öngörü 5 Kasım 2024 seçimleriyle yanlışlanmış oldu.

 

Kapitalizmin hiçbir alternatif yaşam biçimine hayat hakkı tanımadığını ve bunu görece refah ve özgürlükler sayesinde rızaya bağladığını da vurgulamış yazar.

 

Star Gazetesi Açık Görüş’ten tanıdığımız Ercan Yıldırım’ın kitabını modern bir “ilmihal” okumak isteyenlere tavsiye ederim.

 

Rene Guenon’un “karanlık çağ”, Aliya’nın “Doğu aklını, Batı ruhunu kaybetti”, Ali Şeriati’nin de “Doğunun dindarlığına, Batının uygarlığına inanmayın” diyerek altını çizdikleri büyük problemi daha geniş bir akademik pencereden okuyup anlamak isteyenlere “Dünya Sisteminin Doğası”ndan sonra Ahmet Davutoğlu’nun “Sistemik Deprem ve Dünya Düzeni” kitabını ısrarla tavsiye ederek yazıyı bitirelim.