Mehmet Çavul


Düşünme Nedir?

Düşünme bir eylem, düşünce o eylemin ürünü.


Düşünme bir eylem, düşünce o eylemin ürünü.

Hem de iki yüz elli bin yıllık bir eylem ve bir o kadar yıl boyunca üretilmiş müktesebat. Fakat elimizde olan sadece son iki bin beş yüz, bilemedin, beş bin yıllık bir miras.

Büyük ihtimalle düşünme, sadece insana has bir eylem ve onun en asli özelliği. Belki de bundandır Rodin’in, insana, kalıcı bir vurgu yapmak için Düşünen Adam’ı mermere kazıması!

Düşünme; olgu, olay ve varlık üzerine ussal/aklî bir çözümleme eylemi.

Düşünme, dinlerin ve özellikle felsefenin ilgi alanında olmuş. Dinler kendi çizdikleri çerçevede düşünme eyleminin anlam haritasını oluştururken felsefe konuyu daha geniş bir düzlemde değerlendirmeyi tercih etmiş.

Antik Çağ ve Yeni Çağ felsefesinde düşünme, merkezi bir değere sahip.

Sokrat düşüncenin en güçlü peygamberi! Talebesi Pluton ve onun talebesi Aristotales bu düşünce peygamberinin iki havarisi. Hem de binlerce yıl sonrasının entelektüel çabalarına hükmedebilecek kadar güçlü iki havari!

Rönesans’ın ilk filozofu Buruno. Aydınlanmanın en büyük filozofu ise Cohn Locke. 

Avrupa’da filozof yetişen sadece üç ülke var: Fransa, Almanya ve İngiltere. Felsefenin kadim coğrafyası Yunanistan ve onun yanında İtalya, İspanya ve Balkanlar bu konuda oldukça çorak kalmış. 

Modern Batı felsefesinin iki büyük düşünürü Descartes ve Kant.

Descartes’in, “… şüphe etmek düşünmektir; düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğum da şüphesizdir. Düşünüyorum öyleyse varım. Şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur” çıkarımı düşüncenin bu döneme damga vuran postülatı.

Kant’a göre ise düşünmek yargılamaktır. Yargılamak gelişmektir çünkü. Her ne kadar Orta Doğu’da bu anlam negatif bir içeriğe sahipse de Batılı paradigma bunun üzerine kurulmuştur.

Felsefeye vurgu yapmam özgür ve özgün düşüncenin bu disiplin içinde hayat bulmasındandır.

İslam içi disiplinlere baktığımızda konuya en geniş yer veren Kelam, Fıkıh ve Tasavvuf’u görürüz. Bu disiplinler, “nazar, müşahade, mükaşefe, tefekkür, tedebbür, taakkul, tezekkür, tefakkuh, teemmül …” gibi kavramlar üzerinden düşünme eyleminin farklı boyutlarını öne çıkarır. 

Düşünme konusunda İslam Felsefesi yukarıdaki ilim dallarının çok daha ötesinde bir konum arz eder.

Kelam’da Fahreddin Razi, İslam Felsefesi’nde de İbn Sina konuyu etraflıca ele almışlar.

İbnü’l-Arabi’nin kurduğu, marifete dayalı tasavvufi gelenekte ise düşünme; nesnel gerçekliği gözleme(müşahede), nesnelerin gerçeğini görme(ru’yet), bunların ardındaki gerçeği bulma(keşf) aşamalarından oluşan bir süreçtir. 

Fakat bugüne geldiğimizde özellikle İslam toplumları için düşünme/düşünce negatif bir olgudur.

Cevdet Said’in Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları adlı eserinde, “Bugün İslam aleminin neresine giderseniz gidiniz, orada düşünmekten korkulduğunu göreceksiniz” saptaması ne yazık ki gerçeğin ta kendisi olmuştur. Bu korkunun sebebini bir sonraki yazıya bırakarak devam edelim.

Müslüman dünyada, düşünce hürriyeti açısından en elle tutulur İslam ülkesinde yaşadığımızı unutmayalım. Şüphesiz bunu Cumhuriyet’e borçluyuz. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet derken 180 yıldan fazla zaman geçmiş. Ama hala düşünce, kuduz köpek muamelesi görüyor! Bunun sonucu olarak parlak bir mütefekkir yetiştiremiyoruz.

Türk Sağ’ı da Türk Sol’u da aslında yobaz. Mahallelerinin birer mahpusu adeta. Düşünmeye isteksiz. Düşünceye mesafeli. Sağ’dakilerin Necip Fazıl’ın Paltosu’ndan çıktığını bilmek yeterince aydınlatıcı! En özgürü ve özgünü Sezai Karakoç. Bu genel yargımıza Sol’dan Kemal Tahir ve İdris Küçükömer, Sağ’dan da Nurettin Topçu ve Erol Güngör gibileri istisna etmekte yarar var.

Çağdaş Müslüman dünyada düşüncenin haysiyeti yok. Ali Şeriati, Aliya İzzetbegoviç ve Muhammet İkbal gibi birkaç ismi istisna ederseniz bu genelleme daha doğru olur.

Türk dünyasına baktığımızda, Ziya Gökalp’in dediği büyük oranda doğru. O, “şiirden şuura geçemedik” diyerek Türk düşüncesinde filozof olmadığı kanısını ortaya atar.

Belki, Gökalp’in iddiasını “dünya ölçeğinde” diyerek tashih edebiliriz.

Düşünmenin özgürlük, yöntem ve ihtiyaçla ilgili olduğunu da belirtmekte fayda var. Dogmaların ve mit’lerin egemen olduğu bir toplumda düşünmenin riskini kim alabilir ki?

İnsanlar niçin ve nasıl düşünsün? 

Düşünmek insanı mutlu eder mi? 

Düşünmek insanlığıma ne katkı sağlayacak?

Sorular uzayıp gidiyor.

Devam edelim…