Selim Gürbüzer

Tarih: 27.10.2023 12:48

KENDİNİ YÖNETEMEYEN BAŞKASINI YÖNETEMEZ

Facebook Twitter Linked-in

       Bir kişi kendisini yönetemiyorsa başkasını yönetmesi mümkün değildir. Kendini yöneten ailesini de yönetir. Unutma ki sizin aileniz aynı zamanda müşteriniz sayılır. Onları memnun edebiliyorsanız o zaman iyi yönetici olursunuz. Zaten en küçük işletme ailedir.  Madem her şeyin temelinde aile eğitimi var, o halde aileyle de sınırlı kalmayıp sürekli dışa doğru gelişim içerisinde bulunmak gerekir.  Zira Peygamberimizin buyurduğu gibi; “Bir günü bir gününe eşit olan zarardadır.”

      Bir yönetici olayları iyi analiz edebiliyorsa işini bilen kaliteli bir yöneticidir. Müşteri varsa toplam kalite var demektir.  Zira müşteri nimettir.   Günümüzde toplam kalite yönetiminden dem vurulur ama her nedense uzun vadede müşteriyi tatmin etme noktasında sınıfta kalmış durumdayız. O halde önce insan anlayışını yerleştirmek gerekir. İşin içine alt üst, makam, para pul girince en yakınımızdakini bile görmüyoruz. Dikkat edin üst yöneticiler hep dışardan ithal edilmeye çalışılmış. Oysa bir zamanlar dünyayı biz idare ediyorduk. Peki ya şimdi, artık biz idare edilen olmuşuz. Neyse ki; her on yılda yapılan darbelerin ardından artık bizim diyebileceğimiz yöneticilerin çıkması bir nebze olsun yüreklerimizi rahatlatıp Türkiye’nin üzerinde uçuşan kara bulutların kalkacağını görebiliyoruz. 

         Gün artık tüm çalışanların katılımına dayalı toplam kalite modelini hayata geçirme zamanıdır. Ki; ecdadımız  “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye boşa dememiş. Nitekim bir zamanlar imece usulümüz bizim toplumumuza ruh veren güç kaynağıydı.

          Şayet bir yerde şahsi menfaate dayalı bir idari yapı varsa biliniz ki o yerde koltuğa sarılıp yöneticilik yapma anlayışı var demektir. Tabii hal vaziyet böyle olunca koltuktan güç alanlar koltuğa güç katamadıkları içindir bulundukları mevkilerde verimliliği düşürmektelerdir.  Liyakat hak getire, baksanıza düştüğümüz bir hale,   hemen herkes koltuk sevdası uğruna lider olmaya çalışıyor,  ister istemez bu durumda kurumlarda ve işletmelerde birbirinin kuyusunu kazar cinsten çatışmaların çıkması kaçınılmaz hal alıyor. Elbette ki Türk insanının lider olma hevesi tarihten bugüne gelen bir özelliğidir, değim yerindeyse genlerine işlemiş dersek yeridir.  Oysa hevesle bir yere varılmaz, yapılan bir işten kim iyi anlıyorsa yöneticinin de olması gerekir. İcabında bu da yetmez ekip çalışmasını yürütebileceksek kabiliyette lideri belirlemekte çok mühimdir.   Hatta daha da yetmedi toplumla barışık özgü bir yönetim modeli ortaya koymalı da. Bakınız su damlası düştüğünde halkalar oluşturuyor. O halde pekâlâ bizlerde damla misali işini bilen ekip halkası oluşturacak lider belirlemeli ki işler tamtakır yürüyüp “Halka hizmet Hakka hizmettir” sözünden maksat hâsıl olabilsin. 

         Meseleye birde şahıs planında ele aldığımızda ara sıra da olsa kendimize şöyle dönüp iç muhasebemizi yaparaktan acaba etrafımıza fayda üretebiliyor muyuz diye sormakta gerekir. Hiç kuşkusuz diplomayı duvara asmak marifet değil elbet,  duvara asıp da ne oluyor ki;  sanki başımız göğe erip topluma bir faydamız mı dokunuyor?  Tam aksine diploma bize bakıyor,  bizde ona bakıyoruz.  Düşünsenize öyle diplomalı insanlar var ki, üniversiteyi bitirdiği halde sunum yapmaktan aciz. Hadi diyelim sunum yapabilecek düzeye gelinse de yine her şey bunla bitmiş olmuyor, ömür boyu kendimizi öğrenci gibi öğrenme iştiyakıyla bulunduğumuz mesleklerde bilgilerimize yeni bilgiler katmalı ki kendimizi daha da bir geliştirip öğrenme heyecanımız tükenmesin.

          Hakeza meseleye birde sistem yönünden ele aldığımızda bir bakıyorsun 1950’lerde Almanya’nın eğitim sistemini aldık,  daha yeni yeni terk eder duruma geldik. Hatırlarsınız daha düne kadar tümdengelim eğitimiyle yetişiyorduk, neyseki tümevarım esas alabildik. 2012 yılında ise 4+4+4 sistemine geçtik. Fakat şurası muhakkak yeni sistemle yetişenler 20 yıl sonra ancak eskinin kalıplarından çıkıp, işte o zaman gerçek anlamda Türkiye çağ atlayacak duruma gelecektir.

          İdeal yöneticilikte planlama, örgütleme, yürütme, yön verme, yöneltme, koordinasyon, denetim esastır. Güç oluşturmak için bilgi, uzmanlık ve karizmatik güç gerekir. Bir işletmeyi yönetirken eş güdüm içerisinde hareket etmek icap eder, yani bir birim çalışırken diğer birimin atıl kalması eşyanın tabiatına aykırı bir durum.  Dolayısıyla aynı performans içerisinde tüm birimler sergileyebilmenin yanı sıra, bütün birimleri birbirleriyle uyumlu olma şartı da aranmalı. Bu yüzden buna eş güdüm denilmekte.

        Çalışanlar arasında hizmette yarış bilinci oluşturarak yetenekler ortaya çıkarılabilir. Keza çalışanlara değer verenler değişime ayak uydurabilir,  gerektiğinde onların görüşlerine başvurup hem hemhal olmayı hem de dinlenmeyi bilmeli. Zaten hem sükût lehçesini, hem de beden dilini iyi kullanıp iletişim beceresi olabilenler gerçek manada yönetici olabiliyor.

         Malum parayı yönetenler iktisatçılar, ekonomistler ve maliyecilerdir.  İnsanı idare edenler ise işletme ve kamu yönetimi mezunlarıdır. Madem öyle bu iki kanaldan gelen kaynağı bilgi çağının gereklerine göre yeniden tasarlamak gerekir.

        İyi bir yöneticinin değerini çalışanlar bilir. Tabiî ki başkalarının takdirini almak için yönetici olunmaz. Dolayısıyla bir yönetici en az şu özellikler olması gerekir; 

        -Astlarına değer veren, 

        -Astlarınca güvenilen, 

        -Gereksiz ayrıntıya girmeyen, 

        -Çalışanları hedefe yönlendirendir. İyi bir idareci aynı zamanda astlarının işini sevmesini sağlayan, çalışanlara takım ruhu veren, işini ve işyerini sevdirendir. Elamanlarınıza “ben liderim” demek yerine lider gibi davranmak en uygun olanıdır. Liderliğin hakkını vermenin yolu, hedefleri yeniden belirleme ve yapıcı eleştirilerde bulunmaktan geçer. Şayet bir kişi müessesede memnun değilse yönetim kademesinde bir problemin varlığını işarettir. Hele hele işleri savsaklamaya meyilli olanlar, ya da şikâyetten medet umanlar çalışma barışına katkıda bulunamazlar.  Madem bir futbolcunu başarısı takım ruhuna uyumluluğu ile ortaya çıkıyor, o halde bir kişinin işyerinde başarısı da ekip çalışmasına verdiği önem derecesinde kendini ele verecektir. Her şeyden öte bir kere yöneticiliğe soyunan bir kişinin mükemmel becerilere sahip olması yetmez, projeleri baştan sona kadar yürütebilecek yeteneği de olmalıdır.

         Bir liderde azami bulunması gereken özellikler ise şunlar olmalıdır; 

        -Yaratıcılık (üretkenlik), 

        - Hassas, 

        -Vizyon sahibi(ileriyi gören), 

        -Katılımcı ve değişimden yana olan,

        -Aşırı heyecanı olmayan, kolay sinirlenmeyen, 

        -Daha kolay geçinen arkadaşça ve sosyal, 

       -Temiz ve tertipli olan, 

        -Başkalarının ihtiyaçlarını bilip derdiyle dertlenen vs.

         Şurası muhakkak her zemin ve şartlarda doğruyu söyle ki ne dediğini hatırlamak zorunda kalmayasın.  O halde;  hiç kimse sana senden daha iyi öğüt vermez diyen Cicero’ya kulak vermekte fayda var.

           Yöneticinin başkanlık yaptığı toplantılarda istişareye önem vermek kadar, sürede önemlidir. İdeal toplantı süresi 45 dakikadır. Ayrıca ideal katılımcı sayısı azami 7 kişi olmalı ki toplantıdan maksat hâsıl olabilsin. Toplantıyı yöneten tarafsız olmalı, toplantı ortamının ısı seviyesi iyi olmalı. Toplantı sürenin ne zaman biteceğini zaman zaman bildirmeli. Mümkünse bir sonraki tarih ve saatini belirlemeli.

         Değişimden bihaber yönetim, kurum dışı değişim hızına ayak uyduramayacağından o kurumda çöküş kaçınılmazdır.

          En kötü karar karasızlıktan iyidir. Bu demek değildir ki her şeye balıklama dalınsın.

Zaman yönetimi çok mühimdir. Zira zaman su gibi akıp gitmekte, geri dönüşü asla yoktur. Dolayısıyla “Vakit nakittir” atasözünden hareketle zaman mefhumuna sil baştan yenilenen veya depolanması mümkün olmayan bir kaynak gözüyle bakmak icap eder.  O halde her geçen gün ömürden geçtiğine göre her verdiğimiz nefes anı değerlendirmekte fayda var.

          Kendini gereğinden fazla işe adamak ileriye yönelik zinde ve dinç kalmayı engelleyip enerjiyi her daim az olsun öz olsun babından ekonomik olarak kullanmakta fayda vardır, Acele işten pek hayır çıkmazda. 

         Yönetici olarak çoğu yapılmayacak türden gelen taleplere “Hayır” diyememek aslında mantığın yerine hislerinin galip geldiğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla bu durum olmayacak duaya amin demek gibi olur ki gereği ne ise onu yapmak en doğrusu.  Hele ki öyle hassasiyet gerektiren işlerde imza atılacak durumlar vardır ki ister istemez hislerle değil mantık çerçevesinde hareket etmek şarttır zaten.  Aksi takdirde kaş yapıyım derken göz çıkarılmış olur. 

        Şayet bir işletmede yönetici olarak masa başında çalışıyorsanız öncelikle dikkat edilecek hususlardan biri de masanın dağınık vaziyette olmaması gerekir. Zira dağınık masa yorgunluğa ve o işletmede verimsizliğe yol açar.  Dolayısıyla başkalarından ziyade öncelikle yöneticinin kendine çeki düzen vermesi gerekir. Kaldı ki dağınık ve hantal bir görünüm işletmenin ruhuna aykırıdır.  Öyle ya, mademki haftada 168 saatlik bir çalışma takvimi söz konusu,  o halde hızla ilerleyen saatleri nasıl değerlendirildiğinin muhasebesini yapmakta en başta yöneticiye düşer.  Şu da var ki bugünün işini yarına bırakmamalı.  Ama bu demek değildir ki işlerimizi alelacele yapılsın,   Tam aksine usuletle suhuletle yarına bırakmamak esas olmalıdır. Şayet işine usuletle suhuletle işine hâkim olamayıp işi aceleye getirildiğinde pek çok hatayı da beraberinde getireceği muhakkak.  Böylece hata yapmakla da aslında işini uzatmış olur.  Ki,  acele işe şeytan karışır.  Her şeyden daha mühim olan işin ehli olmaktır. Çünkü işin ehli olduğun zaman işi uzatmamış olunur. Malum işin ehli olmayanlar en ufak çapta bir marangozluk işi için bile günlerini verdikleri olur.  Dahası işin ehli için vakit nakit olurken işin ehli olmayan için ise vakit cebi delik cüzdan olmakta.

          Vesselam.

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —