Mehmet Çavul


Niçin Eğitemiyoruz?

Son yıllarda daha yoğunlaşmaya başlayan “çocuk ve gençlerimizi eğitemiyoruz” iddiası bu üç alandaki yetersizliğimizi ifade ediyor.


Başlıktaki soru, niçin modernleşemiyoruz, niçin gelişmiş ülkeler düzeyine çıkamıyoruz, niçin jeopolitik sorunlarımızı çözemiyoruz … sorularına benzer bir soru. Ve cevapları da çok benzer. Modernleşmenin kendini bize dayatmasıyla birlikte ve fakat bizim geleneksel hayat tarzına duyduğumuz nostaljik ilgi ve isteğin çatışmasını içeriyor bu cevaplar. Bir hayli geniş olan bu mevzuyu “eğitim” özelinde incelemeye başlayabiliriz.

Eğitim, istendik davranışların kazandırılma süreci olarak tarif ediliyor. Bu süreçte zihin, duygu ve davranışların hedeflenen noktalara ulaştırılması isteniyor. Bilgi, bilinç ve davranış olarak da ifade ediliyor. Zihin eğitimi, kavrama, muhakeme etme, yorumlama, analiz ve sentez yapabilme… gibi akademik becerileri içeriyor. Duygu eğitimi ise daha çok estetik(sanatsal) yetenekleri kapsıyor. Davranış eğitimiyle, geleneksel ahlaki kurallara uyum, toplum içinde doğru iletişim kurma ve ihtiyaçlarını temin etme becerileri kast ediliyor.

Son yıllarda daha yoğunlaşmaya başlayan “çocuk ve gençlerimizi eğitemiyoruz” iddiası bu üç alandaki yetersizliğimizi ifade ediyor.

Bu noktada çözüm olarak önümüze konan şey son üç yüz yıldır değişmedi: O da modernleşme.

Süreci biraz geriden alarak başlayalım.

Osmanlı’da modernleşmenin Tanzimat’la başladığı kabul edilir. Ama bundan yaklaşık 65 yıl önce yani I. Abdülhamit döneminde ilk modern mektep açılmıştı; Mühendishane-i Bahri Hümayun (1775). 1845’de ise eğitimin tek elden koordinasyonu için “Meclisi Maarifi Muvakkat” kuruldu. Bundan bir yıl sonra ilk öğretmen okulu olan “Daru’l-Muallimin” açıldı. 1868’de ise ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1940-1954 yılları arası köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla hizmet veren “Köy Enstitüleri”ni de not edelim. Ki bu okullar İmam Hatip okullarıyla beraber Anadolu coğrafyasına özgü eğitim kurumlarıydı. Ne yazık ki her ikisi de ideolojiye kurban edilmiştir. Antik toplumların mitolojileriyle alay eden bizlerin, modern toplumların ideolojilerinin de aslında aynı şey olduğunu fark etmemesi tam bir ironi konusudur. Geçelim!

1997’de zorunlu eğitim 8 yıla, 2012’de ise 12 yıla çıkarıldı. Şu an itibariyle ilk ve orta öğretim faaliyetleri bir milyon yüz bin öğretmen, 65 bin okul, 18 milyon öğrenci ile sürdürülmeye çalışılıyor. 

Bu niceliksel verilere biraz daha ekleme yapmamız gerekmekte.

Önce ilk ve orta öğretime bakalım. 

Çocuk ve gençleri eğitemediğimizi söylüyoruz. Bizi bu kanaate götüren, eğitimi ölçme değerlendirmeye göre şekillendirmek isteyişimiz olabilir. Tabi, sadece bu değil. Buradan devam edelim.

Veriler sınava dayalı ve şöyle: 

Uluslar arası nitelikte olanlar PISA, TIMSS, PIAAC sınav ve anketleri. LGS, YKS ve ABİDE gibi ulusal düzeyde yapılanları da diğerlerine eklediğimizde epeyce ölçüte sahip oluyoruz. 

OECD tarafından her üç yılda bir yapılan PISA testlerinin sonuncusu 2022’de yapıldı ve Türkiye 72 ülke içinde 50. olabildi. 

TIMSS (Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması) ise 4 ve 8. sınıf öğrencilerine dört yılda bir uygulanan değerlendirme ölçeğidir. TIMSS’ın 2019 raporunda Türkiye 58 ülke içinde Matematikte 23, Fen alanında ise 19. sırada yer aldı.

PIAAC ise yine OECD’nin 16-65 yaş arası bireylere uyguladığı “yetişkin becerilerinin uluslararası ölçüm programıdır”. Otuz civarı ülkede uygulanan bu program sözel, sayısal ve problem çözme becerilerini değerlendiriyor.

ABİDE, MEB tarafından PISA ve TIMSS’a paralel olarak geliştirilen ve her iki yılda bir yapılması planlanan bir sınav türüdür. TIMSS gibi 4 ve 8. sınıflara uygulanmaktadır. “Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi” ifadesinin kısaltılmışı olan ABİDE Matematik ve Fen bilimlerini içermektedir.

Çok fazla gündeme gelmesinden dolayı LGS ve YKS sınav sonuçlarına ait verileri uzun uzadıya yazmak istemiyorum. Özellikle AYT’de 13, 14 soruluk testlerdeki 1 ve 2 netlik sonuçlar büyük hayal kırıklığına sebep olmaktadır.

İşte biz genel olarak bu verileri esas alarak “eğitemiyoruz” kanaatine ulaşıyoruz. Aslında bu verilerin hepsi çocuklarımızı sadece akademik açıdan istediğimiz seviyeye getiremediğimizi gösteriyor. Özellikle orta öğretimde “duygu ve davranış” gelişimine dönük bir model uyguladığımız söylenemez. 

Aslında eğitimciler olarak konuyu eksik değerlendiriyoruz. Halbuki bizler, okul başarısı, hayat başarısının en fazla %20’sine karşılık geldiğini biliyoruz. Dahası çocuklarımızın okulda öğrendiklerinin sadece %2’sini hayatlarında kullanacaklarını da biliyoruz. Ve dahası bugün okula başlayan bir çocuk ileride, iş hayatına atılacağı yıllarda, daha bugün icat edilmemiş pek çok meslekle karşılaşacak. Bunu da biliyoruz. Oxford’un yaptığı bir araştırmanın sonuçları daha dikkat çekici: Önümüzdeki yirmi yılda mevcut işlerin %35’ini yapay zeka(YZ) ve robotlar üstlenecek. 

Biz eğitimi bu gerçeklikler üzerinde yapılandırmadan “eğitemiyoruz” iddiasını rahatlıkla kullanıveriyoruz.

John Taylor Gatto’nun dediğini de buraya not edelim ki olayın zannettiğimiz kadar masum bir başarısızlık hikayesi olmadığı anlaşılsın. O, “modern pedagojinin işlevi, yönetilebilir bir halk kitlesi oluşturmaktır” der. Yine o, modern eğitimi bir kitle imha silahı olarak nitelendirir. İddialarının kuru birer komplo teorisi olmadığının ispatı “Eğitim” isimli eseridir.

Bir noktaya daha dikkat etmemiz gerekiyor. Gençlik, bir sorunun adı değil sahip olduğumuz bir gücün adıdır. Çünkü gençlik yenilikçi, devrimci ve aksiyonerdir. Gençliği muhafazakarlaştırmaya çalışan toplumlar medeniyetlerini geleceğe taşıyamazlar. Dünün güneşiyle bugünümüzü ve yarınımızı ışıtma ve ısıtma şansımız olmadığı için bu böyledir. 

Artık önümüze, “21. yüzyıl becerisi” diyebileceğimiz pek çok alan açılmıştır. Yaratıcılık, sorgulayıcılık, işbirliği yapabilme, iletişim becerisi, problem çözebilme yeteneği, teknolojiyi kullanma yeterliliği gibi onlarca alan genci beklemektedir. Bu alanlarda yapılandırılmamış bir eğitim sisteminin gençle ilgili kanaati çok da bağlayıcı olamaz.

Burada PISA; TIMSS gibi değerlendirme ölçeklerine haksızlık etmeyelim. Zira bu sınavlar Batılı yaşam tarzının ürettiği eğitim felsefesine göre yapılandırılmış sınavlardır. Bizim o sınavlarda başarısız oluşumuz çocuklarımızın ve gençlerimizin daha zor öğrenen bireyler oluşundan değil eğitim sistemimizin bir eğitim felsefesine dayanmıyor oluşundandır. Daha önceki MEB Ziya Selçuk, “teorik çerçevemiz ve eğitim felsefemiz yok” diyordu. Gerçi aynı sözü yıllar önce merhum Nurettin Topçu, Maarif Davamız’da,”felsefesi olmayan milletlerin mektebi de olmaz” şeklinde yazmıştı.

OECD verilerine göre en genç öğretmen kadrosuna sahibiz. Bunu, “tecrübe yoksunluğu” olarak değil “eğitimde dinamizm” olarak değerlendirmekte yarar vardır.

Bize düşen, eğitimi, ideolojiden arındırıp liyakatli eller aracılığıyla, zamanın ruhuna uygun olarak yapılandırmaktır. Mevsimlik ilgiler, hevesler ve ihtiyaçlar bu sorunu çözmekten öte daha da kronikleştirecektir.

Niyazi Kahveci hocadan esinlenerek şöyle bağlayalım; Katı kapitalist dünyada ayakta kalabilmek için elde edilmesi gereken en üst değer “güç”tür. Güç için paraya, para için teknolojiye, teknoloji için lojiye, loji için bilime, bilim için teoriye, teori için felsefeye, felsefe için de özgür ve açık bir zihne ihtiyaç vardır. 

Eğitim konusunu bu denklem üzerinden bir kez daha yorumlamamız gerekiyor.

Artık üniversitelerimizi bir sonraki yazıya bırakalım. Orada da ciddi sorunlar ve farklı yaklaşımlar var.