Selim Gürbüzer

Tarih: 09.05.2025 18:45

TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE KIBRIS

Facebook Twitter Linked-in

Kıbrıs tarih boyunca gözde adamız olmuştur hep.  Hem nasıl gözde olmasın ki? Şöyle tarihe bir göz attığımızda Fenikelilerden tutun da sırasıyla Romalılar, Cenevizlilerden ve İngilizlere kadar pek çok ülke elbette ki süs olsun diye Kıbrıs’a gelmiş değillerdir.  Ancak bizim açımızdan durum biraz farklıydı elbet.  Öyle ki Hz. Osman (r.a)’ın hilafeti döneminde buralarla olan gönül bağımız daha çok fütuhat amaçlı Şam valisi Hz. Muaviye ordusunun ayak basmasıyla gerçekleşir. Keza Osmanlı döneminde de aynı amaç doğrultusunda Kıbrıs’a olan ilgimiz Lala Mustafa Paşa döneminden Abdülhamit’e uzanan bir zaman dilimini kapsar. 

      Hele tarihler 1878’i gösterdiğinde adanın önemini ortaya koyacak en belirgin veri hiç kuşkusuz İngiltere’nin Sultan Abdulhamid’den adayı bir bedel karşılığında yani Rus yayılmacılığına karşı Osmanlının korunacağı taahhüdünde bulunmalarına binaen adayı rehin almaları buraya olan ilginin düşündüğümüzden çok daha ileri boyutta olduğunu gösterir.  Gerçekten de bizde o günkü Rusya ile olan bir takım meselelerden dolayı ilerisinde tekrar bizim uhdemize geçmesi kaydıyla rehin olarak vermiş olduk. Asla tapusunu vermiş değiliz.  Zaten vergisi alınan bir toprağın tapusu da bizim demektir. Ancak ne var ki, bu güzelim ada Lozan’da tapusu da elimizden kayıtsız şartsız çıkmış olur. Belli ki İngilizler açısından adanın önemi çok iyi kavranmış olsa gerek ki, bizim adımıza müzakereleri yürüten Lozan heyetini değim yerindeyse ayakta uyutup bir şekilde masada kendi ellerimizle tapusunu onlara teslim etmişiz de. Tabii adanın önemini ortaya koyan sadece bunlarla sınırlı değil elbet, bir kere her şeyden önce adanın Akdeniz havzası alanı içerisinde jeo-stratejik bir konumda yer alması da önemini ortaya koyan bir diğer ayrıcalıklı özelliğidir. Hakeza adanın aynı havzada pek çok medeniyete beşiklik etmesi,  okyanusları birbirine bağlayacak stratejik üs konumda olması gibi pek çok avantajları bağrında taşıması da önemli bir noktada olduğunu ziyadesiyle ortaya koymaya yetiyor. Üstelik buraya ayak basanlar kendisiyle alakalı bulabileceği ne dini ne de kültürel bağı olmadığı halde gelmekteler, tam aksine her gelen kendinden bir şeyler katıp gelmekte.  İyi ki de bir şeyler katıp geliniyor, bu sayede Kıbrıs Akdeniz’de medeniyetlere beşiklik eden inci bir ada olarak göz kamaştırır konuma yükselir de. Nitekim Kıbrıs tarihi süreç içerisinde Asurlar Mısır, İran ve Büyük İskender’in Makedonya’sı gibi pek çok kadim milletlere beşiklik ederek kazandığı bu göz kamaştırıcı engin kültür havzası birikimiyle de geleceğe yelken açmış olur.  Hiç kuşkusuz bu arada Roma’nın buralara olan ilgisini de es geçmemek gerekir.  Hani tüm yollar Roma’ya çıkar sözü var ya,  aynen öyle de, tarihler 395 yılını gösterdiğinde bu gözde ada Roma’ya açılan bir başka stratejik yol güzergâhı konumda olur. Tâ ki Roma kendi içinde parçalanıp Doğu ve Batı Roma olarak iki yol ayrımına girer,  işte o zaman ister istemez bu durumda sırf Doğu Roma’nın  (Bizans'ın)  eyaleti bir yol güzergâhı konumunda kala kalır.

        Peki ya Müslümanlar? Yukarıda da belirttiğimiz gibi Müslümanların bu adayla olan ilk teması 649 yılında Hz. Osman (r.a) dönemine denk gelir.  Hiç kuşkusuz bu tesadüfü temas bağı değildir elbet, bilakis Allah Resulünün halası Ümmü Haram binti Milhan Larnaka yakınlarında şehit düşmesiyle gerçekleşen tevafuku bir gönül bağı temasıdır bu. Böylece buralara şehit katında tevafuku mührümüzü vurmak suretiyle yıllık 7200 dinar vergi karşılığında İslam devletine bağlı adamız olur da.  Ancak ne var ki 965 yılına gelindiğinde şehit katında anlamlandırdığımız adamız Bizans’ın eline geçecektir.  

        Tarihin yaprakları bu kez 1191 yılına çevrildiğinde Kıbrıs’ı kuşatan İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard’ın adayı Templar (Tapınak) Şövalyelerine sattığını,  Şövalyelerin de adayı Kudüs Hâkimine devrettiğine şahit oluruz. Hiç kuşkusuz Kudüs Hâkimi bu işten kazançlı çıkacaktır. Öyle ki, gücüne güç katıp ilerisinde Frank krallığını kuracaklardır. Böylece ada Haçlıların sığınacak limanı hale gelir. Nasıl mı? İşte Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs ve Suriye’ye yönelik yıldırım hızıyla giriştiği fütuhatta kaçacak delik arayan Haçlılar, Frank kralına güvenerekten soluğu Kıbrıs’ta almalarından bunu elbette ki fark ederiz. Malumunuz Selçuklunun da Frank Krallığıyla ilişkisi bilhassa ticari alanda yaptığı anlaşmalar çerçevesinde beşinci Haçlı seferine kadarki zaman dilimini kapsar.  Hiç şüphesiz haçlı ruhu galebe çalmasaydı ilişkilerimiz daha da devam edecekti. Ne var ki krallığın Haçlılara kucak açan bir liman rolü üstlenmesi ilişkilerimize gölge düşürür. Hele ki 1362yılı itibariyle Kıbrıs Kralı I. Pierre’nin, Papanın izni doğrultusunda donanmasını İskenderiye limanına çıkarıp Müslüman kıyımına ortak olması bardağı taşıran son damla olur.  Peki, içimizi kanatan bu girişimle bam telimize dokundular da ne oldu, sonuçta I. Memluk Sultanı Baybars’ın Kral Guy de Lusignan’ı hezimete uğrattığında ‘Alma mazlumun ahını çıkar aheste’ sözü 1426 yılı itibariyle yerini bulmuş oldu da. Tabii bu ahın tutması zulmetme şeklinde tecelli etmez, tam aksine Kral fidye karşılığında serbestte bırakılır. Hatta Yavuz Sultan Selimin 1517’de Memluklara karşı kazandığı Ridaniye zaferiyle buraların hâkimiyeti Osmanlıya geçtiğinde Memluklara ödenen 800 flori (Osmanlı altını)  haraç sanki o kıyım unutulmasın babından devam ettirilir bile.  Hem kaldı ki fidye düşkünü millette değiliz biz, asıl bizim açımızdan fidye demek Allah’ın adaletini dünyaya yaymak fidyesidir. İşte Mercidabık, Ridaniye derken bu ulvi amaç doğrultusunda Mısır Akdeniz’e açılan kapımız olur.  Tabii bu arada II. Selim Hac yolunun emniyete alınmasının Kıbrıs’ı Osmanlı coğrafyasına kazandırmaktan geçtiğinin bilinciyle Venediklilerden bu meseleyi barış yoluyla çözmesine çözmek isteyecektir ama elçiler vasıtasıyla yapılan görüşmelerde bu teklif kabul görmeyecektir. Bunun üzerine donanmamızı adaya 1570 tarih itibariyle çıkardığımızda asıl fetih bu tarihte gerçekleşir. Hiç kuşkusuz bu fetih Katolik Venedikliler tarafından kapatılan Ortodoks Başpiskoposunun işine de çok yarayacaktır. Çünkü Başpiskopos’a bir takım yetkiler tanınaraktan Katolik baskısından sıyrılıp kilise özgürlüğüne kavuşmuş olacaktır.  Derken Kıbrıs’ta adeta bahar havası esecektir. Fakat Venedikliler bu esen bahar havasını içten içe rahatsızlık duyup hazmedemeyeceklerdir. Zaten hazımsızlıklarını el altından Haçlıları kışkırtarak kendini gösterip hıncını İnebahtı Deniz Muharebesinde çıkaracaklardır.  Öyle ki, Haçlı batı dünyası İnebahtı zaferinin gurur okşayıcılığıyla Rönesans'ını gerçekleştirecek mecraya doğru ilerlerken Osmanlı’da ilk yenilgisini tatmış olaraktan git gide hasta yatağa düşmüş konuma gerileyecektir. Hani şu meşhur 93 Harbi vardı ya,  işte bu harb Osmanlının hasta yatağa düşmüş bir devlet olduğuna delalet eden ipucunu teşkil ediyordu zaten.  Zira 93 Harbi (1877–78 ) bizi hasta yatağa düşürürken Rusları da sıcak denizlere inme hevesini tetikleyecektir. Neyse ki  ‘Yunan-Rum-Rus Ortodoks’ şeytan üçgeninin ittifaka dönüşme ihtimali İngiltere’yi huzursuz eder de bu sayede heveslerine geçit verilmez. Çünkü İngiltere açısından bu ittifakın gerçekleşmesi sömürge yollarının elinden uçuvermesi demekti.  Bunun üzerine İngiltere Berlin'de yapılacak toplantıda Devlet-i Aliye ile Ruslar arasında yapılan Ayastefanos anlaşmayı revize edecek bir hamleyle Kıbrıs adasının kendilerine verilmesini deklare eder. Bunun karşılığında da Rus yayılmacılığına karşı Osmanlının korunacağı taahhüdünde bulunur. Tabii İngiltere’nin deklaresi ve taahhüdü Abdülhamid’e incitici gelip memnuniyetsizliği gözlerden kaçmaz da. Dedik ya, Osmanlı hasta yatağında bağrı yanık yaralı bir devlettir.  Bu yüzden, uzun süren müzakereler eşliğinde kira karşılığında ada İngilizlere verilir de. Hatta İngiltere bunla da yetinmez, I. Dünya savaşı koptuğunda 5 Kasım 1914 tarihi itibariyle Kıbrıs’ı resmen ilhak ettiğini de deklare eder.  Derken ada artık İngilizlerin sayılırdı. İşte İngiltere bu fiili ilhakla Ortadoğu’ya açılacak önemli bir üs edinmiş olur.  Ve bu noktadan sonra Kıbrıs bizim için unutturulmaya çalışılan kayıp bir adadır. 

       Vesselam.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —