Son günlerde “oyuncu” dünyasında yaşanan “çeteleşme” sanılıyor ki sadece Sinemada var. Oysa her alanda çok yaygın. Üniversitelerde de güç grupları var. Yıllardır bunu herkes biliyor, ama bir ucundan yararlanıldığı için kafalar kuma sokuluyor. Özellikle son 20 yıldır Yabancı dil hırsızı akademisyenler (özellikle 2006-2016 arası Doç., 2011-2016 arası Prof. lar), yağmacı dergilerde ki yayınlarla Doç.,Prof. olanlar sürekli yazılıyor.
Ne oluyor?
HİÇ!
Dekan, Bölüm Başkanı hatta Rektör olup, diğer akademisyenlere mobbing uyguluyorlar. Çünkü, bağlı oldukları, kendilerine unvan şansı verenlere diyet ödüyorlar.
Kendi yakınlarını işe aldırıyorlar, geçen hafta yazdığımız gibi -YÖK’ün göstermelik uyarılarına rağmen- “şahıs gözeten” ilan verip, medya fark etmezse işi bitiriyorlar. Yani kadrolaşma tam gaz devam ediyor.
Puan getirdiği için Editörlüğü çok seviyor, böylece editör olduğu dergilerde arkadaşlarına öncelik tanıyorlar…Kalitesiz yazıların/makalelerin yayınlanmasına yol açıyorlar.
Ciddi olması gereken Dergipark bile artık, cümle kuruluşu, içeriği doğru olmayan, her biri ayrı illerde 4-5 akademisyenin yazığı makaleleri yayımlıyor.
En çok kullanılanlar da Arş. Gör.’lerimiz. Kula kulluk eder gibi, bağlı oldukları Doç./Prof. ne derse yapmak zorunda kalıyorlar. Prof.Dr. Şenol Kantarcı’ya göre; “Hatta tehdit ile öğrencisinin yayınına ismini yazdıranlar da var. Doktora öğrencisinin makalesine kendi makalesiymiş gibi ‘çöken’ler var. Bu isteklerini yerine getirmeyen öğrencilere ise ‘Seni mezun etmem’ tehditleri savuruyorlar. Akademide olayın bir de çeteleşme boyutu mevcut. 3-4 öğretim üyesi bir asistanın makalesine kendilerini eklettiriyor. Çeteleşmenin bir diğer örneği de ‘atıf kardeşliği.’ Birbirlerine atıf yaparak endekslerini yükseltmeye çalışıyorlar. Bununla ilgili açılan davalar da sürüyor.” diyor.
Sürekli idarecilik yapan müzisyen bir Prof.’un 30 yayını var ve 30’u da Arş.Gör. ile yazılmış. Bir de idareciliği kullanıp, her şeyi Arş.Gör.’e yaptıran, sadece ismini ekleyen, bununla puan alıp Doç., Prof. olanlar var. Bari, yazdıkları bildirilerin alana yararı olsa. Oda YOK!
Milliyet Gazetesi Eğitim Servisi Müdür Yardımcısı Ozan Ömer Kadüker’in haberi –sanmıyoruz ama- inşallah bir kıvılcım olur.
Daha öncede yazmıştım, İstanbul Türk Müziği Festivali kapsamında (31. Olan 2024 hariç) 30 Müzik Sempozyumu düzenledik, hepsi de basıldı ya da e-yayın olarak yayımlandı. Bunun yanında Balıkesir Türk Müziği Sempozyumu’na 3 yıldır destek vermekteyim. (Hepsi basıldı) Her sempozyumda, konuya göre kurulları yeniledik, çeşitlendirdik. Kurullardan gelen raporlara göre bildiri sahiplerine dönüş yaptık. Ama, nedense mensubu olduğum İTÜ TMDK Müzikoloji Bölümü yaptığı birkaç sempozyumda dahi şahsıma yer vermedi. Ve, baktığınızda bu bölümün her sempozyum bilim/sanat kurulu hemen hemen aynı kişilerden olduğu görüldü. Bazı Dekan/Müdür/ Bölüm Başk. akademisyenler kendi çevrelerine, anlaşacağı isimlere, en çok da kendisine karşı çıkmayacaklara öncelik tanıyor. Tecrübeli, bilgili kişi istemiyor. Ozan Ömer Kadüker’e göre; bazı akademisyenler arasında “Sen benim ismimi yaz ben de senin ismini yazarım” diyerek “makale kardeşliği” yapanlar, birbirlerine “hediye yazarlık” dağıtanlar, editörlük yaptıkları dergilere arkadaşlarının makalelerini jet hızıyla kabul ederken bağımsız akademisyenlere zorluk çıkaranlar dahi bulunuyor. Yüzde yüz doğru, şahidim…
Yine habere göre: “Akademiye özgü kayırma davranışlarının başında herhangi bir katkısı olmamasına karşın, akademik bir çalışmaya başkasının ismini eklendiği “Hediye yazarlık” geliyor. Doç. Dr. Onur Dirlik ile Dr. Öğr. Üyesi Hazal Duman Alptekin’in “Üniversite Sınırlarında Kayırmacılık” araştırmasındaki akademisyenlerin görüşleri şöyle:
■ Yeni dekan beni değil o kişiyi aldı. Çünkü yayınlarına dekanın adını yazacaktı. Beklentisi o yöndeydi. Benim yazmayacağımı biliyordu.
■ Ben kadro bekliyorum ama hocama gittiğimde bana ‘Bu sene çok yayın eksiğim var’ diye dert yanıyor.
■ ‘Sen beni yaz, ben seni yazayım. Sen bana atıf ver ben sana atıf vereyim’ diyorlar.
Doç. Dr. Ayfer Öztürk’ün araştırmasına göre “Akademisyenlerin Algıladıkları Mobbing ve Mesleki Tükenmişlik Düzeylerinin Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi”
https://dergipark.org.tr/en/pub/ibad/article/618393
“Akademisyenlerin yüzde 54.4’ü daha önce mobbinge maruz kaldığını söylüyor. Mobbing nedeni olarak yüzde 53.3’le kıskançlık öne çıkıyor. Akademisyenlerin yüzde 55,6’sı mobbinge sessiz kalırken en çok bölüm başkanları, dekanlar veya müdürler tarafından mobbinge maruz kaldıklarını söylüyorlar.”
Yazık değil mi?
Günah eğil mi?
Kul hakkı yenilmiş olmuyor mu?
Akademisyen böyle mi yetişir?
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Doç. Dr. Yusuf Kızıltaş: “Normal şartlarda hiçbir yerde yayınlamayacak makaleler dahi yayımlıyorlar. Jet hızıyla kabul ediyorlar. Hakemleri bile kendi arkadaşlarından seçiyorlar. Arkadaşının makalelerini yayınlayanlar. WhatsApp gruplarında bütün çalışmaları sürekli oradan paylaşıyorlar. Birbirlerine atıf veriyorlar. Kaynakçalarında birbirlerini gösteriyorlar. Bir hoca sevmediği birinin atfını gördüğü anda onu engelliyor. O kişiye neden para kazandırıyorsun? Onun ismini makaleden çıkar şunu ekle diyor.”
Hakemli dergide yayın olmayan akademisyenden hakem olur mu?
Hakem böyle, eş-dosttan-arkadaştan seçilir mi?
Kaynakça ve atıf kardeşliği olur mu?
Konu ile ilgisi olmadığı halde benim eserimi de kaynakçada göster denir mi?
Sevmediği birinin atıfını ya da eserini çıkar demek ne derece ETİK?
Gelelim sonuca:
Yabancı Dil’i soruları çalarak ya da 30 bin TL vererek geçmiş,
Yağmacı dergilerdeki yayınlarıyla unvan almış,
Jürileri ayarlanarak unvan yükselmesi yapılmış,
Hakemli ama aslında hakemsiz dergilerde yayın yapmış bir akademisyen rahat uyuyabilir mi?
Bir sınav jürisinde olumlu çalışmayı yapmamış bir akademisyeni reddedebilir mi?
Yoksa, “şikayetçi olur, mahkemeye verir, başıma iş almayayım, olur vereyim geçsin mi” der?
İşte bu “deme”, üniversitelerimizde kalitesizliğin ve güvensizliğin önünü açmış ve devam etmektedir.
Yani, 2006’da FETÖ ile hızlanan “yabancı dil soru cevaplarının verilmesi/çalınması” ve “gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleme ile başlayan kalitesizlik ve güvensizlik, 2025’te de aynen devam etmektedir.