Efendi Barutçu


ALİMİN ÖLÜMÜ ALEMİN ÖLÜMÜ - 2

Bir Şahsiyet Abidesi Olarak Orhan Türkdoğan


Bir Şahsiyet Abidesi Olarak Orhan Türkdoğan

“Şeyh Edebâli’nin dediği gibi “İnsanlar vardır, şafak vakti doğup, akşam ezânında ölürler... Kendilerine tahsis edilen ömrü tamamladıktan sonra, bu fânî dünyadan göç edip, bâkî âleme vâsıl olurlar... Bu insanların büyük çoğunluğu, hayata ve topluma dâir önemli izler bırak/a/madıkları için geceye misafir olan akşamla birlikte unutulup giderler. 

Bir kısım insan da vardır ki; yaptıkları, yaşadıkları, yaşattıkları ve yazdıklarıyla tarihe, topluma ve insanlığın hafızasına derin izler bırakır; geceye karışıp gitmez, nisyana terk edilmez, geceleri yırtan müjdeli bir şafak gibi hayatiyetini devam ettirir, hatırlanır, aranır ve yâd edilirler... 

Onlar, mukaddes inançların, büyük dâvâların, ulvî hedeflerin ve soylu mefkûrelerin müntesibi olup, bu yüce değerlerin gölgesinde şekillenen eşsiz bir mücâdelenin, tâvizsiz bir tavrın ve şâhikalaşmış bir şahsiyetin sahibi olan müstesnâ kimselerdir. Onlar, hayatlarını Hakk’a göre tanzim eden, çizgilerinde aslâ kırıklık olmayan, etrafı birer meşâle gibi aydınlatan, yollara ışık serpen, toplumlara hedef ve istikâmet veren, pek çok nesle örnek olabilmeyi başarabilen âbide şahsiyetlerdir...”*

İşte Orhan Türkdoğan Hocamız da bu âbide şahsiyetlerden birisiydi. O, îman ve inancı, ilim ve kültürü, kararlılık ve cesâreti, ahlâk ve fazileti, tevâzûu ve vefâsı, tavır ve duruşu, ferâgat ve hasbîliğiyle nesiller boyu anlatılması gereken ve mutlaka anlatılacak olan örnek bir davâ adamıydı. Türkdoğan, gençliğe yeni ufuklar açan bir mütefekkir, gelecek nesillere idealizm aşılayan bir gönül eriydi... Orhan Türkdoğan, Türk milliyetçilik tarihine ve bütün ülkücülerin kalbine altın harflerle yazılan büyük bir ilim ve dava adamıydı.

1970’li yılların kaotik ortamında üniversite ve yüksekokullarda aşırı solcu, devrimci ve bölücü unsurların kendileri gibi düşünmeyen insanlara hayat hakkı dahi tanımadığı bir dönemde bir insan düşünün ki, fikir ve inançlarından başka silahı olmadan, kendisini sosyoloji ilmine ve Türk milletinin büyük geleceğini inşa davasına adamış olsun.

Yine bir insan düşünün ki hayatı boyunca hiçbir dünya malı, mevki, makam ve rütbe için iktidar sahiplerine tabasbus(yaltaklanma) etmemiş, ilim hayatındaki her mevkiini alın teri, göz nuru ve emeğiyle kazanarak hocaların hocası olmuş ve Türk sosyolojisinin zirve isimlerinden biri olma mevkiine ulaşmıştır.

1970’li yıllar, Türkiye’mizin ekonomik, sosyal ve kültürel geri kalmışlığı karşısında değişik kurtuluş reçetelerinin çok yoğun şekilde tartışıldığı yıllardı. 

O günün Türkiye’sinde gençlerimiz, aydınlarımız yabancı kurtuluş reçetelerinin kafaları, gönülleri işgal ve ifsad ettiği karanlık bir zaman dilimini yaşıyor ve bu yabancı ideolojilerin yoğun propagandalarına karşı korumasız kalıyorlardı. 

Bu zararlı fikirlerin savunucuları arkalarını dünyanın süper güçlerine dayayarak çok yoğun propaganda ve beyin yıkama metotlarına başvuruyorlardı.

Üniversite ve yüksek okullar aşırı solcu-devrimci militanlar tarafından “halklara özgürlük” teraneleriyle işgal ediliyor, fakülte koridorlarında devrimci marşlar söylenip yaşlı başlı hocalar bile tehdit edilerek devrimci bildirilerinin altına imza atmaya zorlanıyordu. 

Kendilerinden olmayanlara okuma ve hayat hakkı tanımayacak kadar bir gözü dönmüşlükle üniversite ve yüksek okullar kan deryasına döndürülmeye çalışılıyordu. 

Şehirlerde kurtarılmış bölgeler ihdas ediliyordu. Üniversite işgalleri, fabrika işgalleri, banka soygunları, fidye için adam kaçırmalar, Türk askerine ve Türk polisine silahlı saldırılar günlük hayatın sıradan hadiselerine dönüşmüştü.

Fikir tartışmaları ile sistem ve kurtuluş reçeteleri arayışlarının yoğun yaşandığı bu yıllarda; Türk Milliyetçisi-Ülkücü aydınlar ve gençler Türkiye’nin temel meselelerine çözümler üretiyor, “yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” şiarı ile Türk tarihinin engin tecrübelerinin ışığında Milletimizin iman ve ruh köküne bağlı kalarak maddi-manevi kalkınmamızın mümkün olacağına inanıyor ve bunu savunuyordu.

O çalkantılı kan ve barut kokan günlerde, Anadolu’nun dört bir tarafından büyük şehirlere üniversite tahsilleri için gelip bir an önce hayata atılmaya çalışan gençler ve dönemin ülkücü aydınları canlarından aziz bildikleri vatanları, ebed-müddet bildikleri devletleri ve mukaddesleri uğruna bütün varlıklarını gözlerini kırpmadan feda ettiler. Devletin namusunu, Türklüğün mukaddeslerini çiğnetmediler.

Orhan Türkdoğan Hocamız da-fikir ve hizmet planında-bu ülkücü milliyetçi mücadele neslinin öncülerindendi.

Orhan Türkdoğan Hoca kendi döneminde sosyoloji ilminin üstadı ve bilgesiydi. Sosyoloji bilimine bir kaynaktı. Türk kültürüne ve Türk tarihine, Türk diline ve eğitimine dost-düşman herkesin takdirine ve hayranlığına mazhar olacak derecede kalıcı ve değerli hizmetler vermişti. Sosyoloji ilminde Ziya Gökalp geleneğini devam ettirmesinin yanı sıra dünyadaki tüm sosyolojik cereyanları ve yayınları yakinen takip ederek derlediği bilgileri Türk sosyolojisinin görüşleri doğrultusunda harmanlayarak öğrencilere ve Türk bilim dünyasına aktaran müstesna ilim adamlarından biriydi. 

Onu tanıyan herkesin hiç tereddütsüz kabul edeceği gibi, bugün Erzurum başta olmak üzere, Bolu’da, Kocaeli’nde ve İstanbul’da, Anadolu sathına yayılmış üniversitelerimizde hizmet eden çok sayıda sosyoloji hocasının hocası, yani “hocaların hocası” olmak sıfatıyla daima saygıyla ve hayırla yâd edilecek hizmetlere imza atmış büyük bir isimdi.

Devam edeceğiz…

* Dr. Mehmet Güneş, Türk Yurdu Dergisi Sayı: 188, Nisan 2003.