Ali İhsan Dilmen


ANLAMI BUHARLAŞTIRILAN DAVA!

Davanın anlamı buharlaşmıştır


Hz.Süleyman dönemine ait iki ana ve iki evlat hikayesi anlatılır.

Hikaye şöyle:

Bir gün iki kadın Hz.Süleyman'a gelerek aralarında yaşadıkları ihtilaf konusunda karar vermesini isterler.

Kadınlardan biri Melik'e, "Biz her ikimiz bir hanede beraber yaşıyorduk, ben doğum yaptıktan üç gün sonra da bu kadın doğum yaptı. Bir gece uyurken bu kadın çocuğunun üstüne doğru kapanmış ve çocuk havasızlıktan ölmüş olacak ki, çocuğunun öldüğünü görünce de benim yanımda uyuyan çocuğumu alarak yerine kendi ölü çocuğunu bırakmış ve benim çocuğumu sahiplenmiştir." der ve çocuğunun geri verilmesini istemiştir.

Diğer kadın da "Hayır çocuk benim çocuğumdur, bu kadın yalan söylemektedir." diyerek çocuğun kendisine ait olduğunu iddia eder.

Bunun üzerine adaletiyle bilinen Melik Hz. Süleyman oradakilerden bir kılınç getirmelerini ister ve derhal kılınç getirilerek Hz.Süleyman'a verilir.

Hz.Süleyman çocuğu da ister çocuk kendisine verilir ve kadınlara "Madem her ikiniz de çocuğun annesi olduğunuzu söylüyorsunuz o halde ben bu çocuğu ikiye bölerek aranızda pay edeceğim" der.

Melik Hz.Süleyman bunu dedikten sonra çocuğun gerçek annesi, "Aman efendim çocuğu öldürmeyiniz, o yaşasın, çocuğu ona verin" der ve diğer kadın ise "Çocuğu ikiye bölün yarısını ona diğer yarısını da bana verin" der, bunun üzerine Hz.Süleyman  çocuğun annesinin kim olduğunu anlar ve buna göre karar vererek çocuğun annesine verilmesine karar verir.

Bu bir hikaye, adalet terazisinin doğru tartması için yol göstermeye yarar.

Peki, ben bu hikayeyi niye yazdım?

Malum hayatımızın muhtelif safhalarında bazı çetrefilli işlerle karşı karşıya kalırız ve karar vermek bizim için hayli zor olur.

Siyasi hayatımızda da zaman zaman bazı iddialar ortaya atılır ve bizler de karar vermekte zorlanırız.

Ankara'nın göbeğinde işlenen cinayet, partilerinden ayrılarak ayrı parti kuranlara partilerde kalanlar tarafından yakıştırılan sıfat hep "İhanet ve hainliktir."

Her yapı kendi usulü ve anlayışına uygun tarzda "hainlere" ceza keser.

Elbette mevcut yapı içinde kalanlar gidenlere veya mevcut yapının politika ve söylemlerine itiraz edenlere göre çoğunluk tarafından "haklı" olarak görülmektedir.

Çoğunluk ve grup asabiyesi, aidiyet duygusu, tarafgirlik insanların böyle davranmasının en belirgin gerekçesidir.

Bu tavrın doğruluğu ise tartışmaya açıktır.

Son zamanlarda Erdoğan tarafından geçmişte yol arkadaşlığı yaptıklarına yönelik ortaya koyduğu tavır, dile getirdiği söylem, tartışmalar, karşılıklı itham ve suçlamalara sebep oldu.

Özellikle, sayın Erdoğan Şehir Üniversitesi üzerinden Ahmet Davutoğlu'na karşı hedef almanın ötesinde başarılarıyla göz dolduran ve akademik çevrelerde hayli itibarlı olan Şehir Üniversitesini de küçümseyici ifadeleri ilave ederek, üç yıl önce yaptığı suçlamalarını yeniden dile getirdi.

O günlerde sayın Davutoğlu mal beyanında bulunma ve hesaplaşma restiyle sert bir cevap vermiş ama muhatabı sessizliğe gömülmüştü.

Aslına bakarsanız Erdoğan sadece Şehir Üniversitesine karşı tutumuyla siyasi kimlik ve çizgisinde yaşadığı sapmanın, ömrünü verdiğini dillendirdiği davaya(?) ihanetinin itirafını ortaya koymaktadır.

Erdoğan'ın Şehir Üniversitesine karşı aldığı tutum, kimin yola çıkılan değerlere ihanet içinde olduğunu göstermeye yetecek düzeydedir.

Ama, grup asabiyesi/tarafgirlik, çoğunluk fetişizmi/yönelişi ve gücün yanında olma arzusu/zafiyeti insanların doğru karar vermesini engellemektedir.

Bir takım insanlar Davutoğlu'nu "Davayı ihanet etmeyeceğim" sözü üzerinden göndermede bulunarak; yalancılıkla, döneklikle, ihanetle suçlamaktadırlar.

Sayın Davutoğlu'nun tutumu, o gün Ak Parti'nin grup toplantısında yaptığı konuşmanın tamamı dinlendiğinde, sonraki tutum ve açıklamaları takip edildiğinde, tutum ve söyleminin, çocuğun gerçek sahibi annenin tutumundan farksız olmadığı görülecek, insaf ve iz'an sahibi insanlar tarafından hakkı teslim edilecektir ama belirttiğimiz taassup buna engel olmakta, sayın Davutoğlu'na bu hak verilmemekte tam tersine "davaya ihanetle" suçlanmaktadır.

Burada dava neydi? sorusunu sormanın anlamı olduğunu düşünmüyorum.

Çünkü davanın anlamı buharlaşmıştır.

Bilgi kirliliği, grupçuluk ve çoğunluk olma gibi hastalıklı davranışlar adalet duygusuna engeldir.

Yaşananlar ise bize şunu söylemekte;

Erdoğan iktidarı tarafından ortaya konan politikalar ve söylemlere baktığımızda yola çıkarken ortaya konan iddiaların aksine, Erdoğan'ın muhafazakar siyasi kimliğiyle bağdaşmayan bir çok unsur görülecektir.

Erdoğan'ın partiye sahip olması, partililer üzerinde tavizsiz tahakküm kurması asla davanın sahibi olduğunu göstermez.

İslam hukuku alanında önemli birikimi olan bir İslam hukukçusu "Evdeki kurtlu bulguru korumadan, pirinç peşine düşmenin beyhudeliği ve zararından" bahsediyorsa eğer, yeterli bilgiye sahip olmayan insanlardan ne bekleyebiliriz ki?

Eğer bir hukukçu islam adına "Görmeyin yolsuzluğu, görmeyin adaletsizliği, görmeyin yoksulluğu, görmeyin gelir adaletsizliğini, görmeyin kamu borçlarının artmasını, görmeyin hukuksuzlukları, görmeyin mazlumları, görmeyin haksız zenginleşmeyi, görmeyin servet transferlerini" dercesine iktidara sahip çıkıyorsa ne yapsın muhafazakar, dindar insanlar?

Bugün bizim elimizde adaleti sağlayacak Melik/Hükümdar Hz.Süleyman ve bağımsız adil yargıçlar yok.

Umudumuz vicdan sahibi, yoksulluklar ve yolsuzluklar altında beli bükülen, geleceğe dair umudu tükenen insanların sandıkta vereceği karara kalmıştır.

Önümüzdeki seçimlerde Erdoğan; elinde bulundurduğu bunca imkan ve devlet gücüne rağmen kaybettiğinde, milletin vicdanı Hz. Süleyman'ın ortaya koyduğu adaletin benzerinin ortaya çıkmasına vesile olmuş olacaktır.

Böylece yapılacak seçimde milletin oylarıyla "Davanın sahibi de" ortaya çıkacak.

Dava millet davası ise, millet kendi davasının hakimi olarak kararını sandıkta verecek, şimdiye kadar dava diyerek iktidara sahip çıkmaya devam edenlere ise, Erdoğan iktidarının son yıllarında ortaya koyduğu politika ve söylemlerinin utancıyla yaşamak kalacak, bu utanç onları bir gölge gibi takip edecek, tutumlarının gerekçesini evlatlarına bile izah edemeyecekler.