Vatan gibi kutsal, ekmek gibi mübârek, Türkçe gibi nezih, su gibi aziz, gün ışığı gibi tertemiz, gökyüzü kadar engin bir yüreğin sâhibi olan siz, annelerimiz...
İnsanlığın neş’e ve saâdet güneşi, muhabbet ve merhametin sönmez ateşi, yuvamızın tüten ocağı, hânemizin şefkat kucağı, evimizin sevgi çerâğı, âilemizin hayat menbağı, “ateşi”, “suyu”, havası”, "toprağı” olan siz, annelerimiz...
Dokuz ay boyunca bizleri canıyla, kanıyla besleyen, hayatı evlat meyvesiyle süsleyen, dünya ziyneti olan çocuklara söylediği ninnileri uykusuz gecelere yaslayan, bir eliyle bebeğinin beşiğini, öbür eliyle de dünyayı sallayan siz, annelerimiz...
Aydınlıkların bile gıpta ettiği; alnı ak, sevgisi duru ve berrak, tebessümü sımsıcak, “Duyguları bile haramdan uzak” ve her zaman kalbimizin zirvesinde dalgalanan sancak olan siz, annelerimiz...
Gönül vahâmız, şeref levhâmız, sevgi nüshâmız, en güzel
hülyâmız, en mukaddes rüyâmız, dil burcundaki mahyamız ve sürur dünyamız olan siz, annelerimiz...
Yüzümüz bulutlansa yüreği yanan, gözyaşını mendillere oyalayan, derdimize, hasretimize, sevincimize ağlayan,
kaybedildiğinde kıymeti çok daha iyi anlaşılan, hâtırâsı bile rûhumuzu kanatlandıran ve “Dünyadaki varlıkların en mübâreği” olan siz, annelerimiz...
Allah'ın (c.c.) isim ve sıfatlarının en fazla tecellî ettiği; vefâsı, sadâkati, muhabbeti ve merhameti başta olmak üzere her şeyini
evlâdına karşılıksız vermenin yücelttiği en müstesnâ varlık olan siz, annelerimiz...
“Ayaklarının altına Cennet” serilen, evlâtlarına "Cennet
kokusu" verilen, dünyayı Cennet'e çevirmek için gönderilen ve
bakışlarından bahar çiçekleri derilen fedâkârlık âbidesi olan siz, annelerimiz...
Hayatına ilmik ilmik erdemi, tevekkülü, teslîmiyeti, fazîleti, samîmiyeti, iffeti ve izzeti dokuyan, davranışlarında en latif, en nâzenin, en samîmi, en gösterişsiz ve en kâmil duyguların irfan esintileri okunan, göz pınarlarından süzülen yaşlar ve sevgi ummânı olan bakışlarıyla körelmiş yüreklere Rahmân'ın rahmetini muştulayan, en âsûde sevinçlerin bestekârı, en onulmaz hüzünlerin dertlisi ve en büyük kahramanlıkların bânîsi olan siz annelerimiz...
Ergenekon’dan yola çıkan, Mekke’nin tevhîd nûrunda yıkanan, Anadolu’da "Gül” yüzlü bir medeniyet inşâ etmek için hazarda ve seferde “Bâcıyân” olan, Asr-ı Saâdet’ten ve Türk tarihinde tevârüs ettiği eşsiz güzellikleri hayatlarına yansıtan, hilkat kumaşı bayrakların kumaşıyla birlikte dokunan siz,
annelerimiz...
Gazâ meydanlarından inşâ ettiğimiz medeniyete,
fethettiğimiz diyarlardan serhat boylarına kadar kitâbesi okunmayı
bekleyen nice akıl almaz destanlar yazan, asâlet, cesâret,
metânet, letâfet ve şehâmet şâhikası olan siz, annelerimiz…
“Vatana kurban olsun” diye askere gönderdiği oğlunun saçlarını kınalayan, “Ya gâzî ol, ya şehit” hitâbı ve “Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli” niyâzıyla cepheye yollayan; ıslak gecelerde kağnı arabasıyla taşıdığı cephânenin üstüne yağmur, kar yağmasın diye kucağındaki yavrusunun battaniyesini top mermilerine saran siz, annelerimiz...
Başımızın tâcı, gönül yaralarımızın ilâcı, hepimizin ihtiyacı
olan, duâlarıyla her türlü tehlikeden bizi koruyan, kolumuz,
kanadımız, ağız tadımız, âhiret murâdımız, bir yerimiz ağrıyınca feryâdımız olan siz, annelerimiz...
Hiçbir zaman dilinden eksik etmediği besmelesinde,
yüreğindeki sevgiyi resmeden “Yavrum!” diyen sımsıcak sesinde, salâvatlarla yıkanan nefesinde rahmânî güzellikler bulunan, günde beş vakit nûr üstüne nur yayılan ve şükür çiçeği açan seccâdesinde namaza duran, cümle ehl-i îman ve bütün insanlar için duâya oturan; yüzü nurlu, dili Kur'ânlı, ağzı duâsı, eli tespihli olan siz, annelerimiz...
Hayatı bizim için yaşayan, en çekilmez çileleri bizim için
taşıyan, uykularını bizim için bölen, bizim için sevinen, bizim için gülen, bizim için her türlü zahmeti cana minnet bilen; yurdumuzun, yuvamızın, yavrularımızın temel taşı olan siz, annelerimiz...
Bizleri sevgi kirmenine sararak büyüten, târiflere sığmayan gönül zenginliğini ve hudutsuz muhabbetini evlatlarına aksettiren, zaman ve mekân ötesinde olsa da ona ayân olup bizi gören, sıkıntılarımızı duyan, kasvetli, karanlık gecelerimizi varlığıyla aydınlatan, sırtımızı yasladığımız dağ, sığındığımız liman ve sebeb-i hayâtımız olan siz, annelerimiz...
Kalplerimizi teshîr eyleyen, üzüntülerimizi terhîs eyleyen,
sıkıntılarımızı tebdîl eyleyen, sevinçlerimizi tebcîl eyleyen, mekteb-i âleme bir nübüvvet mektubu olarak gelen; hissiyâtımıza renk, hayâtımıza âhenk, muhabbetimize mihenk olan, ahlâkı, zarâfeti, nezâketi ve müsâmahayı anlamlı kılan, evlatlarına karşı duygu yoğunluğunu en fazla yaşayan, her şartta ve her türlü olumsuzluğa rağmen çocuklarının yanında olan, bizi her zaman koruyan ve kollayan siz, annelerimiz...
Hiç sönmeyen bir sevgi meşâlesi, göz kamaştıran bir edeb
şûlesi, dünyanın en içli nağmesi, hilkâtin en latif tecellîsi, evlâdın
en büyük tesellîsi, en ulvî duyguların, en güzel hasletlerin
ev sâhibesi ve ana dilimizin mürebbîsi olan siz, annelerimiz...
Biz evlatlarınız; gökyüzünün mavisini başınıza tül, semâdaki
yıldızları yakanıza gül diye taksak yine de hakkınızı ödeyemeyiz. Annelerimize ne yapsak, ne kadar hürmet etsek, ne kadar hizmet etsek yine de azdır; zirâ sizin bize yaptıklarınızın yanında, bizim size hizmetimiz ancak ummanda bir katre olabilir.
Zâten ana-baba hakkı mevzuunda Kur’ân-ı Kerîm’de; “..Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘Öf!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. İkisine de merhametle tevâzu kanatlarını indir ve; ‘Rabbim!Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse,
şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek duâ et..” (İsrâ, 17/23-24);
“Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu..” (Ahkâm, 46/15);
“..De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin..” (En'âm, 6/151) diye buyurulmaktadır. Yâni kulun, Allah(c.c.)’a ibâdetten sonra
yapacağı en önemli farzın ana babaya iyilik yapmak ve hizmet etmek olduğu Yüce Kitabımız'da emredilmektedir.
Esrarlı bir varlık olan kadının en ulvî pâyesi annelik duygusuna sâhip olmasıdır. Türk milletine ebedî vatan kılınan bu azîz topraklar, Anadolu olduğu için, her yanı “ana” doludur. Ama son zamanlarda, ne hazindir ki, Batı’da olduğu gibi bizde de "ana” olmak, “kadın” olmaya fedâ edilir oldu. “Annelik”; "Anneler Günü'nü ihdâs edenler tarafından unutturulmaya yüz tuttu...
“Kadın”, "feministlik” ve “eşitlik” terâneleri arasında irtifâ kaybetmeye başladı. Fıtratı göz ardı ederek eşitlik aranmaz, aranamaz, aranmamalıdır. Hak hukuk açısından elbette kadınla erkek arasında “insan kimliğinde” bir eşitlik vardır, fakat fizyolojik
olarak pek çok farklılığın da olduğu inkârı mümkün olmayan bir hakîkattir. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır.
Fakat, "Kadın olmanın “savaşımını verenler”(?!), “annelik görevini” aksatanlar, "iş kadını" olup "ev hanımlığını" unutanlar; ne yazık ki, “anne” olmanın, “hanım” olmanın mücâdelesini vermiyorlar / veremiyorlar / vermek
istemiyorlar... Halbûki erkeksi bir tavrın içine giren feministler,
“eşitlik” arayacağına, “hanım” olmanın hazzını yaşayabilseler ve ismiyle müsemmâ olarak “ana” olmaya çalışsalar bugün yaşanan problemlerin pek çoğu emînim ki yaşanmayacaktır.
"Anne" sâdece "doğuran" değil; Âdemoğlunun rûhunu; îman, izan, irfân, ahlâk, fazîlet ve muhabbetle yoğuran mübârek hanımlardır, mürebbîlerdir, muallimlerdir.
Ana olan, ana olmaya yakışıp analığı rûhunda taşıyan; şefkat ve merhamet âbidesi olarak tebellür eden bütün hanımların “Anneler Günü"nü tebrik ediyorum.
Ve siz, "Hanım" demenin ötesinde, "Hân"ım diye hitap ettiğimiz;
yuvamıza huzur, âilemize gurur, evimize nûr, hânemize sürûr veren annelerimiz; size “bir gün” değil, “bir ömür” değil, “bin ömür” vakfedilse de yine az gelir diyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, siz annelerimizin; anne adayı çocuklarımızın, gelinlerimizin ve kızlarımızın yüzündeki nûrun ve tebessümün hiçbir zaman eksilmemesini diliyor, öpülesi ellerin sâhibi olan sizlere en kalbî muhabbet ve hürmetlerimi arz
ediyorum.
67 yıl önce çok genç yaşta Hakk'a yürüyen anneme ve Âhiret Yurdu'na göçen cümle analara rahmet ve mağfiret diliyor, ruhlarının şâd, mekânlarının Cennet, makamlarının âlî olmasını Yüce Rabbimizden niyâz ediyorum.
Bilvesîle anasını vatan bilen, vatanını ana sevgisi gibi mukaddes bir aşkla seven cümle gönül dostlarıma iki cihan saâdeti diliyor ve bâkî selâmlarımı gönderiyorum.
Dr. Mehmet GÜNEŞ'in kaleminden