Ali Osman Gündoğan


NEDEN GERİ KALDIK?

NEDEN GERİ KALDIK?


Yıllardan beri tartıştığımız ve bir türlü cevabında anlaşamadığımız bu soru, çok da karmaşık cevaplar gerektiren bir soru değil oysa...

Batıyı, pozitivizmi, laikliği, cumhuriyeti, aydınlanmayı eleştirerek bu soruya cevap veremeyiz.

Batının kendi içinden çıkan pozitivizm, aydınlanma eleştirileri yapanlara sırtımızı dayayarak bu soruya cevap veremeyiz ve kendimizi haklılaştıramayız.

Vahşi kapitalizm, teknoloji, silah üretimi, Yahudi-Hıristiyan Medeniyeti suçlamaları yaparak bu soruya cevap veremeyiz.

İslâm?ın akıl, düşünce, bilim alanındaki söylediklerini bir bir sıralayıp da suçu İslâm?a atarak bu soruya cevap veremeyiz.

İslâm?ı nikah, boşanma, faiz, sakal, tesbih, kadın, mezhep, kurban, günah-sevap tartışmalarından ibaret görüp, bu tartışmaların içinde boğularak bu soruya cevap veremeyiz.

Siyasi-dini olanlar ile olan ilişkilere dayanarak bilimde, teknikte, sanayide, ekonomide, hukukta, felsefede, sanatta geri kalışımızı açıklamak suretiyle bu soruya cevap veremeyiz.

Bu sorunun cevabı, ne şanlı tarihte ne de gelecekteki cennet tasavurundadır. Evet, tarihte iyi şeyler olduğu gibi iyi olmayan şeyler de vardır. Gelecekte iyi olan şeyler olacağı gibi iyi olmayan şeyler de olacaktır.

Bu sorunun cevabı, bugündedir ve bu soru, doğrudan bu günü ilgilendirir. Hatta bu soruyu tartışmaya başladığımız gün de soru, o günün sorusuydu. O günün şimdisi?nden kaçarak soruya yaklaşıldığı için soru, günümüze kadar geldi. Bugün de sorunun, bugünün sorusu olmasına rağmen bugünün şimdisi?nden kaçarak soruya cevap veriyoruz. Böylece soruyu, ?neden geri kaldık?? sorusunu yarınlara taşımaya devam ediyoruz.

Sonuç alınması mümkün olmayan soruları tartışmanın bir anlamı yok. ?Neden geri kaldık?? tartışmasında ele alınan tartışma konularına baktığımda, çözümsüz olan bir tartışma zeminine kayıldığını görüyorum. Neredeyse, bir sıralar yapıldığı gibi genelde meleklerin, şimdilerde ise özelde şeytanın cinsiyetini tartışacağız. Bu tartışmalar bizi bir yere götürmez, ilerleme sağlamayan tartışmaları bir kenara bırakmak zorundayız. Ama nedense bu tür tartışmaları da pek seviyoruz. Çünkü bir tartışmadan sonuç çıkmıyorsa, o tartışma insanlara sorumluluk yüklemez. Birincisi bu...

Toplumlar, devletler, kişiler çözümleri konusunda korkak davrandıkları sorunlar karşısında soru ve sorunların üstünü örtme ve onların yerine tali konuları ikame etme yoluna giderler. Sorunsuz çözümler ve çözümsüz sorunlar ile oyalanırlar. Bu, iki...

İlerlemenin yolu ya da yolları bellidir: Her ne işi yapıyorsak onun en iyisini yapmak.

En iyisi nedir? sorusundan en iyisini yapmaya geçmek istemeyen bir toplum içindeyiz. Çünkü en iyisi konusunda anlaşmış değiliz ve anlaşacak gibi de değiliz. Bu, işimize geliyor. Hiç kimse en iyisini yapmak için gerekli donanım ve liyakata uygun olmadığını ya biliyor ya da kendi durumundan emin değil.

Ahçı, en iyi yemeği yapmalı. Sağlığa uygun, bayat olmayan gıdalardan bu yemeği yapar. En iyi yemeği tartışmanın anlamı yoktur. Bellidir çünkü. Madende çalışan işçi, işini en iyi şekilde yapmalıdır. Onun işinin en iyi şekilde nasıl yapılacağını tartışmak, komiktir. Maden kazımak ve en temiz şekilde madeni yerin altından çıkarmaktır onun işi. Öğretmen, dersini, verilmiş müfredata uygun olarak öğrencilerine onlarda eyleme de dönüşecek şekilde öğretmek görevine sahiptir. Müfredatı hazırlayanın görevi, dünyanın ulaştığı seviyeyi dikkate alarak hangi aşamada öğrencilere hangi bilgilerin verileceğini belirler ve ona göre bir içerik oluşturur. En iyi müfredat böyle hazırlanır. Her alanda en iyi olan nedir? sorusu aslında, çok da çözümsüz bir soru değildir. Ancak sorun şuradan kaynaklanıyor: Bu işi nasıl yapmalıyız sorusundan ziyade niçin yapmalıyız sorusunu soruyoruz. Niçin sorusu, metafizik bir sorudur ve bunun kesin bir cevabı yoktur. Bilimde yaptığımız da bu. Siyasette yaptığımız da farklı değil. Niçin sorusu, bilgi üretmeyen bir sorudur. Bilgiyi, nasıl sorusu sorarak üretir ve ürettiğimiz bilgiyi de test ederiz. Tam tersini yaptığımız için ortalıkta, bilgi yerine insanların kanaatleri, inançları, umutları, beklentileri dolaşıyor. Bunlarla bir yere varılamaz. Bu, üç...

Bırakalım artık geçmişte ne olduğunu. Geçmiş, doğru bilgisine sahip olunamadığında sadece ön yargılar oluşturur. Ayrıca zaten geçmiş artık yok. Gelecekte neler olacağını da bir kenara koyalım. Gelecek, bilgisine sahip olamayacağımız şeydir. Çünkü gelecek, bilgi konusu değil, inanç ya da umut konusudur. Zaten ayrıca henüz gelecek de yok. Bizi, artık var olmayan bir geçmiş ile henüz var olmayan bir geleceğin boş egemenliğine teslim eden her şeyi bir kenara bırakmalı. Çünkü şimdi?yi, an?ı kaçırıyoruz. Gerçekten var olan, ayaklarımızın altında kayıp gidiyor. Ya maziperest ya da hayalperest olup çıkıyoruz. Ya mazi düşmanı ya da kâhinler yetiştiriyoruz.

Şimdi?ye, güne, an?a yani gerçekten bizim için var olana dönelim...

Genç zihinleri geçmişin bugüne faydası olmayan yüceltilmiş ya da yerin dibine batırılmış olayları, kişileri ile meşgul etmeyi ve onların zihnini ifsad etmeyi terk edelim...