Kerime Yıldız


YÜKSEK ÖKÇELER

YÜKSEK ÖKÇELER


Târihî hâdiselerin sebepleri pek çoktur. Târihçi bir arkadaşım, son günlerdeki Gül-Erdoğan gerilimini sorunca hiç aklına gelmeyen bir sebebi hatırlattım. ?Bir memurun lojman süresi dolunca en çok kim bunalıma girer ve sürenin uzamasını ister?? diye sordum. Ne de olsa memur, şıp diye anladı ve gülmeye başladı.

Yaşadıklarımız, biraz da 'Yüksek Ökçeler' hikâyesi gibi..

Ömer Seyfettin'in hikâyesi şöyle:

Temiz ve nâmuslu bir kadın olan Hatice Hanım, eşi ölünce köşkte hizmetlileriyle yaşamaya başlar. En mühim özelliği, evin içinde, daha doğrusu üst katta bir karış topuklu ayakkabılarla dolaşmasıdır. Birgün başı döner. Doktor tavsiyesiyle ayakkabıdan yumuşak terliğe tenzil eder. Terliklerle dolaşmaya başlayınca alt kattakilerin göründüklerinden farklı olduklarını acı bir şekilde öğrenir. Yüksek ökçeli ayakkabıları çok ses çıkardığı için geliş gidişini bilen hizmetliler, o güne kadar kendisine rol yapmıştır. Hepsine yol verir ama her kimi işe aldıysa aynı şeyleri yaşar. Neticede çâreyi, tekrar yüksek topuklu giyinmekte bulur. Yumuşak terlikli hayat, katlanılacak gibi değildir.

Hangi modacının dolduruşudur bilmiyorum ama Hayrünnisa Gül'ün yüksek ökçe merâkı, İngiltere Kraliçesi?ni bile şaşırtmıştı. Hattâ birkaç defâ düşme tehlikesi geçirmişti.

Hayrünnisa Gül?ün Köşk?te son derece aktif olması ve yüksek topukları, yukarıdaki hikâyeye çok benziyordu. Topuklarının çıkardığı ses, herkesi hizâya soktu. Saygıda kusur edilmedi.  

Fakat yüksek ökçelerden yumuşak terliğe iniş günü yaklaştıkça Hayrünnisa Gül?ü bir telaştır aldı. İkbâlden düşünce aynı saygının gösterilmeyeceğini biliyordu. Rol yapan birçok insanın ne olduğu ortaya çıkacaktı. Elbette çok zor bir durumdu. Görev süresinin uzaması iyi olurdu.

Önce Abdullah Gül?ün tekrar aday gösterilmemesi, Gül?e ihânetmiş gibi bir algı oluşturuldu. Sonra Hayrünnisa Hanım, Köşk?teki son resepsiyonda, ?İntifada başlatacağım? diye, bu ihâneti (!) dillendirdi.

Resepsiyon, yeniden aday olmak için kulis yapılacak ve gazetecilere içini dökecek yer değildi. Ama yumuşak terlik krizine giren başkaları da vardı ve savaşın işâret fişeğini burada patlattırmayı uygun görmüşlerdi.

Hayrünnisa Hanım,  neyin isyânını başlatacaktı? Olan neydi? Sâdece Cumhurbaşkanı Gül?ün görev süresi dolmuştu. İntifada ne demekti? Ülkeyi, İsrâil mi işgal ediyordu? Sanki birileri, bu kelimeyi özellikle seçip Hanımefendi'ye ezberletmiş gibi emânet durdu. Öyle ayaküstü bir sohbette pat diye akla gelip kullanılacak bir kelime değildi çünkü. On ikiden vursun diye seçilmiş bir kelimeydi. Maalesef ters tepti. Filistin halkının acısı ve gözyaşıyla özdeşleşmiş bir kelimeyi makam mevki meselesine âlet etmek, çok tâlihsiz bir şey oldu.

Hayrünnisa Gül'ü anlamaya çalışmıştım. Erken evlilik, yaşıtları gibi yaşanmamış bir gençlik ve yorucu bir orta yaştan sonra ülkenin first laydisi olmak, şüphesiz çok ağır bir yüktü. Bu yükü, bir yere kadar başarıyla taşıdığına da inanıyordum.

Fakat birileri, Cumhurbaşkanının, Abdullah Gül olduğunu; kendisinin de onun eşi olduğu gerçeğini hatırlatmalıydı. Eş durumundan Çankaya faslı kapanmıştı.

Hayrünnisa Hanım, aynı resepsiyonda Abdülkadir Selvi'nin elini sıkmamıştı. Bir misâfirin bütün hakları, ev sâhibinin güvencesi altındadır. Ayıp, ev sâhibinindi. Abdülkadir Selvi, 'Bizim balta sapı burada mı?' diye sormak için değil, dâvetli olduğu için Köşk?e gitmişti.   

Arkasından, Hayrünnisa Hanım'ın, 'Köşk?e zarâr verecek davranışlarda bulunanlar, karşılarında beni bulurlar.' cümlesi ortaya düştü. Gül çiftinin evine kirâcı gelmiyordu; ülkenin yeni Cumhurbaşkanı, görevi devralıyordu. Üstelik Emine Erdoğan, Köşk?e niye zarar versin ki?

Hayrünnisa Hanım, üst üste akla ziyan sözler ederken bir dönem onun topuklarıyla alay edenler ellerini oğuşturuyor; Fatih Altaylı bile, 'Helâl olsun!' diye destek veriyordu. ?Bile? diyorum çünkü Hayrünnisa Gül?ü oraya lâyık görmeyenler, oradan inmesin istiyorlardı.

Bugünlerde çıkan bâzı haberlere göre Hayrünnisa Gül, yine yüksek ökçeler hevesine kapılmış görünüyor. Son derece haklı! Destekliyorum!

Sıradan bir devlet lojmanını bırakmamak için yaş haddine kadar ayağını sürüyerek işe giden memurların ve ?Sakın bırakma!? diye lojman krizine giren memur eşlerinin olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Kaldı ki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi?

Arkadaşıma bunları anlattım. Sizinle de paylaşayım dedim.