Nasıl ki fertler kendilerini inşa ederlerse, toplumlar da kendilerini inşa ederler. Yeryüzünde olmuş bitmiş bir şey yoktur. Kainatın kendisi de öyledir. O da, olmuş bitmiş değil, oluşmakta olandır. Yaratma, her an devam etmekte olan bir kudretin fiilinin sonsuzluğuna işaret eder. Bundan dolayı kainatta her an bir yaratma anıdır ve kainat, her an yeni bir kainattır. Kainatta, mutlak kudretin yaratıcı fiiliyle her an inşa edilmekte olandır ve onda, zorunluluk, sadece geçmişe aittir. Onun geleceği, imkânın gerçekleşmesinden sonra geçmişe ait bir nitelik olarak ortaya çıkar.
Kainatta olan bu her an yeni bir hal alma, kainatın geçmişinden bütünüyle ayrı ve bağımsız değildir. Kainat, kendi potansiyel bütünlüğü içerisinde yenilenir ve geçmişine yabancı hale gelmez. Bundan dolayı geleceğe ilişkin kainatta olup biteceklere dair tahminlerimiz, beklentilerimiz olur. Geçmişine dayanarak yeni hale gelen bir ?bugün? vardır.
Fertler ve toplumlar da, çok farklı değildir. Fikirler, ideolojiler, kültürler, diller, dinler, hukuk sistemleri, devletler v. b diğerleri için de aynı şeyler söylenebilir.
Türkiye?deki ve dünyadaki olaylara da bu görüş açısından bakmak mümkündür. Hiç kimse, olduğu gibi kalma imkânına sahip değildir. Olduğu gibi kaldığını iddia edenler, büyük bir yanılgı içindedirler. Kainat, kendi yenileşme süreci içerisinde hayatı da kendine uydurur. Hayat, kainatta hüküm süren olaylar manzumesine canlıların iştirakidir. Bu iştirak, olaylar manzumesini hayatın öznesine uydurmak değil, hayatın öznesinin olaylar manzumesi karşısındaki tavır alışıyla gerçekleşir. Tavır alış yoksa iştirak yoktur ama teslimiyet vardır. Teslimiyet, hayatın öznesi olmamak demektir.
Fertler kendilerini, tavır alarak inşa ederler. Tavır almak, olaylara mesafe alarak yaklaşmaktır ve bu mesafe alışta gerçekleşen şey ne ise, onu bir bütün olarak görmek, kavramak esastır. Mesafe almadan görülemez. Görülemeyenin teorisi/nazariyesi kurulamaz. Öyleyse teori/nazariye, ferdi yaşantı hallerinden, olup bitenlere nazar etmekten, onları görmek ve gözlemekten bağımsız olamaz. İnsan da, kendisi hakkında ancak hayat içerisinde kalarak, yaşayarak, tavır ve mesafe alarak bir teori oluşturabilir. Ancak kendisini inşa etme süreci boyunca, kendi kendisinin teorisinin/nazariyesinin de inşa edildiğini bilmelidir. Toplumlar ve devletler de böyledir. Onları, kainatın mantığından ayrı düşünmek de oldukça zordur. Gerçi doğal olanla tarihsel olan arasında bir karşıtlık varmış gibi düşünüldüğünü de biliriz ama bu karşıtlık, diyalektik düşünmenin ve varlığı bölmenin, parçalamanın bir sonucudur.
İnşa faaliyetinde esas olan, ferdin kendisinden hareket etme zorunluluğudur. Kendisinden hareketle kendi eliyle kendi kendini değiştirmesidir esas olan. Bir dış etki nedeniyle gerçekleşen inşa, ferdin kendine yabancılaşmasını, kendisiyle olan uyumsuzluğunu ve geçmiş-şimdi ve geleceği arasındaki ilişkisizliği beraberinde getirir. Bu, bir inşa değildir, bu, olsa olsa bir tahribattır. Ancak bu inşa faaliyetinde fert, ne kadar kendisinden hareketle kendi eli vasıtasıyla kendini değiştirmeyi hedeflese de sürekli olarak sayısız neden ve etkilerin tesirindedir. Çünkü her şey her şeyle bağlantılıdır ve bir şey, hiçbir şeyden tamamen muaf tutalabilecek durumda değildir. İşte mesafe almak suretiyle tavır alış, bu neden ve etkiler karşısında onları tam olarak görmek ve kavrayabilmeyi sağlayabileceğinden bilinci açık tutar ve uyanık olmayı sağlar.
Şimdi dünyamız ve özellikle bölgemiz ekonomik ve politik olarak yeniden inşa edilmek istenmektedir. Bu, kısmen doğal olsa da önemli ölçüde doğal bir inşa süreci değildir. Kısmen doğaldır; çünkü etrafımızdaki toplumların ekonomik, politik ve hukuk sistemlerine bakıldığında durumlarının mevcudu korumalarına izin vermediğidir. Kısmen doğal değildir; çünkü onlardaki ve hatta bizdeki inşa, dış neden ve etkilerin eliyle yapılmak istenmektedir. Oysa fertler nasıl ki, kendi elleriyle kendilerini değiştirmek durumunda kendi kendilerini inşa edebiliyorlarsa toplumlar ve devletler de öyledir. Bir tek biçimde inşa etme diye bir şey yoktur. Muhtelif şekillerde fertler, toplumlar ve devletler kendi kendilerini inşa etmek imkânına sahiptirler. Çatışmalar, inşa etmenin nasıl ve hangi şekilde olacağı noktasında ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, bu durum karşısında, o etkiler ve nedenlerden muaf olmadığına göre mesafe alarak bir tavır takınmak durumundadır. Başka türlü Türkiye, mesafesiz ve tavırsız kalır, olayların akışına gitmek zorunda kalır. Öyleyse Türkiye, kendi iç siyasetini, olup bitenlere karşı mesafe alıp tavır takınarak inşa etmek suretiyle var olma mücadelesine iştirak edebilir. Mevcut halini, kendi içine kapanarak muhafaza edemez.
Bakmasını, görmesini, nazar etmesini bilmeyen bir siyaset de, bilmenin genel hali olan teori/nazariye kuramaz ve yaptıklarını anlaşılır kılamaz. Hazır nazariyelerden değil, gerçek olandan hareketle kendi ferdi, toplumsal süremiz içerisindeki tecrübelerin üstüne yükselerek nazariyeler oluşturabilir ve oluşan nazariye kendi ferdi ve toplumsal tarihimizin her anını kendi gerçekliğine dahil eder. Gerçeklikten kopmayan bir nazariye ve nazariye ile olaylar arasındaki ilişkileri bir birine bağlayan bir inşa ediştir bu. Çünkü fert olarak ben, toplum olarak Türk toplumu, devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her birimiz kendi varoluşumuzdan ibaretiz.
Anlamak, kendi varoluşumuzu anlamaktır ve anladığımız şey de, kendi mahiyetimizi gösterir. Bunu bilmeyen ve anlamayan, Türkiye?deki siyaseti ve etrafımızda olup bitenleri de anlayamaz. Olup bitenleri saymakla bir yere varılamaz. Onlara nüfuz etmek gerekir.