Bugünkü yazıma, İbikos adlı Yunanlı bir lirik şairin bir sözünü alarak başlamak istiyorum. Bu söz, kanaatimce, her dönemde insanlara çok şeyler söyleyen bir sözdür. İbikos şöyle diyor: ?İnsanların beğenisini kazanmak için tanrılara karşı suç işlemek?. İnsanlığın her dönemde başta gelen kusurlarından birisi, bu olsa gerek.
Bu sözde, ?tanrılara karşı suç işlemek? yerine, ?hakikate karşı suç işlemek? ifadesini koymanın tarihsel açıdan daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü hakikat, kendisine erişildiğinde, erişene en büyük mutluluğu verendir. Hakikatin verdiği mutluluk nispetinde, ona ulaşmanın da zor ve meşakkatli, çileli olduğunu hatırda tutmak gerekir. Zira hakikat, açığa çıktıkça bizde pek çok şeyin sönmesi gerekir. Çünkü hakikatin ışığı, bütün varlığı aydınlatır ve başka ışıkların ne kadar da sönük olduğu anlaşılır. Hakikat açığa çıktıkça; dünyaya ilişkin arzuların, isteklerin, gururun, övünmenin, zenginliğin, zevkin istenilmesine dair iradenin azalması gerekir. Hakikat bizden, kendisi dışında olanlardan feragat etmemizi ister ve bekler. Bunun için de duygularımıza, içgüdülerimize, bedenimize hitap etmez. Ruhumuza, aklımıza hitap eder. Aklın, temaşa etkinliğinde bulunması suretiyle kendisiyle muhatap olacağımızı bilmemizi ister. Çoğunluk, böyle bir muhatap olma haline uzaktır ve hatta böyle bir halin varlığından da habersizdir. Bu, çok az sayıda insana nasip olur. Ama onlar, bu hali kendilerine nasip kılmasını bilebilmiş insanlardır. Hal böyle olunca, insanların çoğu, Tanrı?ya ya da hakikate doğru yürümek yerine, Tanrı ya da hakikatin kendilerinden istediklerini yerine getirmek yerine, Tanrı ya da hakikatin arzu etmediği ama insanın da hoşuna giden zevk verici durumların peşinden koşmayı tercih ederler. Bir devlet adamı, pekala iktidardan aldığı zevk uğruna insanların hoşuna gidecek sözler söylemekten çekinmez. Onların övgüleri karşısında kendisini unutabilir. Onlardan övgülerin devam etmesini sağlamak için elinden geleni yapmaya devam edebilir.
İnsanların çoğunun cahil olduğu, hayatını masallarla idare ettiği, miskince yaşamanın adeta sufice yaşamak olarak görüldüğü bir toplumda; cehaletin övülmesini, efsanelerin gerçek gibi anlatılmasını, fakirliğin şükür ve kanaat etme sayesinde normalleştirilmesini sağlamak hiç de zor değildir.
Bu türlü durumlar, güçsüzlerin ahlak konusunda tutarsızlıklarına neden olmak gibi bir sonucu da doğurur. Yalakalık, övme, kutsallaştırma, mükemmel görme, idealleştirme gibi gerçekle ilgisi olmayan davranma biçimleri değerli olarak görülmeye başlanır. İnsanlar arasında, bu konuda yarışmalar başlar. Güce tapınma, en önemli değer haline gelir.
Bir toplulukta, göze görünür olmak ve ön sıralarda yer almak için kendisine fırsat verilmesinin nedenlerini farklı biçimlerde oluşturmanın yollarını aramaya başlayan insanların sayısındaki artış, bahsedilen nedenlerin niteliğine uygun bir topluluk içinde bulunduğumuzu gösterir.
Bir toplulukta, kendi bireysel yeteneklerinin iş görmeyeceğine inanan insanların sayısı ile o toplumun niteliği arasında ters orantı vardır.
Kendisini, hazır ve revaçta olan bir kimlik içerisnde bulunmakla daha güvenli olduğuna inanların sayısı ile o toplumun niteliği arasında yine ters orantı vardır. Bunların sayısını artırmak mümkündür. Ama böylesine ters orantıların sıkça yaşandığı toplumlarda bireylerin saçmalama yüzdelerinin arttığını da söylemek mümkündür. İşte asıl olarak hakikate karşı işlenen suç, bu saçmalamalardan kaynaklanır. Siyasetin ve eğitimin amacı, bu ters orantıların ve saçmalamaların sayısını azaltmak olmalıdır. Medeni olmak, başka türlü sağlanabilecek bir durum değildir.
Hakikate karşı suç işleyerek elde edeceğimiz şan, şöhret, övgü, haz, güç gibi haller, kendilerinden sonra yaşayacağımız mutsuzlukların nedeni olurlar. Çünkü insanı, hakikate uygun davranmak kadar hiçbir şey mutlu etmez ve huzurlu kılmaz.