İSİLAY Vakfı Başkanı, Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan Hocam 1995 yılı sonlarında beni aradılar. Tunus'taki büyük zulüm ve işkencelerden Batı ülkelerine kaçmak zorunda kalan Nahda (Diriliş) Hareketi mensubu ailelerin, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bürosundaki başvurularını takip edecekleri sürelerde Ankara'da ikametleri ve iaşeleri için bir çalışma yapmamızı istediler. O yıllarda Sincan Belediyesi'nde idareciydim.
Biz de arkadaşlarımızla hemen organize olarak, Sincan'da mütedeyyin kardeşlerimizin yoğunlukla oturdukları bir sitenin bodrum katlarında üç adet daire kiralayıp, evlerimizdeki fazla eşyalarla bu daireleri dayayıp döşedik. İlk grup Tunuslu misafirlerimizi ağırlamaya başladığımızda, her birinin fiziksel ve zihinsel işkence izlerinin tıbbi müdahaleler gerektirdiğini de görerek hizmet alanımızı da genişletmek durumunda kalmıştık.
Arapça da bildiğim için bu kardeşlerimizin Ankara'daki bütün iletişimleri adeta bana bağlıydı. Misafirlerimizin hemen hepsi iyi eğitim almış, samimi dindar ve asla şiddet yanlısı olmayan harika insanlardı. Her biri fasih Arapçanın yanı sıra, anadilleri gibi Fransızca da konuşuyorlardı. İki yıldan fazla süren bu hizmetimiz boyunca kiraladığımız evlerde 100 kadar aileyi ağırlama imkânımız olmuştu.
Evraklarını tamamlayanlar, Avrupa ve Amerika ülkelerinden iltica başvurusu onaylananlar yine bizlerin topladığı paralarla alınan biletlerle gözyaşlarıyla yeni ülkelerine uğurlanıyordu. Nahda Hareketi'nin siyasi ve fikri temellerine, barışçıl, demokrat yaklaşımlarına daha o yıllarda hayran kalmış ve ülkemizdeki İslami hareketlerle kıyasladığımızda onları çok daha donanımlı ve çok daha demokrat bulmuştuk.
Hatta bu denli demokrat bir İslami Harekete bile bunca büyük zulümleri reva gören Tunus'un dikta rejimi bizim beddualarımızdan da nasiplenmişti. Neler anlatıyorlardı neler... Tunus'un açık bir hapishaneye döndüğünü, onbilerce Tunuslu'nun hapislerde işkenceler gördüğünü, 500 bine yakın Tunuslu'nun yargılandığını, binlerce Tunuslu'nun çölde açlığa ve susuzluğa terk edilerek yok edilddiğini, insanlık tarihinde eşine rastlanmayan işkence metodlarının uygulandığını, tek suçlarının bazan namaz kılmak, sakal bırakmak, sokaklarda başını örtmek, ülkenin despot rejimine boyun eğmemek olduğunu, en ağır işkencelere maruz kalsalar bile sürgündeki liderleri Raşid Gannuşi'nin kesin talimatıyla asla ama asla karşı şiddete ve silahlanmaya başvurmadıklarını dinledik günlerce. Bir gün demokratik yollarla iktidara gelebilecekleri umudunu içlerinde bir dua gibi saklayıp yaşadıklarına hayranlıkla şahit oluyorduk.
Ülkemizde 28 Şubat Postmodern darbesi olduğunda, Tunuslu Kardeşlerimizi Sincan'da ağırlamamız da zorlaşmaya başlamış ve bizler de bizim darbecilerin gözünde 'Arap Hizbullahçılara(!)' yardım ve yataklıkla suçlanmaya başlamıştık. Bizim darbecilerin entelektüel kapasiteleri Nahda Hareketi'yle Hizbullahı tefrik edebilecek kabiliyetten elbette yoksundu. Tam da o yıl, TBMM Refah Partisi grubunda danışmanlık görevime başlamıştım. Bir gün İngiltere'de sürgünde bulunan Raşid Gannuşi'den bir telefon aldım. Kardeşlerine Sincan'da yaptığımız hizmetlerden dolayı şahsımda Müslüman Türk Milletine şükranlarını sunuyordu. Ancak Türkiye'de de şartların zorlaştığını gördüklerini ve bu nedenle artık Tunuslu Kardeşlerimizin başka yollarla iltica başvuru yapacaklarını anlattı. Hayatımda aldığım en unutulmaz telefondu.
Aradan tam 20 yıl geçti. Garip bir tecelli-i ilahiyle geçtiğimiz haftalarda Tunus'ta yapılan Nahda Hareketi 10. olağan Genel Kurulu'na misafir olmak ve 20 yıl sonra Raşid Gannuşi Bey ve Tunuslu Kardeşlerimizin bazılarıyla kucaklaşmak, ağlaşmak ve hasret gidermek nasip oldu. 2011 yılında Tunus'ta başlayan Arap Baharı, İslam Dünyasında belki de sadece Tunus'ta hayırlara vesile olmuştu. İngiltere'deki sürgününden dönen Gannuşi, ülkenin yerleşik siyasal sistemiyle entegre olma yolunu tercih etmiş ve tek başına Nahda'yı iktidara getirme imkânı olduğu halde, ülkesinin Mısır'da yaşanan kötü tecrübeleri yaşamaması için biraz da Türkiye'deki demokratikleşme ve AK Parti tecrübesini takip ederek adeta ülkesinin manevi lideri olmayı başarmıştı. Bir siyasi parti olarak Nahda'nın oy oranlarını kasden büyütmemek için ılımlı demokrat olan diğer partilere de destek vermiş ve 'Nahda'nın siyasi başarısı Tunus'un siyasi geleceğinden önemli değildir' felsefesini kabul ettirmişti. Böyle olunca da, taraflı tarafsız her kesimin sempatisini kazanan Gannuşi, Nahda'nın 10. Kongresinde yapmış olduğu konuşmayla İslam Dünyasında, İslam ve demokrasi temelli ve İslamcılık eksenli tartışmalara yeni bir açılım getirdi.
'Nahda Hareketi İslami referanslı demokratik bir siyasal oluşumdur.' diyen Gannuşi, din ve siyaset ayırımının din dışılık şeklinde anlaşılan bir laiklikle yapılamayacağını, ancak siyasetin yerinin de camiler olmadığını Müslümanların anlaması gerektiğini, dinin birleştirici rolünün siyasetin bölen rolüyle zedelenmemesi gerektiğine vurgu yaptı. Ama bence en temel cümlesi şuydu: 'Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam?dan çıkıyoruz. Artık siyasî İslam?ı temsil iddiasında olmayan Müslüman demokratlarız.' Siyasal İslam'ın İŞİD ve diğer radikal örgütlerle Müslümanlara nasıl zararlar verdiğini, ama bunlarla mücadele edebilmenin yolunun da din ve siyaset ayrımının yeniden ve doğru olarak yapılmasından geçtiğini vurguladı. Sütten ağzı yanan Müslümanları gördükçe Tunus Müslümanlarının Gannuşi liderliğinde yoğurdu üfleyerek yeme niyetinde oldukları çok belirgindi. Parlamentoda çoğunluğa sahip olmalarına rağmen iktidar özlemiyle yanıp tutuşmadıklarını ve bunun için de korkaklıkla eleştirildiklerini söyleyen Gannuşi, mutlu ve müreffeh bir Tunus, her türlü iktidardan daha değerlidir, diyerek halkın gönlünde taht kurmaya devam ediyor.
12 milyon nüfuslu Tunus'un bu en büyük siyasi hareketinin 10. Kongresi ve 36. kuruluş yıl dönümü etkinlikleri Tunus?un onbin kişilik en büyük kapalı spor salonun da yapılmasına rağmen salon dışında da bir o kadar kalabalığın bulunduğu sık sık dile getirildi. Gannuşi konuşmasında, keşke bu Kongreyi olimpiyat stadyumunda yapsaydık diyerek espiri bile yaptı.
Kongre'nin en ilginç olayı, tarafsız olması gereken Tunus Cumhurbaşkanı El Bacı Kaid el Sebsi'nin Kongreye bizzat katılarak Kongre'de bir konuşma yapması oldu. Konuşmasında, 'Belki burada bulunmam ve konuşma yapmam siyaseten çok yanlış. Diğer siyasi partiler beni anlayışla karşılasınlar, ancak Tunus'un gerçek sahipleri olan Tunus Halkının en büyük ve Tunus demokrasisinin sembolü olan bu çilekeş hareketin kongresi için davet aldığımda her türlü riski göz önüne alarak bu erdemliler topluluğu ile beraber olmak istedim. Ülkemin manevi lideri Gannuşi Bey'i selamlıyorum.' diyerek onbinlerce Nahda taraftarı tarafından ayakta alkışlandı. Kongre'ye katılan misafir ülkeler anons edilirken Türkiye ve Erdoğan sloganları da atıldı.
Gannuşi Bey'in ilerlemiş yaşına rağmen 20 yıl sonra bendenizi hatırlaması, bana sarılması, şahsımda o günlerde yaptıklarımıza şükran duygularını tekrarlaması çok etkileyiciydi. Kızı Sümeyye Gannuşi Hanım ve eski Dışişleri Bakanı olan damadı ile de tanışıp sohbet etme imkânı buldum. Sümeyye Hanım, İngiliz The Guardian gazetesinde çok okunan ve Avrupa'da başörtülü Müslüman kadın kimliğiyle çok iyi tanınan bir köşe yazarı ve aktivist. Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın kızları Sümeyye Hanım'ın da yakın arkadaşı olduğunu ve yakın zamanda İstanbul'da yapılan düğününe de katıldıklarını anlattı.
Kongre sonrası Türkiye'ye döndüğümde Nahda Hareketi'nin 10. Kongresinde ortaya çıkan din ve siyaset ayrımı söylemlerinin eski Türkiye özlemli bazı laik kafalar tarafından nasıl çarpıtılarak verildiğini hayretle okudum. Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, Gannuşi'nin Müslüman demokrasi söylemini nasıl da tersinden okuyup AK Parti'ye laiklik ve demokrasi dersi haline getirivermiş. Bu kadar cahilliğe elbette çok güldüm.