Mustafa Güçlü


Asgari ücretlinin arzuhali

Asgari ücretlinin arzuhali


Bu yıl ülkemizde yıllardır yapılan ?Asgari Ücret Tespit Komisyonu? toplantısında bir ilk yaşanacak. Türk-İş Genel Merkezi daha önce 15 kişi ile katıldıkları komisyon toplantısına bir asgari ücretliyi dahil ederek, 16 kişi ile katılacaklarını duyurdu. Günümüzde üretimin en büyük mağduru asgari ücretliler, böylece ilk elden kendilerini ifade etme imkanı bulmuş oldu. Bu durum bize emeğin hak arama tarihinin yüzyıllardır devam ederek oluşan mücadele birikimini hatırlattı. En çetin ve zorlu mücadele dönemi, geleneksel üretim yapısının bütün dezavantajlarına rağmen bir gruba dahil olarak asgari geçim standartından mahrum bırakmadığı insanın, üretimin mahiyetinin değişmesi sonucu doğan sanayi toplumunun sunduğu bütün avantajlara rağmen bireyi sermayeye karşı yalnız/korunaksız bırakması ve asgari geçim standartını bile elinden kaybetme riskiyle karşılaşması sonrası başlamıştır.

Geleneksel toplum yapısının sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik hayata hakim olduğu dönemlerin ünlü toplum bilimcisi İbn-i Haldun, refahın kaynağını üretimin ve iş bölümünün sağlıkla bir zeminde işleyişine bağlamıştır. Medeniyet tarihimiz geleneksel toplum yapısının üretim anlayışına hakim olduğu dönemlerde altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde Osmanlı Devleti, refah seviyesi yüksek insanların yaşadığı bir huzur ve güven coğrafyası olmuştur. Ancak sanayi toplumuna geçişle birlikte değişen üretim ilişkileri toplumların sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel yapılarında ciddi değişimlere sebebiyet vermiştir. Bu süreçte ön plana çıkan ekonomik anlayışların başında kapitalizm ve komünizm gelmektedir. 

Kapitalist zihniyete göre, toplumun refah, güven ve adalet seviyesini yükseltmek amacı ile üretim araçlarına bireylerin tahakküm ettiği ve şahısların ürettikleri iş güçlerini gayri şahsi piyasanın tespit ettiği bir fiyat üzerinden satmakta hür olduğu ekonomik işleyişe kapitalizim denir. Tarifi yapılan bu kapitalist anlayışın hayat bulması için, toplumun liberal siyasal düzene dayanması ön koşuldur. Diğer bir ifade ile kapitalizm, demokrasi ve özgürlüklerin kurumsallaştığı bir toplum yapısında kendi sınırları içinde gelişimini sağlıklı olarak sağlayabilir. Aslında kapitalistlerin kendi fikri yapılarını demokrasi ve özgürlüklerin kurumsallaşması ve bu kurumsal temel üzerine inşa edilen üretim ve tüketim ilişkisi ile ifadelendirmesi kendileri açısından tutarlı bir durumdur. Ancak bu kapsamda bir kapitalist anlayışı hayata geçiren devletler ve şirketler varsa sorun yok demektir. Örneğin, ileri demokratik uygulamalara, sosyal güvenliğe, ücret adaletine, iyi girişimci yetiştiren eğitim zihniyetine, katı bir mahiyette yolsuzlukla mücadele eden bir hukuk sistemine sahip bir devlet anlayışı olursa, o ülkedeki şirketler kapitalizmin yukarıda izahı yapılan çerçevesinde işleyişlerini sağlarlarsa herkesin mutlu olduğu ekonomik bir düzenin var olacağı kapitalizmin ana tezidir.

Kapitalizmin teorik ve kulağa hoş gelen boyutunu bir kenara koyarak,  dünyanın ekseriyetinde kapitalizmin kurallarını sözde icra etmeye çalışan Türkiye?de dahil olmak üzere çoğu ülkedeki durumu bir örnekle özetlersek:  Örneğin, ülkemizde emek sahibi insanların canı pahasına mağdur olduğu kömür işletmeciliği sektörünü ele alalım: Birinci olarak, kömür işletmeciliği yapan şirketlerin, ilk yapması gereken, işçi ve işyeri güvenliği temin için tüm tedbirleri alacak teknolojik yatırımları yapması; ikinci olarak, kömür işletmelerinde çalışan emek sahiplerinin yaptıkları işin riskleri hakkında yeterli donanımda olması ve iş sektörleri arasında geçiş yapabilecekleri bir işlevsel işgücüne sahip olması; üçüncü olarak kömür işletmelerinde meydana gelen bir iş kazasında çalışma koşullarına ve iş güvenliğine ne derece uyulduğunu hakkıyla ve ivedilikle inceleyen ve suçluları tespit ederek cezalandıran bir hukuk anlayışının var olması elzemdir. Şimdi bu çerçevesi çizilen işveren, işçi ve hukuk anlayışının neresinde olduğumuzu değerlendirmeyi size bırakıyorum. Ancak durumun pek iç açıcı olmadığını da ifade etmek istiyorum. Çalışma şartlarının bu mahiyette olduğu ülkelerde kapitalizmin rekabete dayanan kurallarının işletilerek üretim yapılmaya çalışılması, ancak emek sahiplerinin ezilmesi ile sonuçlanır. O zaman Marx?sın kapitalizm için söylediği ?sermaye sahibi burjuvazinin servetinin, proleterin, mülksüzleştirilmiş çalışan sınıfın iş gücünün sömürülmesinden türetildiği bir sosyal ve ekonomik sistemdir? tarifi haklı olarak tecelli etmiş olur. Ancak Marx?ın proletaryayı merkeze alarak sunduğu çözüm önerilerinin de bugün anlamı kalmadığını da ifade etmek istiyorum. Zira bugün tek tip bir işçi sınıfının kalmadığı dünyada, sınırları belirsiz bir sınıfın çıkarlarını merkeze alarak politikalar üretmenin insanlığın geneline beklediği huzuru vermesi mümkün değildir.  

Netice itibari ile ne kapitalizmin ?bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler? zihniyeti ile cenneti bu dünyada inşa edeceğini iddia ederek çıktığı yolda sorun üreten ekonomik işleyişi ne de ahir alemdeki cennetin bu dünyadaki amellerle inşa edileceğini reddederek ?alt yap- üst yapı ilişkisi? zihniyetine dayanan komünizmin ekonomik anlayışının, beşeriyete mutluluk getirmesi mümkün gözükmemektedir. Zira beşeriyetin İktisat tarihi müktesebatına bakınca, bu durum net olarak anlaşılmaktadır. Aslında reçete ortadadır. Ekonomik düzene hükmedenler, üretimin en büyük unsurlarından biri olan emeği ?finansal maliyet? olarak kabul edip, hakkını ?maliyet gideri? kaleminde görmekten vazgeçerek ?sosyal maliyet? yönünü dikkate alıp  ?bölüşümün bileşeni? olarak görmelidir. Diğer bir ifadeyle insanı maddi ve manevi boyutu ile kuşatan bir iktisadi ahlak zihniyetinin çalışma hayatına hakim kılınması gereklidir.