İlginç dönemlerden, tarifi çok zor günlerden geçiyoruz.
Kalem ehli ve dahi kallavî pozisyon sahipleri (üniversite, siyaset, edebiyat vs. alanlardan), tarihsel dönemleri adlandırmayı öteden beri pek severler bilirsiniz.
Tarihin büyük çağlarını bir kenara bırakarak yakın tarihe bakılacak olursa, ?bilgi çağı?, ?teknoloji çağı? ve ?iletişim çağı? en meşhur isimlendirmeler.
Biraz daha ayrıntıya inilecek olsa ve bölgesel araştırmalar yapılsa, başka adlandırmalara ulaşmak da mümkün olabilir.
Ne var ki, kendi coğrafyamızdan, gözümüzün bebeği Türkiye?mizin penceresinden baktığımızda, bütün küresel tanımlamaların dışında, belki sadece bize has bir durumdan dolayı, ?çok bilenler çağı? ya da ?çokbilmişler çağı? şeklinde, -ayrıca- tanımlayabiliriz içerisinden geçtiğimiz dönemi.
?
Niye böyle söylüyorum?
Öyle acayip bir zamandan geçiyoruz ki, herkes her şeyi biliyor maşallah!
Konu ne olursa olsun, herkesin söyleyecek bir değil binbir sözü var. Hadi eğitim düzeyi ne olursa olsun, yetmiş seksen yıl yaşamış ve bu süre içerisinde hayat okulunda doktora yapmış yaşlıların sözü var da, hayrettir, on sekiz-yirmi yaşındaki tazelerin de ağzı laf dolu.
On yaşındaki çocuğa bile herhangi bir konuda bilgi ve öğüt verilemiyor neredeyse. Küçük beylerimiz ve zarif prenseslerimiz o konuda ve başka başka konularda sizden daha çok bilgiye sahip zira! Onlarca yıl yaşamışçasına ve pek çok alanda dirsek çürütmüşçesine... E, nasıl olmasınlar ki, her birinin elinde birer cep telefonu görünümlü bilgisayar ve ne de olsa dünyanın bilgisi ?bi tık ötede?!
Üstelik o ?her şeyi bilenler korosu?, adı üstünde her konuya vâkıf?
Spor konusuna da hâkimler (hele de futbol), siyasete de; turizmi de biliyorlar, sağlığı da; güvenlik de onların uzmanlık alanına dâhil, eğitim de; kütüphaneciliği de içmişler hukuku da? Din konusu ise, zaten her birinin özel ilgi ve uzmanlık alanı. Sübhaneke duasını bile bilmiyormuş ne gam; kim hesap soracak, kim onları sınava tâbi tutacak.
Hele bulundukları ortamda o alanın gerçek uzmanları da yoksa dillerinin kemiksiz, gönüllerinin pervasız oluşunun inanılmaz örneklerini sergilemekten geri durmuyorlar. Hatta kimi zaman çeşitli ortamlarda alan uzmanlarının yanında bile ahkâm kestiklerini, uzmanlık tasladıklarını hayretle görüyor ve utançla susuyoruz.
Hele bir de sosyal medya ortamı var ki?
Çok bilenler geçidi denilse yeridir. Ünlü ?düşünürler?, büyük ?felsefeciler?, yüce ?âlimler?, takdire şâyan ?bilim insanları?, verimleri altın değerindeki ?edebiyatçılar?!? Kimi, hangisini ararsanız hemen hepsi orada bu çok bilen zevatın?
Aforizmalar, pek özlü sözler, beyitler, dörtlükler, iri cümleler 7/24 sökün ediyor sosyal medya mahallesinde. Müstefid olmayan derdine yansın, bu ?bilgelik? yağmurundan!
?
Bu kadar bilgiçlik (!) insanı yoldan çıkarır, uçurumlara sürükler maazallah.
Özcümle, bir ukalâlıktır ki, sormayın gitsin.
Aslında, bu, her şeyi bildiğini zannedenlerin bilmediği en önemli şey, ?haddini bilmek?. Ne var ki, bunun hiç de farkında değiller. Elbette bunun farkında olsalardı, o zavallı koronun içinde yer almaz, bilmediklerinin eksikliğiyle, mütevazılığın güvenli bahçesinde bilmeye gayret eder, bilmek için çırpınırlardı.
?
Herkesin her şeyi bildiği bu çağda, pek çok konu hakkındaki cahilliğimizin, bilmediklerimizin bilinciyle sükûnetin ve terbiyenin emin limanlarına sığınmalıyız.
Ve fakat bu durum, söz haliyle çok güzel, pek yakışıklı durmakla birlikte, icraata gelince vay halimize?