Mustafa Güçlü


Adalet Mülkün Temelidir

Adalet Mülkün Temelidir


Adalet her insanın yaşamında en önem verdiği hayati konuların başında gelir. İnsanın olduğu her yerde adalet arayışı mutlaka olmuştur. Adalet fıtratın bir gereği olarak toplum yaşamının olmazsa olmazlarından olsa da tarihin her döneminde adalet kaybı insan yaşamının bir gerçeği olmuştur. Adaletin ahlakla olan yakın ilişkisi göz önüne alındığında, bir toplumda insanların kendi aralarındaki ilişki ağının düzeyi, o toplumdaki ahlaki standart hakkında bize bilgi verir. Ahlak, insani ilişkilerden kaynaklanan gündelik yaşamın bir ürünüdür. Bir toplumun ahlaki standartı aynı zamanda o toplumun adalet duygusuyla olan irtibatını da bize sunmuş olur. İnsan hayatına yön veren duygu, düşünce ve eylemler adalet ile bir düzene koyulur. Adalet her zaman hakkaniyete vurgu yapar. Adaletten yana olmak toplumsal bir erdem sayılır. Bireysel ve toplumsal düzeyde adaletin tesis edilmesi, toplumsal ilişkilerde doğabilecek kargaşa ve kaosların önüne geçilmesinde en etkin yoldur.

Din, ahlak ve hukuk arasında ahenkli bir ilişki mevcuttur. Din değer koyar, ahlak bu değerleri yaşama dönüştürürken hukuk yazılı kural haline getirir ve toplumda adaleti tesisi edecek maddi ve manevi mekanizmalar oluşur. Toplumlar mensup oldukları medeniyetin inanç ve ahlak nizamına göre hayatlarını yaşayarak kültürlerini inşa ederler. Türk toplumunun medeniyet anlayışının çerçevesini İslamiyet çizmektedir. Bu kapsamda Türk milletinin adalet anlayışının kaynağı İslamiyettir. Kuran ve Sünnette bir bütünlük içinde insanlığın istifadesine sunulan adalet, genel çerçeve olarak denge, düzen, eşitlik, dürüstlük, denklik, istikamet sahibi olma, takva yolunu izleme, hakikate göre hükmetme gibi anlamlara gelmektedir. Kuran?ı Kerim?de ?O, göğü yükseltti ve teraziyi koydu? (55/6) denmektedir. Hz Muhammed (s.a.v) ?adalet dinin şerefi, sultanın gücüdür? diyerek adaletin önemine vurgu yapmıştır. Kısa ve net olarak ifade edilecek olursa, adalet her şeyi yerli yerine koymaya denir. İslamın adalet anlayışı, insanların gerçek bir durum olarak yaşadıkları, adalet kaybının neredeyse içselleştirilmeyi başlandığı bir dünyaya, insanların vicdanlarında özlem duydukları hakkaniyete dayalı olması arzulanan bir dünya teklifidir.

Tarihin en eski dönemlerine kadar geçmişi olan adaletin, geleneksel devletin tarım topluma dayalı yapısının yönetim bilgisini içinde barındıran ?daire-i adalet? kavramı, Osmanlı tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Osmanlı?nın büyük tarihçilerinden Koçi Bey yazdığı risalede, devletin işleyişinden bahsederken ?Osmanlı Devleti asker ile, asker hazinenin toplanması ile, hazinenin toplanması reaya (halk) ile, reayanın ayakta durması ise adalet ile olmaktadır? der. Yani adaleti tesis edemeyen bir devletin ayakta kalması mümkün değildir, demektedir.

Bugün üretim ilişkililerini değiştirerek geleneksel toplum yapısını yerle bir eden modernleşmenin en büyük hatası, adaleti ayakta tutacak olan ahlak kurallarını kaynaklık eden din değerlerini ilk zamanlar yok sayması, ilerleyen süreçlerde ise seküler hale dönüştürmesidir. Modernleşme bireyden toplama kadar tüm hayatı seküler mahiyette kuşatan bir boyutta yeni yapılara atıf yapan bir süreçtir. Bir yönüyle insanlığa daha refah içeren bir hayat  sunarken diğer bir yönüyle de sonunu getirecek riskleri içinde barındırmaktadır. Bu risklerin en büyüğü adalet kaybıdır. Modern dünyanın iktidar ilişkileri çıkar zemini üzerinde oturtulunca insani ilişkiler doğal mecrasından çıkmıştır. Nihayetinde modernleşme bu boyutu ile adalet duygusundan yoksun sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi bir hayat inşa etmiş ve insanlar arasında bir ötekileştirme ve kutuplaştırma sürecinin başlamasına sebebiyet vermiştir. Bu olumsuz süreçleri bertaraf ederek toplumsal huzuru ve güveni yeniden tesis etmenin ve kalıcı hale getirmenin yolu, nimet ve külfetlerin topluma adil bir şekilde dağıtılması manasına gelen  ?sosyal adaleti? sağlamaktan geçmektedir.