Bağdat yazının sıcağında adamın biri dağlardaki mağaralardan getirdiği buzları canhıraş bağırmalarla ?Sermayesi eriyen bu fakirden buz alan yok mu?? diye satarken, talebeleriyle oradan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdadî; kulağına bu sözler çarpınca aniden durur, olduğu yere çöker ve başını ellerinin arasına alır. Talebeler telaşlanır: ?Ne oldu hocam?? diye sorarlar. Büyük âlim onlara: ?Bu adamın söylediklerine dikkat edin! Eriyenin aynı zamanda ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak, adamın maddi sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Adamın buzlarına içinin sızlandığı kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlanmayanlar ziyandadır??
İki esnafın misali de manidardır. Karşılıklı iki dükkânın biri diğerinden daha fazla iş yapar. Fazla satış yapan esnaf, her akşam dükkânı kapattığında diğerine ?Bugün de zarar ettik? der. Bu duruma sinirlenen diğeri biraz da alıngan duygularla dayanamayıp ?En çok sen iş yapıyorsun. Allah bereket versin diyeceğine zarar ettik diyorsun? diye sorar. Bizimki ?Ah komşum? der, ?Sen kârı, zararı parayla mı ölçüyorsun? Bugün de bitti. Hayırlı bir iş yapamadan, boş oyalanmayla ömürden bir gün daha geçti. Ömürden zarar ettik. Ben bunun için üzülüyorum.? Burada bütün zamanlara ve insanlara teşmil edilecek nükteler, vardır. Kim ne ile uğraşırsa uğraşsın, hayatımızda hakikat nezdinde kıymeti olan işlerimizin yeri, oranı, ağırlığı ne kadardır? Allah?ın rızasına, gerçekten kendi yararımıza olacak çabalar hep ertelenen programlar olarak iyi niyetten ibaret kalıyor. Kendimizi, günün nesnel cazibesine kaptırıyoruz. İyilikleri hep öteliyor, geciktiriyor sonunda yitiriyoruz. Kazandığımızı sandıklarımız kaybettiklerimizin, yitirdiklerimizin delili oluyor. Kayıp gözükenler kazanç, kazanç gözükenler kayıp olabilir, olabiliyor. Yitirilmiş günler, aylar, yıllar sonrasında bir bakıyoruz ki ömür tükenmiş. Kazandıklarımızı sandığımız bize kalmıyor, kalmayacak. Bize kalacak olanlar da artık gelmeyecek. Onun için ?Bugün de zarar ettik? diyen esnaf ile sermayesi erimekte olan buz satıcısı sadece ürpertici bir hakikati ima etmez, aşikâr da ederler. Bu açıdan bakıldığında insanların kahır ekserisi zarardadır. Zararın, varlığın ve hakikatin geri dönüşsüz noktasında anlaşılmasıyla bize kalacak olan ancak hüsrandır. İnsanlar zararda ve hüsrandadır.
Ve?l Asr! Zamanın mutlak sahibi zamana yemin eder. Yeminle ifade edilen gerçeklik, varlığın temel hakikatini, hakikatin şaşmaz tecellisini ifade eden yasa ve ilkeler barındırır. ?Zamana yemin olsun ki bütün insanlar zarardadır.? Bunun tek istisnası inanmak ve salih amel sahibi olmaktır. Değişmez yasa zaman için söylenmekte, ?Tarihe yemin olsun? denilmemektedir. Bu ifade anlama daha kuşatıcı derinlik ve genişlik katar. Çünkü tarih bizim eylem ve bilincimizle biçimlenir. Tarih, zamanı ölçtüğümüz açı değil, zamanı fark ettiğimiz hareketin bilincimizdeki karşılığıdır. Haidegger ?Varlık ve Zaman? adlı başyapıtında tezini bu düşünce ekseninde geliştirir. Ona göre mutlak ruhun açılımıyla ortaya çıkan ?tarih? kavram ve süreci, ancak zamanı açıklamamıza yardımcı olur. Açı ve mesafe uzadıkça, önemli sayılan birçok tarihsel olay ve olgu ?anılmaya değmez? bir süreç olarak ifade edilir.
Gerçeğin bilincine vakıf olan tasavvur, tarihi aşan, başka söyleyişle tarihe değer katan tasavvurdur. Bilinç ve değer yoksunu olanlar tarihte de zamanda da bir yere sahip olamazlar. Zamanın ruhunu okuyan, nefislerinde zamanın ruhunu canlı tutanlar, tarihin yön verdiği değil, tarihe yön veren kişilerdir. Bunlar zamanı konuştuklarından çok zamana konuşan, insanların zekâsı üzerinden tarihin dimağına konuşanlardır. Evrensel varoluşun asıl boyutu olarak zamanın da tarihin de er geç hakikati ortaya çıkaracağından emindirler. Hak, hakikat, iyilik, adalet, özgürlük mücadelesi, insan onurunun, erdeminin gerçek değeri olarak er geç tecelli eder, etmiştir, edecektir. O nedenle düşünce görünümlü köksüz, palyatif, portatif, satıhsız heyecanlar, tepkiler yerine, kadim, kalıcı temalara odaklanmak gerekir. Tepkiler bu birikim ve dayanaklardan beslenip harekete geçtiği zaman etkili, anlamlı olur. Zaman gündelik etkileri süpürünce ortada tarihe mal olan değerler, düşünceler kalır. Zaman kendine özgü seçicilikle hayatı eleyip süzerek tortularından, fazlalıklarından ayıklar. Bu yönüyle zaman en esaslı eleştirmen ve hakemdir. Tarih, milletin büyük tecrübeler sonrasında süzülmüş, seçilmiş hakikatlerini değere dönüştürerek zamanın dimağına yerleştirir. Hakikate yöneliş iddiasında olan bir idealin geldiği, bulunduğu ve ulaşacağı aşama, ayrıntıları aktüel olaylarla tamamlanan olgularla anlaşılır. Ayrıca göz ardı edilmeyecek bir nokta da, her bir olayın, bir büyük aklın, tasavvurun, kalkışmanın hazırlayıcısı olduğu, olacağıdır.
Her neslin yaşamak zorunda olduğu bir kader vardır. Biz de zamanın zorlu aralığında ülke, millet ve ümmet olarak kendi sınavımızı veriyoruz. Her yanımız olumsuzluklarla, fitnelik, fesatlıkla, hainlikle dolu. Kimin nerede durduğu, ne yaptığı kolay bilinmiyor, kestirilemiyor. Ama inancın kurtarıcı ipine tüm samimiyetimizle dönersek, bizi canlı ve diri kılacak medeniyet aklı, heyecanı, yeniden benliğimize ve kimliğimize şahsiyet kazandıracak, yolumuz aydınlanacaktır.