Yavuz Bülent Bakiler


Atatürkçü ? Atatürk Düşmanı

Atatürkçü ? Atatürk Düşmanı


Hiç unutmadığım hatıralarımdan biridir:

Sivas?ta Ziya Gökalp ilkokulunun beşinci sınıfında idim. Sınıf öğretmenimiz Makbule Yurteri bir gün hepimize bir soru sordu.

-Çocuklar! En büyük çizmeyi kim giyer?

Sözleşmişiz gibi hep bir ağızdan bağırdık,

-Atatüüürk !

Öğretmenimiz, gülmeye başladı. İçimden kendi kendime dedim ki: Doğru cevap verdiğimiz için öğretmenimiz memnun oldu, gülmesi ondandır. Tekrar sordu:

- Peki çocuklar, en büyük şapkayı kim takar?

Yine hep bir ağızdan bağırdık

-Atatüüürk!

Öğretmenimiz, daha çok gülmeye başladı. Sonra dedi ki:

-Çocuklar niçin en büyük çizmeyi Atatürk giyinsin?  Kimin ayağı büyükse en büyük çizmeyi o giyer! Siz, en büyük çizmeyi Atatürk?e giydirdiniz mi Atatürk yürüyemez. Çocuklar en büyük şapkayı niçin Atatürk taksın? Kimin kafası büyükse en büyük şapkayı o takar. Siz en büyük şapkayı Atatürk?ün kafasına koydunuz, Atatürk önünü göremez ve yürüyemez çünkü şapkanın ön tarafı Atatürk?ün çenesine kadar iner. Yan tarafları Atatürk?ün omuzlarına dayanır. Anladınız mı?

Doğrusu ben hiçbir şey anlamamıştım. Kimin ayakları Atatürk?ün ayaklarından daha büyük olabilir? Kimin başı Atatürk?ün başından daha büyüktür diye düşündüm. Çünkü Atatürk bize hep en büyük sıfatlarıyla anlatılmıştı ve hain Vahdettin, vatanımızı, İngilizlere ve Fransızlara tam bir çuval altına satarken, Atatürk durumdan haberdar olmuş, koşup gelmiş vatanımızı düşman eline düşmekten kurtarmıştı.

Benden on yaş küçük olan, Sivas?ta Fevzi Paşa ilkokulunda okuyan küçük kardeşim Naci, bir gün okuldan geldiğinde bana dedi ki;

-Bugün padişahlara öğle sövdük öğle sövdük ki ağabey! Hiç sorma!

- Niye sövdünüz acaba?

- Ağabey! Hain Vahdettin vatanımızı düşmanlara üç çuval altına satarken Atatürk durumu öğrenmiş koşup gelmiş bizi esaretten kurtarmış.

-İnanma bu safsatalara oğlum. Hepsi yalan. Bize de ?Vahdettin vatanımızı bir çuval altına satarken? diye anlatmışlardı. Şimdi bir çuval altını üç çuvala çıkarmışlar.

Vahdettin bir çuval patates satar gibi vatanımızı satmak isteyen bir padişah değildi. Aksine Vahdettin Atatürk'ü bizzat Samsun'a gönderen padişahtır. Bizim, Osmanlı İmparatorluğu devrinde 36 padişahımız oldu. İçlerinde hiçbiri hain değildi. Anlatılanlara katiyen inanma. Yalan yalan yalan

-Ama öğretmenimiz öyle söyledi ağabey!

- Öğretmeniniz okumadığı bilmediği, öğrenmediği için öyle söylüyor. Sen, benim söylediklerime inan! Vahdettin katiyen vatanımızı satmak ihanetinde bulunmadı. İleride gerçekleri okuyunca bu safsataları  sende görecek anlayacaksın!

Aradan 70 yıl geçti. Çocuklarımıza hâlâ doğruları anlatamıyoruz. Ben, 75 şehrimizden davet aldım. 75 Üniversitemizde konuştum. Tecrübelerime dayanarak belirtiyorum:

Türkiye'de çok az kişi Atatürk'ü okumuştur çok büyük bir çoğunluğun Atatürk'ün fikir yapısından, düşüncelerinden, yanlışlarından... Katiyen haberi yoktur. O bakımdan Atatürk nasılsa, onu öylece ortaya koyanlar, yazanlar, bir büyük topluluk tarafından 'Atatürk düşmanı ' olarak bilinmekte, suçlanmaktadırlar. Yani Türkiye 'de Atatürk'e katiyen sövmeden, saymadan, onu olduğu gibi anlatmanın, Atatürk 'ün bazı yanlışlarını ortaya koymanın, yani Atatürk'ü tenkit etmenin adı: ATATÜRK DÜŞMANLIĞIDIR çünkü, Devletin resmi ağzı, Atatürk'ü çocuklarımıza, hep 'En büyük, en büyük en büyük!' olarak anlatmaktadır.

Atatürk, en büyük insandır! Atatürk en büyük Türk?tür, en büyük kahramandır, en büyük dahidir, en büyük devlet adamıdır, en büyük halkçıdır, en büyük cumhuriyetçidir. Hep en büyük, en büyük,en büyük...

Atatürk gençliğinde iyi ki futbol oynamamış iyi ki güreş tutmamış iyi ki boksa çalışmamış çünkü bu spor dallarında çalışmış olsaydı bize onu 'Atatürk en büyük futbolcudur, Atatürk en büyük boksördür, Atatürk en büyük güreşçidir' diye anlatacaklardı.

Atatürk büyük insandır, büyük Türk?tür, büyük askerdir, dahidir, kahramandır... Amenna, ama en büyük insan, en büyük Türk en büyük kahraman, en büyük dahi değildir. Bu tespitlerin başındaki  'en' sıfatını kaldırsak ne olur? Kıyamet mi kopar! Şimdi size Atatürk ile ilgili birkaç tespitimi açıkladıktan sonra esas konuya geçeceğim...

Zaman zaman, Milli Eğitim Bakanlığında, BAKANLIKLAR ARASI ORTAK KÜLTÜR KOMİSYONU ismi altında bir komisyon kuruluyordu. Yurtdışında bulunan işçi çocuklarını okutmak için oralara öğretmen gönderiyoruz. Bu öğretmenler, önce bir yazılı sınavdan geçiyorlardı. O sınavda başarılı olanlar, birde BAKANLIKLAR ARASI ORTAK KÜLTÜR KOMİSYONUNDAN geçiriliyorlardı. Öğretmenler acaba Türkiye?yi yurtdışında temsil etme kabiliyetine sahip midirler, değil midirler, sorusunun cevabı aranıyor. Millî Eğitim Bakanlığı, o komisyon için her bakanlıktan bir kişi istiyor. Bir defasında o komisyona, Kültür Bakanlığı adına bende katıldım. Millî Eğitim Bakanlığındaki yetkili kişiler beni Komisyon Başkanlığına seçtiler. Bir gün karşımıza oturan 99 öğretmenin Atatürk üzerine bildiklerini öğrenmek istedim ve 15-20 yıllık öğretmenlerimizin her birisine ayrı ayrı  sordum:

-Siz Atatürkçü müsünüz hocam?

-Elbette Atatürkçüyüm efendim

-Atatürk'ün Nutuk isimli eserini okudunuz mu?

-Okumadım efendim

-Nutuk'un kaç ciltten ibaret olduğunu biliyor musunuz?

-Bilmiyorum efendim

-Atatürk'ün ZABİT VE KUMANDANLA HASBİHAL isimli bir kitabı var. Gördünüz mü?

-Görmedim efendim

-Peki! Türkiye' de Atatürk üzerine yazılmış bir kitap okudunuz mu?

-Okumadım efendim

-Haydi bu sorudan da vazgeçiyorum. Türkiye' de Atatürk üzerine yazılan bir kitabin ismi varmi aklınızda? Mesela Tek adam gibi, Babanız Atatürk gibi...

-Anımsayamadım efendim

O öğretmenlere ayrı ayrı dedim ki: Benim kör ninem de sizin kadar Atatürkçüdür! Okumadan, öğrenmeden, bilmeden Atatürkçü olunmaz! Görüyorum ki Atatürk üzerine tek kitap bile okumamışsınız. Çok yazık. Böyle Atatürkçülük olmaz! O 99 öğretmenden, sadece Tokatlı olduğunu söyleyen bir öğretmen, sorularımıza doğru cevap verdi.

Sonra o 15-20 yıllık öğretmenlerimize teker teker sordum, dedim ki:

-Kabul edelim ki bu sınavlardan başarıyla geçtiniz. Bakanlığımız da sizi Almanya'ya veya Fransa'ya, İsviçre'ye gönderdi. Orada, bir gün öğretmenler odasında otururken bir Alman veya bir Fransız öğretmen size sordu, dedi ki:

- Siz 1915 yılında, birlikte yaşadığınız Ermenilerden tam 1.5 Milyon kişiyi kesmişsiniz! Niçin yaptınız bu kanlı hareketi?

Böyle bir soruya nasıl cevap verirsiniz, ne dersiniz?

Öğretmenlerden aldığımız cevap kelimesi kelimesine şöyle oldu:

- Efendim! Biz öyle bir odada oturmayız! Böyle bir soru sorulursa derhal o odayı terk edip dışarı çıkarız!

Gördünüz mü 15-20 yıllık Atatürkçü öğretmenlerimizin bilgi fukaralığını? Böyle Atatürkçülük olur mu dersiniz?