Ali Osman Gündoğan


Medeniyet Tasavvuru

Medeniyet Tasavvuru


Birkaç gün önce, MSKÜ Edebiyat Fakültesi?nde, ?Medeniyet Tasavvurları? başlıklı bir toplantı yaptık. Özne Dergisi?nin Nisan ayı dosya konusu olan bu toplantıya şahsım ile birlikte Hüseyin Gazi Topdemir, Sabahattin Çevikbaş, Milay Köktürk, Doğan Göçmen, H. Haluk Erdem, Mustafa Günay, Ali Akar, Hatice Nur Erkızan katıldılar.

Verimli bir toplantı oldu. Medeniyet üzerine kafa yoran ve kafa yormak isteyenlerin dergideki yazıları okumasında fayda var. Çünkü medeniyet meselesi, sadece politik bir mesele değildir. Bu mesele, aslında bütün bir sanat, felsefe, bilim, din, teknik gibi disiplinlerin tarihi açısından ele alınıp tartışılması gereken ve bütün insanlığı ve insanlık tarihini, bu tarihin birikimini, geleceğe ilişkin eğilimlerini dikkate almayı gerektiren bir meseledir.

Anlaşılan odur ki, medeniyet inşa edilen bir şey değildir. Bilim, felsefe, sanat alanlarında ortaya konulan çalışmaların ve gelişmelerin bütün diğer alanları etkileyerek evrensel bir sonuca doğru giden bir terkiptir. Bu terkibe renk veren önemli bir disiplin de dindir. Bütün medeniyetlerde bu rengi görmek mümkündür. Ancak hiçbir medeniyette söz konusu disiplinlerin hiçbirisi tek başına belirleyici olmamıştır. Elbette her medeniyetin merkezi kavram ve değerleri vardır. Ama bu merkezi kavram ve değerler muhakkak surette felsefe, bilim, sanat, din gibi disiplinlerin ortak bir bileşkesi olarak ortaya çıkar.

Medeniyet ile kültür ilişkisi çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır. Medeniyeti daha çok maddi kültür unsurlarının bütün insanlığın hizmetine sunulması gibi anlamak, medeniyet ile kültür bağını yanlış kurmak anlamına gelir ve genelde de böyle olmuştur. Oysa medeniyet, bir kültürün kendi iç gelişmesini tamamladıktan sonra bütün insanlığa doğru yayılması ve genişlemesidir. Bundan dolayı da kültürün yapıcı ve kurucu bileşenlerindeki evrensel olan ne varsa, onların bütün insanlığa hitap eder hale gelmesi halidir. Çünkü medeniyet, bütün insanlığa hitap edecek evrensel bir mesajdır. Aksi takdirde medeniyet, maddi olanın insan üzerindeki tahakkümüne dönüşen bir proje halini alır. Medeniyetin bütün insanlığa hitap edecek evrensel mesajları ise bilim, felsefe ve sanat sayesinde yaratılır ve taşınır. Bundan dolayı bu üç kurucu unsur eksik kaldığında, gerekli ilerlemeyi sağlayamadığında medeniyet iddiasında bulunmak imkânsızdır. Çünkü bilim, varlığın nasıl işlediğini açıklama biçimidir. Felsefe, bütün bir evreni düşünerek gözden geçirme ve evren karşısında akli bir tavır alıştır. Sanat ise varlığın bizim tarafımızdan estetik bir tarzda duyulmasıdır. Her üçünün konusu da, bütün insanlık için ortak olan varlıktır, evrendir. Öyleyse medeniyetin kaynağında öncelikle varlığı nasıl anladığımız, onu nasıl açıkladığımız ve onu nasıl hissettiğimize ilişkin düşünce, bakış ve estetik duyuş bulunur. Bu, varlıkla nasıl bağ kurduğumuz anlamına gelir. Çünkü varlıkla bağ kurma biçimimiz, bizim onu anlamlandırma biçimimizi, var olanların evren içerisinde bulundukları yeri belirlememizi ve aralarındaki ilişkiyi tespit etmemizi sağlar.

Bugün medeniyet denildiğinde, Batı medeniyeti akla gelmektedir. Çünkü Batı medeniyeti, diğer medeniyetlere göre Rönesans ve Reform hareketlerinden itibaren ürettikleriyle daha baskın bir hal almıştır. Ne var ki, 1900?lü yıllardan itibaren bu medeniyetin bir kriz içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Hatta sadece bu medeniyet değil, bütün bir insanlık kriz içerisindedir ve bunun nedeni de, büyük oranda Batı medeniyetidir. 1900?lü yıllarda dünyanın yaşadığı olaylar, bu krizin ifadesidir. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, 1917 Bolşevik İhtilali, Dünya Ekonomik Krizi, İspanya İç Savaşı, Avrupa?nın sömürgeleriyle olan ilişkileri, Arap-İsrail Savaşı, Vietnam Savaşı, Hızlı Nüfus Artışı, günümüze doğru geldikçe de Sovyetler?in dağılması esnasında yaşanan kıyımlar, Irak Savaşı, Arap Baharı ve daha pek çok olay. Bunların yanında, üretim arttığı halde açlığın da artması, zenginlik çoğaldığı halde sadece zenginlerin sayısının artması ama buna karşılık dünya nüfusunun yarısına yakınında da fakirliğin artması ayrı bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

Avrupa içerisinde bu kriz, insanın varoluş krizi olarak kendisini gösterirken Avrupa dışı toplumlarda ise fakirlik, sömürü, adaletsizlik, insan haklarının ihlali gibi daha farklı göstergelerle karşımıza çıkıyor. Ama bütün dünyayı ilgilendiren ortak olan hususlar ise çevre sorunları, insan-doğa ilişkisinin ortadan kalkması, tekniğe olan mahkûmiyet, yalnızlaşma ve yabancılaşma, Batı dışı toplumlara yayılmış olan şiddet gibi hususlar bütün insanlığı tehdit ediyor.

Bu krizi ve sorunları üreten mevcut medeniyet, bu kriz ve sorunlara cevap verme konusunda ise dayanaklarını yitirmiş görünüyor. Çünkü bu medeniyet, artık sanatın ve bilimin yerini tekniğe bırakmış durumda. Bütün bir evren bilgisi olmak durumunda olan felsefe ise strateji uzmanları tarafından iğdiş edilmiş hale geldi. Hem teknik hem de bu uzmanların ürettiği ise bütün bir insanlığa ve doğaya meydan okuma ve tehditten ibaret. Böyle bir dünyanın kalbinin durması an meselesidir. Ona gerekli hayatı ve hareketi verecek olan bilim, felsefe ve sanat asli kaynakları itibarıyla müracaat edilmesi gereken besleyici gıdalardır. Aklımızı çalıştıracak, onu üzerimizde egemen kılacak, duygularımızı terbiye edecek ve onları hayvani olmaktan çıkaracak araçlara acilen sarılmak gerekiyor.