Necmettin Evci


Trajik ve Komik

Trajik ve Komik


23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi için Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu?nun televizyonlarda ortak yayınlanan tartışma programı, içerdiği birçok tuhaflıklarla tecrübemizi çeşitlendirmiştir.

İyi olmuştur, faydalı olmuştur demiyorum; tecrübemizi zenginleştirmiştir de demiyorum. Ortada zenginlikle ifade edilecek bir değer ve kazanım görmedim, görmüyorum. Yoksullaşmanın yaşandığı, yoksullaşmanın çoğaldığı bir durum, zenginlik kelimesi ile ifade edilmemeli. Ayrıca dikkat ettiyseniz, çeşitlenen birikimin tecrübe olduğunu telmih ettim. Tecrübe de tek başına iyi ya da kötü bir değer değildir. Bir yaşanmışlığı, yaşanmışlığın bizde kalan etkisini ifade eder. Evet, bu karşılığı ile o meşhur veya meşum program tecrübe edinmem(iz)e sebep olmamış değildir. Peki, bu neyin tecrübesidir? İlmin mi, bilginin mi, sanatın, siyasetin, adamlığın, erdemin, anlayışın, ahlâkın, nezaketin, hilmin, fedakârlığın, hassasiyetin, ihtimamın tecrübesi mi? Ah ne gezer! Eğer öyle olsaydı intibalarımı ?kazanım?, ?zenginlik? veya ?istifade? gibi kelimelerle ifade ederdim. Ama uzatmadan söyleyeyim; o gece şahsen ben rezalete tanıklık ettim. Kepazeliğe, seviyesizliğe, sinsiliğe, hiçliğe, değersizliğe, ahlâksızlığa, yamukluğa, aldatmaya, yalana tanıklık ettim. Laf kalabalığına, boş söze, abrakadabraya, şaklabanlığa. Bu tanıklıkla hisseme düştüğü kadar da tecrübe ettim. Kimi kanaatler oluştu, kimi kanaatlerim pekişti. Yer yer ülkem ve insanlarım, yer yer kendi adıma öfkelendim, üzüldüm.

Ehem ve mühim olanlar ve bunların hayatınızda sıralanışı, ilmî, entelektüel arayış ve derinleşmelerinizle birlikte mahiyeti değişen ilgilerinize göre farklılaşıyor. Doğrusunu isterseniz bu tarz politik söylem ve programlardan nerdeyse hiç haz almıyorum, almaz oldum. Hem gündelik siyasetin basit ilgilerine ayarlı beklenti ve çıkar hesapları hem anlaşılmaz ölçüde bel altı vuruşlara, en hafifi yalan söylemek olan ahlâksızlıkların taaccüb duymaksızın yapılıyor olması, beni neredeyse siyasetten soğuttu, soğutacak. Ne var ki, siyaset Türk milleti olarak bizim genetiğimizde var. Üstelik her bir söz ve eylemin bir siyasi formla birlikte var olduğunu da söyleyebilirim. Ancak benim önemsediğim siyasi form ve düzlem, küresel ölçekte ve doğrudan millî var oluşumuzla ilgilidir. Zaten İstanbul seçimlerini de kısmen bu form ve ilgilere sahip olması hususiyetiyle önemsiyorum. Yoksa biri üç kilometre metro az ya da fazla yapacakmış, diğeri üç kreş fazla veya eksik yapacakmış, bu beni fazla ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren yönü İstanbul?un bugün bile payitaht oluşudur. İstanbul, sıradan bir şehir değildir; adeta bir ülkedir; öyledir de. İstanbul, dünyanın başkentidir, ekseni, merkezi, kalbidir. İstanbul antik dönemlerden bugüne tarihtir, kültürdür; Bizanstır, Osmanlıdır. İstanbul Fatih?tir, Kânunî?dir, Sinan?dır, Abdulhamit?dir. İstanbul bir devlettir. Her birimizin kalbinin yarısı İstanbul?dur. İstanbul ümmetin umududur, hasreti, bekleyişi, rüyası, gerçeği, âşkıdır. Bu şehirde yapılan seçim, önemsiz olamaz. Bu kadar laf etmişken, kestirmeden bu bölümün son sözümü söyleyeyim: Millî realite, İstanbul?u vermedi, vermez, vermeyecektir! Özellikle Siyonist Haçlı ittifakına karşı bir savaş süreci yaşanan bu ortamda İstanbul?un yönetimi, meçhule ve maceraya bırakılamaz. Herkes bunu böyle bilsin, daha fazla sormayın.

Tekrar dönelim televizyondaki açık oturuma: Vasat bir insan merakıyla ben de bu programı izledim. Bu kadim, bu köklü şehir hangi vizyona, hangi heyecana, hangi akla emanet veya teslim edilecekti? Değilse tartışmalarda beni cezbeden hemen hiçbir unsur yoktu. İstanbul?un altyapısı, ulaşım, depreme hazırlık, planlı kentleşme, sağlık, sosyal yardımlar, kültürel faaliyetler, ticaret, temiz ve yeşil çevreye ilişkin adayların projeleri nelerdir? Yöneticinin ucuz ideolojik angajman ve çanak tutmalarından, asıl meselelere neredeyse hiç sıra gelmedi. Ortalıkta gazeteci diye gezinen bu adamın, bu fiyaskoyu nasıl başardığını da merak ediyor değildim. Sınırlarını aşamayan bir huyu, kapasitesinin üzerinde zorlamanın anlamı yok. Öyle bile olsa hem katılımcılar, hem izleyenler için keyifli, rahat bir program olmalı değil miydi? Oturumun yönetim düzeni, tarzı, şekil ve içeriği tam manasıyla rezaletti. Ancak kimsenin günahını almayalım; bu rezalet en fazla ve çok net olarak, programı yöneten İsmail Küçükkaya?nın hanesine yazılmıştır.

Programdaki yanlı, taraf tutucu dil ve acemice yandaşına destek veren, kendisinin de rakip olduğu Binali Yıldırım?a kendini ifşa eden kurnazlıkla omuz vuran, çelme takan tavrı, izleyicilerin antipatisini kazanmıştır. Ertesi günü İmamoğlu ile bir otelde yaptığı gizli görüşme tam manasıyla ahlâk dışıdır ve Yıldırım?ın ifadesiyle ayrıca felakettir. Bu kişinin gazeteci ahlâkı veya etiğine sahip olmadığı bir kez daha anlaşılmıştır. ?Bir kez daha? diyorum çünkü huylu huyundan vazgeçmiyor. Geçen yıllarda da yalan ve iftiraya dayalı saçmalıklarla Aile Bakanı Fatma Betül Sayan için yakışıksız bir hata yapmıştı meselâ. Bu tıynetteki insanlar ideolojik maksatlarına hizmet için hiçbir etik sınır, kural tanımaksızın zihinleri bulandırmayı marifet sanırlar. Esasen tek marifetleri de budur. Aydın vasıfları sıfırdır. Bilgi ve düşünce düzeyi sığ olmanın da gerisindedir. Ne var ki, popülist ve konjonktürel ilgilere uzak olmamak, böyle bir programı kotarmak için yeterli sayılabiliyor. Bu elbette ülkenin entelektüel bilinci ve duyarlık seviyesi adına hazin bir durum.

Bütün bunlara rağmen İsmail Küçükkaya, kaldıramadığı bu yükün altında ezilmiş, zaten olmayan değeri bütünüyle yok olmuştur. Taraflı, adil olmayan, yanlı tutumunu üstelik usulüne uygun olarak değil, kıt aklıyla güya ortada, taraflara eşit uzaklıkta gazetecilik yapıyormuş gözükerek sürdürdü. Bir de adaylara ?Moderatörlüğümü nasıl buldunuz? Adil miydim?? diye sormaz mı? Tam bir komedi. Trajik ve komedi. Sen ne diyorsun, özgür düşünce, kişilikli gazetecilik, adil vicdan ve gerçeği öğrenme adına hiç öyle bir performans böyle bir seviye görmemiştik.  

Görüyorsunuz, gördünüz işte, milleti aptal sanma akıllılığı insanı ne kadar basitleştiriyor.