Ekrem İmamoğlu?nun yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini tartışmasız kazanıp mazbatasını almasıyla birlikte aktüel iç siyaset tartışmaları sakinleşti. Halk iradesi, tartışmaları sonlandıracak şekilde tecelli etti. Aradan geçen zaman içinde yerel yönetimlerin el değiştirmesi ile kıyametin kopmadığı görüldü. Sonuç ne olursa olsun millet kazandı. Başta İstanbul odaklı olmak üzere birikmiş stres dağıldı. Muhtemel kaos girişimlerinin önü alındı. Ak Parti için mevzi kayıplar söz konusu olsa da genel anlamda ülke kazandı, millet rahatladı. Demokratik olgunlaşma sürecinde bir adım daha mesafe kaydedildi.
Bu seçimin en ilginç sonuçlarından biri, kimi söylemlerin boş ve geçersiz olduğunun anlaşılması oldu. Onlardan belki en öne çıkanı, Cumhurbaşkanı?nın diktatörlüğüne ilişkin propagandaların lakırdıdan ibaret olmasıdır. Bir diktatörün egemen olduğu ülkede özgür seçim yapılıyor ve bir saat içinde muhaliflerin kazandığı sonucu ilan ediliyor. Günlerce eleştiriler, değerlendirmeler, tartışmalar sürüyor. Diktatör bir ülkede bu rahatlıkta bir özgürlük kullanımının binde biri bile söz konusu edilemez. Buradaki diktatöre(!) karşı oldukları için destekledikleri Sisi?nin Mısır?ına bakmak kâfidir. Bu tezviratı yapanlar hiç olmazsa kamuoyundan özür dilemelidir diye düşünüyorum.
Diğer bir önemli nokta size ilginç gelebilir: Erdoğan ve Ak Parti, bunca deneyime rağmen sanki kaybetmek üzerine bir seçim stratejisi izlemiş gibidir. Kaybederek kazanma yolu mu seçildi? Bunun ilk bakışta ters bir soru olduğunu, cevabının da pek açık olmayacağı ortadadır. Ne ki, devlet siyaseti içinde ve genel yararlar hesap edildiğinde, uzun vadeli stratejik kazanımlar için kısa vadeli kayıplar göze alınabilir. Belki bu strateji uygulanmıştır: 2023 Başkanlık seçimlerini kazanmak ve yeni sistemi tam anlamıyla yerine oturtmak için bu süreç bilinçli olarak hazırlanmış olabilir mi?
Son tahlilde CHP mi kazanmış veya Türkiye mi kaybetmiştir? Hayır, CHP değil onun üzerinden muhafazakâr çevrelere hiç de uzak olmayan başkanlar kazanmış, onlara kazandırılmıştır. Ankara?da Mansur Yavaş, İstanbul?da Ekrem İmamoğlu; ikisi de muhafazakâr, milliyetçi çevrelerden gelmektedir. İmamoğlu?nun Sultan Ahmet Camii?nde Yasin okuması unutulacak gibi değildir. İmamoğlu, bu fotoğrafıyla profan refleksleri olan CHP?nin adayı olamaz diye düşünenler az değildir. Ayrıca ?Belediye sosyal tesislerinde alkollü içki satışı yapılacak mı?? sorusunda ortaya çıkan, solculuğu roka ve rakıya indirgeyen kimi materyalist yobazlara, tokat gibi bir cevap vermiştir: ?Halkımızın böyle bir talebi yoktur.? Yavaş?ın kimi daire başkanlıklarına eski ülkücü arkadaşlarını atadığı CHP?de de tartışmalar yaratmıştır. Sonuç itibariyle CHP kazanmış olmanın huzurunu ağız tadıyla yaşayamaz olmuştur. İdeolojik sol çevrelerde ciddi huzursuzluklar başlamıştır.
Ak Parti kaybederek kazanıyor, CHP kazanarak kaybediyor. Tuhaf bir durum, ama böyle. Bana sorarsanız dünyanın içinden geçtiği kaotik süreçte yeni bir millî birlik ve bütünleşmeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu süreç, oluşturulan aktüel sıcak gündemin heyecanıyla içselleştirilmiştir. Her kesim sistem içine çekilmiş, sistem içinde varlık göstermeye razı olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle girilen yeni süreçte her parti birbirine yaklaşarak yeni referanslarla inşa edilen merkezde buluşacaklar, buluşuyorlar. Buluşma karşılıklı fedakârlıkla, tavizlerle, yakınlaşmalarla oluyor.
CHP bundan böyle dine daha fazla yakın duracak; uzunca dönem tahkir ettiği değerleri sahiplenecek. Kur?ansa Kur?an okunacak, camiye gidilecek! Ak Parti ve diğer muhafazakâr partiler, Cumhuriyet?in değerlerini yeni yorumlarla kabullenecek. Meselâ katı Kemalizm yerine yumuşatılmış bir Atatürkçülük benimsenecek. ?Tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan? söylemi, ortak buluşma zeminini oluşturacak. Bu alanda millet iradesinin demokratik tecelli ve teşekkülüne herkes razı olacak. Demokrasi biraz daha içselleştirilecek. Bu düzlem ve süreç devlet ve millet kaynaşmasını daha benimsenir bir sistem içinde gerçekleştirecek. İmamoğlu?nun mazbatasını alır almaz Cumhurbaşkanı ile uyumlu çalışmaya hazır olduğunu açıklaması üzerine, Erdoğan, İstanbul seçimleri ile yeni sistemin tamamlandığını beyan etmesi tesadüf değildir.
İçerideki bu türden çekişmeler, sıkıntılar, sorunlar önemli değildir. Binlerce yıl geçmişe ve köklere dayanan devlet için gündelik yönelimler kitleler için konjonktürel ilgiler, heyecanlar sağlar, bu kadar. Ne ki bu süreçler de ülke ve millet kazanımları adına elbette iyi yönetilmelidir. Türkiye, beklenmedik bir kaynamaya, karışıklığa meydan ve fırsat vermeden ustalıklı bir düzenleme yaparak süratle dışa dönük politikalara dönmüştür. Yerel yönetim seçimleri kendilerinden beklenen amaçların ötesinde muazzam bir normalleşmeye imkân vermiştir.
Cumhurbaşkanının G-20 zirvesine bu imkânların destek ve prestijiyle gittiği bile söylenebilir. Çoklarının sandığının tersine, güçlü, demokratik olgunluğu test edilmiş bir lider olarak gitmiş ve gereken ilgiyi de en üst seviyeden görmüştür. Dahası Japonya?da son derece etkili görüşmeler yapmış, ilgi odağı olmuştur. Türkiye, ekonomik şok ve saldırıları başarıyla atlatmış, dünya siyasetinde ağırlık merkezi olan bir ülkedir. Bölgesindeki kararlı tutumu ve direnci aleyhimize tertiplenen bütün oyunları bozmaktadır. Şu ya da bu sebeple bu gerçeği göremeyenler, Türkiye?ye yabancılaşmış olanlardır.
Seçimlerden hemen sonra Türkiye, iç sıkıntı ve stresini kendine güven ve millî iradeyle aşmış bir ülke olarak Kıbrıs?ta, Doğu Akdeniz?de, Suriye ve Irak?ta, Libya?da, işte şimdi de Balkanlarda ilgilenmesi gereken meselelere ciddiyetle odaklanmaktadır. Gidişat yanlış değildir. Bunu piyasaların olumlu tepkisinden bile anlayabilirsiniz. Meselelere şahsi perspektiflerden, aşırı sevgi veya husumetle bakmak doğru değildir. Türkiye, bütün zorluklara, engellemelere rağmen ileri hedeflerine doğru ısrarla ve istikrarla yürümektedir. Anlatabildim mi?