Küresel ölçekte yaşanan ekonomik krizin sebeb olduğu yokluk ve yoksulluk, milyonlarca insanı, açlığın ve asgari yaşam standartını altında hayat sürmeye mahkum etmektedir. İnsan onuruna yakışmayan bu dünya düzeninin müsebbibi, doymak bilmeyen obez küresel sermayenin sosyal politikaları örseleyen zihin yapısıdır.
Küresel sermayenin ekonomik zihin yapısı, varlık sahibi zenginlerin vergi oranını düşürürken, geçim sıkıntısı içindeki yoksul halkın vergi yükünü artırmaktadır.
Küresel sermayenin ekonomik anlayışı kamuyu üretim alanından çekerek özelleştirmeye hız vermek ve dolayısı ile kamu hizmetlerini paralı hale getirmek gibi bir yol izlemektedir. Yani kamu harcamalarını halkın aleyhine daraltmaktadır.
Küresel sermayenin çarpık zihin yapısının çalışma hayatına yansıyan en önemli negatif özelliklerinin başında, kamu çalışanlarına verilen ücretin piyasayı canlandırılan bir araç olarak görülmesi yerine, bir maliyet gideri olarak hesap edilmesi ve bu nedenle emek sahiplerinin ücretini her zaman düşürmeye yönelik olan bakış açısı gelmektedir.
Emeğin karşılığının yeteri derecede alınamaması çalışanlarının üretime yönelik
motivasyonlarını düşüren ve verimlilik kapasitesini aşağı çeken en önemli etmenlerden biridir. Halbuki üretim ve çalışma hayatının kalitesinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, sosyal ve ekonomik boyutu olan verimlilik kavramı ile yakından ilgilidir. Daha geniş bir ifade ile toplumsal ve bireysel huzur ve refaha kavuşmanın en temel yolu ülke düzeyinde verimlilik artışının sağlanmasıdır. Üretimin asli unsuru emeğin, çalışma, eğitim ve yaşam standartlarının yeterli düzeye yükseltilmesi verimlilik artışına direk katkı sağlayacak güçtedir. Ülke genelinde adil ve dengeli bir gelir dağılımı da verimlilik artışının istikrarlı ve düzenli bir hale gelmesine önemli katkı sağlayacak bir etmendir. Konuya bu çerçeveden bakıldığında emeğin karşılığı olarak çalışana verilen ücretin, kaliteli üretim ve verimliliğin gelişimi açısından ne derece önemi sahip olduğu anlaşılacaktır.
Küresel sermayenin aktörleri Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) benzeri kurumlar devletlerimizin sosyo-ekonomik işleyişini sosyal politikaların hayata geçirilmesi bakımından sermaye lehine bir dış unsur olarak baskılarken, bir taraftan da yerel yönetimlerin sosyal politikaların uygulanmasını seçmen üzerinde bir seçim malzemesi olarak görmesi ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Hem dış unsurlar hem de iç unsurlardan kaynaklanan sorunlar sosyal politikaların hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır.
Küresel sermayenin Türk devlet geleneğinin ?insanı yaşat ki devlet yaşasın? felsefesini negatif yönde aşındırması ve oluşturduğu kentleşme kültürünün aile ile mahalle kurumu ve yardımlaşma, dayanışma, birlik, beraberlik anlayışının tezahürü olan vakıf benzeri yapıları deformasyona uğratarak, toplumun ortak değerlerinden uzak ?homo economicus/ekonomik insan? modelini ön plana çıkarması neticesinde, toplumun ihtiyaç duyduğu sosyal politikaları hayata geçirmek için medeniyetimizin ruh kökünün bir ürünü olmayan, ruhsuz ve soğuk bir yüze sahip ?sosyal devlet? kavramını gündeme taşımıştır.
Neo liberal küreselleşmenin dünya genelinde oluşturduğu mağduriyetlerin ülkemize yansımış olan boyutlarını giderme adına Anayasamızda ifadesi bulan ?sosyal devlet? kavramı ile işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı, sosyal güvenlik, sosyal diyalog, eğitimde fırsat eşitliği, sosyal haklar, örgütlenme, dezavantajlı gruplar vb konularda devlete sorumluluk yüklenmesine rağmen pratikte bir çok olumsuzluğun yaşandığı ortadadır. Türk toplumunun, sanayi toplumuna geçişle birlikte değişimine uğrayan toplum yapısında ortaya çıkan sosyo-ekonomik sorunların çözümünü bir kavram olarak anayasaya koyulan ?sosyal devlet? kavramından beklemek yeterli bir bakış açısı değildir.
Mevcut hali ile milletimizin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olan ?sosyal devlet? anlayışından medet ummak, insanların vicdanını kurtulmasına rıza göstererek, ruhsuz bir anlayışın devamına, böylece küresel sermayeye kölelik yapmaya devam etmek manasına gelmektedir. Yapılması gereken şudur: Toplum yapısını, geleneğe dayanan sosyal politika kurumları ile muhafaza etmeye çalışan Türkiye?nin, mevcut durumunu çağımızın modern sosyal politika kurumları ile tahkim ederek geliştirmesi gerekmektedir. Başta aile kurumu olmak üzere, gönüllülük esası üzerine çalışan sivil toplum örgütlerinin işleyişini düzenleyecek ve sağlıklı bir zemine kavuşturacak anlayışların, süratle hayata geçirilmesi, medeniyetimizin ruh köklerinden uzak sosyal devlet anlayışını akması gereken normal mecraya çekecektir.