İnsanların kâinata, dünyaya, eşyaya bakış açısı, aynı zamanda onların medeniyet görüşünü de ifade eder. Çünkü dünya ve eşya ile münasebetimizde, kendi iç dünyamızı varlıklara naketmeye çalışırız; bu müsasebetle dışa vuran aslında içimizdir.
Ayasofya?yı inşa eden mimar da, İstanbul?un taşını ve harcını kullanmıştır; Sultan Ahmed Camii?sini inşa eden de. Ancak bu iki mabette ortaya çıkan fark, her iki mimarın dünyaya ve eşyaya bakış açısı farkıdır, yani medeniyet anlayışlarındaki farklılıktır.
Bazen de bir taşa veya eşyaya işlenen bir nakıştan hareketle, insanların iç dünyalarını ve medeniyete dair duruşlarını sezmek ve çözmek mümkündür. Söz gelimi Selçuklulardan günümüze bir çok cami miras olarak gelmiştir, ama günümüze kadar gelebilmiş bir tek Selçuklu sarayına sahip değiliz. Sadece Konya?da yok olmuş bir Selçuklu sarayının duvarından bir köşe günümüze kadar gelebilmiştir. Bunun sebebi, Selçukluların Ebedî olan Allah?ın evinin ebedî kalabilmesi için taştan, fani olan kendilerinin de saraylarının ise fenâ bulmasıiçin kerpiçten inşa etmişlerdir. Bu bir menediyet yaklaşımıdır, hayat anlayışıdır, dünya görüşüdür.
Osmanlı Devleti?nin yetiştirdiği dâhi insan Mimar Sinan, bizlere 131 cami ve mescit, 62 medrese veya Kur?an Kursu, 19 türbe, 20 hastane ve imarathane, 21 kervansaray ve bedesten, 8 köprü, 7 su kemeri ve sarnıç, 33 hamam ve 33 saray miras bırakmıştır. Bu dâhi insanın bu eserleri karşısında Andre Miquel, İslam ve Medeniyeti adlı eserinde şunları itiraf etmek zorunda kalır: ?Bu olağanüstü garet ve başarı, büyük ustanın uzun ömrünün, imparatorluğun sınırsız kaynaklarının, sultan ve zenginlerin irade ve isteğinin, Türklerin hemen hemen ayaklarının değdiği her yerden getirilmiş sayısız işçilerin ve bin yıllık geleneklerin uyumundan, beraberliğinden doğmuştur.?
Mimar Sinan, vücuda getirdiği eserleri Allah rızasına uygun bir amel ile işliyordu. İslam ahlâk ve tevazusuyla bezenmiş bu büyük şahsiyet, bizzat projelerini çizdiği ve inşa ettiği hiçbir eserine imzasını atmamıştır. Çünkü Mimar Sinan, yaptığı her şaheserini bir ibadet aşkı ve inancıyla vücuda getirmiştir. Bu sebeple ortaya koyduğu eserlerinin hiç birin kitabesine ismini yazmamıştır, zira bu ibdaet aşkıyla meydana getirdiği eserlerine riyanın buluşmasını istememiştir. Mimar Sinan?ın bunca eserleri arasında sadece bir tanesinde ismi vardır, o da Küçük Çekmece Köprüsü?dür. Buraya yazdırdığı ismine insanlar basıp geçsinler diye nakşeden bu büyük insan, bizlere tevazunun en nadide örneğini de sunmuş oluyor. Çünkü Mimar Sinan, ?Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin? (İsra, 17/37) diye emir buyuran bir kitaba iman etmiştir.
Dış kapılarına gelen misafirin kim olduğunu belli ettirecek, bayanlar için küçük ve erkekler için büyük tokmak koyan atalarımız, haremine namahremin saygu duymasını telkin eden ince bir düşünüşünün eserini ortaya koymuşlardır. İnsanımız, belki de rahat etmek, mutluluğa vesile kılmak, hizmete medar olmak için güzel binalar inşa etmişlerdir. Ama inşa edilen her binanın göğsünde, en az o bina kadar süslü ve güzel ?kuş evleri?ni de yapmayı ihmal etmemişlerdir. Bu insana verilen kıymet kadar, diğer canlılara merhameti de emreden bir dünya görüşünün tezhürüdür.
Ben aciz de, gençliğimde rahmetli babamla tarla ekmeğe giderdim. Tohum ekme makinesinin (Mibzerin) son deposunu, ?Bu da kuşların hakkı? diyerek dolduran ve eken babamı gözümde bir fazilet abidesi olarak büyütürdüm. Sonradan öğrendim ki meğerse babam, ?Dağlara buğdaylar serpin, Müslümanların ülkesinde kuşlar aç kaldı demesinler? diyen Hz. Ömer?in kurduğu medeniyetin taşıyıcısıymış.
İşte bir medeniyet böylece taşlara ve gönüllere gergerf gergerf işlenir de, asırla boyu izlerini kaybettirmeden sürüp gider. İnsanı ve bütün varlığı merkeze alan bir medeniyetin evladı olarak, bu güzel hasletlere öncülük yapmış bütün büyüklerimizi ve onların ayak izlerini izleyen güzel insanları rahmetle anıyorum.