Türkiye?de liberal değerlerin ekonomik işleyişe hakim olduktan sonra konum ve saygınlık bakımından en fazla yıpranan kesim memurlar olmuştur. Özelikle toplum nazarında manevi itibarı her geçen gün aşındırılan ve gün geçtikçe maddi açıdan geriye doğru itilen memurların durumunun iyileştirilmesi gerekirken, tam aksine iş garantileri de dahil olmak üzere bir çok kazınımlarının tartışmaya açılarak ellerinden alınmaya çalışması çok manidar bir durum arz etmektedir. Halbuki Türk tarihi bir bütünlük içinde incelendiğinde devlet ile millet arasında köprü konumunda olan tabakanın ki bugünün tabiriyle memurların, huzur ve güven içinde çalıştırıldığında devletin işleyişinin sıhhatli olduğu bir hakikat olarak tespit edilecektir. Memurun huzur ve güven içinde hizmet üreteceği zemini oluşturmaktan birinci derecede sorumlu olan devleti idare eden hükümetlerdir. Siyasi irade tarihten günümüze uzanan yönetim iradesinin gelişimini temin ederek, devletin vatandaşla muhatap olan görünen yüzü memurların, maddi ve manevi haklarının korunması ve genişletilmesinin millet namına atılması gereken bir adım olduğunu görmelidir.
Osmanlı'da devletin örgütlenmesi ve işleyişi güçlü bir bürokratik yapı tarafından sağlanıyordu. Toplumsal tabakalarla şekillenen sosyal yapıda, ulema ve umura ?askeri kısmı? geri kalan halk ise ?reaya kısmını? oluşturuyordu. Osmanlı toplum yapısında umeranın yerine getirdiği işlevi üstlenebilecek alternatif bir yapılanmanın varlığından söz etmek mümkün değildi. Adalet sisteminin işleyişinden, maliyenin en önemli görevi olan verginin kayıt altına alınması, askeri sistemin işleyişinden, devletin ideolojisini üretilmesine kadar tüm işler -bugünün şartlarında memurun konumuna denk gelen- ümera tarafından organize edilerek yerine getiriliyordu. Diğer bir ifadeyle Osmanlı Devletin'de umera/memur adeta medeniyet tasavvurunun uygulayıcısı ve taşıyıcısı konumunda olan seçkin bir mevkiye sahipti. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan sonrada aynı şekilde devam etmiştir. Örneğin Cumhuriyetin kuruluş yıllarında en önemli değer taşıyıcısı memur konumunda olan öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin maddi ve manevi olarak bulunduğu konum göz önüne alındığında, Yunan?la yapılan ve yirmi iki gün yirmi üç gece süren Baş Komutanlık Meydan Muhaberesinin yapıldığı o zorlu günlerde, Ankara?da yurdun muhtelif illerinden katılan muallimlerle Birinci Milli Eğitim Şurası yapılarak eğitim politikalarının ana çizgisi üzerinde niçin toplantı yapıldığı daha da net anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin işleyişinde memurun konumunu olumsuz mahiyette etkileyen en önemli gelişme, Türkiye'nin 1980 sonrasında liberalizm sürecine girmesi ve serbest piyasa ekonomisinin sosyal hayattan, kültürel ve ekonomik hayata kadar toplumun tüm alanlarına kuşatan bir süreç olarak ortaya çıkmasıdır. Tüm bu gelişmeler bürokrasiye karşı olumsuz bir algının oluşmasına sebebiyet vermiş, hatta zamanla bu algının etkisiyle toplumda alttan alta memura karşı hasmane bir tutumun gelişmesine kadar varmıştır. Bu gelişmeler nihayetinde devletin örgütlenme kültürü etkilenmiş ve devletin soyut yüzünün somut hale gelmiş ifadesi olan memura maddi ve manevi boyutta saldırılar artmış, memurun toplum nezdinde ki itibari zedelenmiş ve 5.Dönem Toplu Sözleşmede olduğu gibi devam edegelen süreçle birlikte ekonomik gelir bakımından maaşında her geçen gün erime meydana gelmeye başlamıştır.
Bin dokuz yüz kırk yedili yıllarda grev hakkı isteyen emek sahiplerine dönemin Çalışma Bakanı Sadi Irmak 'Memleketinizde liberal bir rejim takip etseydik, bu rejimin tabii haklarını tanımamız icap ederdi(...) Fakat biz devletçi bir rejime sahibiz. Devlet burada sınıflar arasında çıkan itilaflar da hakem olmayı kabul etmiş bulunuyor' diyerek alınteri sahiplerine grev hakkı vermeye gerek olmadığını ifade etmiştir. Ancak medeniyet tarihimizde devletin işleyişinin asli unsuru konumunda olan memurlar, bu sözlerden yıllar sonra gelinen süreçle birlikte liberal politikaların devleti de kuşatması neticesinde hakkını aramak için 1990'ların başlarında sendikalarını kurmaya başlamışlardır. Ancak ne devletin yüzlerce yıllık geleneğinden kopartılarak sıradan bir işletme gibi piyasa değerleri ile organize edilerek yönetilmeye çalışılması, ne de memurun bu süreçte tarihi derinliğinden beslenen işlevinden soyutlanarak bir ayak bağı olarak görülmesi kabul edilebilir bir durum değildir.
Neoliberal politikalar aracılığı ile özellikle devletin sosyal görevleri değersizleştirilmek istenmektedir, Bu yolla devletin piyasa şartları dışında ekonomik kaynakları toplama ve dağıtma işini yerine getiren bir organizasyon olduğu gerçeğini örtme gayreti içine girilmektedir. Emek sahiplerinin aleyhine olan bu gayretlerin içine giren küresel vesayet ağını elinde tutan finansal kapitalist zihniyetin kabullenmek istemediği gerçek şudur: 'Devletin yerine getirmesi gereken sosyal görevleri vardır.' Bu görevler toplum kesimleri arasındaki uyum, huzur ve dengeyi kurmak adına yerine getirilmesi elzem olan ahlaki bir sorumluluktur. Modern toplumlarda devletin bu sosyal görevlerini yerine getirmesinde memur kesimini gözardı etmek, değersizleştirmek ve devletin sırtında yük olarak göstermek doğru değildir. Liberalizm süreciyle oluşturulmaya çalışılan bu negatif algı kabul edilemez bir anlayıştır. Neyseki son yıllarda özellikle sosyal politikaların halka yansıyan yüzü olan sağlık ve eğitim alanındaki memur sayısının, yapılan alımlarla iki kat artması yaratılmaya çalışılan bu olumsuz algının dağıtılması için umut verici gelişmelerin en başında gelmektedir.
Netice itibarı ile memurun devletin işleyişindeki hassas rolü ve millet nazarındaki konumunun yapılacak maddi ve manevi düzenlemelerle iyileştirilmesi tarihten gelen medeniyet tasavvurumuzun bir gerekliliğidir. Bu kapsamda atılması gereken adımları devleti yönetenlerin liberalizmin ilkeleri doğrultusunda ekonomik maliyet olarak görmesi ve dolayısıyla uzak durmasının doğuracağı sosyal maliyetin faturası ağır olacaktır. Bu olumsuzluklarla devletin ve milletin muhatap olmaması adına memurun maddi ve manevi olarak toplumsal konumu noktasında, siyasal ve sivil toplumun tarihi bir derinliği olan bakış açısı ile geleceği kuşatan bir adım atması artık ihmal edilemez bir sorun haline gelmiştir.