Seyit Mehmet Şen


Böyük Türkiye'ye Büyük Oyun

Böyük Türkiye'ye Büyük Oyun


1.

Cumhuriyet Türkiye?sinde, çok partili demokratik hayata geçildikten sonraki siyasi hayatımızın, bana göre, açık ara en renkli siyasi kişiliği Süleyman Demirel?dir.

Elbet Adnan Menderes?in, Necmeddin Erbakan hocamızın, Başbuğ Alpaslan Türkeş?in, Bülent Ecevit?in, Turgut Özal?ın siyasi kişilikleri ve karizmatik liderlikleri de, çok partili siyasi hayatımızda önemli yer tutmaktadır.

Fakat Süleyman Demirel bu saydığımız liderlerin hepsinden daha renkli bir kişiliktir.

Başlıktaki ?Böyük Türkiye? ifadesi çok partili siyasi hayatımızın en renkli siması Süleyman Demirel?e aittir.

Nasıl ki Allah?ın Resul?ü (sav):

?Ya Rab!

İslam?ı iki Ömer?den biriyle güçlendir? diye dua etmişse...

Ve Allah (cc) İslam?ı Ömer bin Hattab (ra) ile güçlendirmişse...

Yine belki kitabi olmasa da, kulaktan kulağa aktarılan sözlü rivayetlere göre, nasıl ki Allah?ın Resul?ü (sav) cömertliğiyle meşhur Hatem-i Tay ve adaletiyle meşhur İran Kisrası Nuşirevan?ın İslam ile şereflenmediğine üzülmüşse...

Ben de, Cumhuriyet tarihimizin çok partili siyasi hayatımızdaki bu en renkli simasının, siyaseten İslami cephede yer almayışına üzülürüm.

O kıvrak ve müthiş zekasıyla, o muhteşem hafızasıyla, o urgan gibi siniriyle, o koca göbeğine rağmen tam köşeye sıkıştı sanıldığı bir andaki akıl almaz kıvraklığıyla, İTÜ İnşaat Fakültesinde okuyan İslam Köylü Süleyman Demirel olarak kalsaydı da, belli mihrakların değil, bu aziz milletin Süleyman Demirel?i ya da halkın belli bir kesiminin bağrına bastığı lakabıyla Çoban Sülüsü olsaydı, Türkiye?de çok şey değişirdi, sanıyorum.

Kendisine hiç oy vermedim...

Kendisini hiç sevmedim...

Kendisine hiç güvenmedim...

Konferanslarımda olmasa bile kimi dost sohbetlerimde:

Süleyman Demirel?i mi, Şeytanı mı tercih edersin diye sorsalar, Şeytanı tercih edeceğimi dile getirirdim.

Bu sözü bir Allah dostunun ifadesine dayandırırdım.

O Allah dostu şöyle derdi:

Ben cin şeytanından korkmam.

Çünkü cin şeytanı euzü besmele ile gider; fakat ins/ insan şeytanı euzü besmele ile gitmez.

İşte Süleyman Demirel euzü besmele ile gitmeyecek ve cin şeytanına pabucu ters giydirecek kadar şeytani bir zekaya sahipti.

Bu şeytani zekası nedeniyle de her defasında küllerinden doğdu ve 1963-2000 yılları arasında, hem de en çetrefilli dönemlerde, tam 37 yıl aktif siyasetin içinde kaldı.

Bu 37 yıllık aktif siyasi hayatında:

Adnan Menderes?in Demokrat Partisinin mirası üzerine oturması beklenen Adalet Partisinin Kurucu Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala?nın ani ölümüyle Süleyman Demirel?in Adalet Parti Genel Başkanı olmasıyla siyasi hayatta önünün açılması...

1991 Milletvekili Genel Seçimlerinde seçmene verdiği onca vaate rağmen ancak koolisyonun büyük ortağı olacak kadar oy alabilmesi ve kör topal giden bir koolisyonla işlerin altından kalkamadığı bir zaman kesitinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal?ın, hala esrarını koruyan, ani ölümüyle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması...

Ancak mahşerde çözülecek kadar ilgi çekicidir, esrarlıdır, bilinmezdir...

İşte aklımda kalanlarla, mümkün olduğunca kısaltarak anlattığım Süleyman Demirel ?Böyük Türkiye? derken samimi olduğu için mi darbelere maruz kaldı...

Yoksa!

Bu ülkeye oynanacak olan ?Büyük Oyunun? parçası olan darbelere gerekçe olsun diye mi Süleyman Demirel ?Böyük Türkiye? diyordu?

Çünkü hepsi de, tasması domuz sever sığır çobanlarının elindeki çete tarafından yapılan darbelerin görünen gerekçesi ne olursa olsun, asıl gerekçesi, Demirel?in diliyle söyleyecek olursak Türkiye?nin Böyük olmasını önlemekti.

Çünkü Böyük Türkiye Haçlı Avrupasının ve Haçlının tetikçisi konumundaki Amerikanın korkulu rüyasıydı.

Bu bakımdan, bir güzel insanın ifadesiyle, Türkiye ne zaman ?take off? durumuna yaklaşıyor, işte o zaman tasmayı ellerinde tutanlar, askerimiz içindeki çete elemanlarına gerekli izni ve talimatı veriyor; tasmaları gevşetiyor ve Türkiye?nin ?take off? konumunu önleyecek olan darbeleri yaptırıyorlardı.

Böylece zaten kırılgan olan ekonomi alt üst oluyor, darbeciler ve ülke içindeki yandaşları parsayı topluyor, ülke ekonomisi neredeyse otomatiğe bağlanmış olan ve on yılda bir gelen darbelere kadar kendini toparlamak için büyük çaba sarfediyordu.

Bunların hepsini çoğumuz yaşayarak gördük...

*

2.

Fakat haçlı batının uykularını kaçıran ve korkulu düşler görmesine neden olan ?Böyük Türkiye?yi? önleme planının asıl kısmı, görünmeyen, hissedilmeyen, anlaşılması ve çözülmesi zor olan kısmıydı...

Tıpkı buz dağının altı gibiydi, Böyük Türkiye?yi önleme planının görünmeyen kısmı...

Ve ben, asıl bu planın görünmeyen kısmına diyorum ?Büyük Oyun? diye...

Haçlılar ve elbet ülke içindeki haçlı uşakları (Bizans artıkları, Truva Atı Ashabı, Boğaziçi Aşireti, Sabatayistler, Pakraduniler ila ahir) Büyük Oyunun ilk kısmını 15 Temmuz İşgal Hareketine kadar başarıyla uyguladılar.

Bu nasıl bir oyundu mu diyorsunuz?

Bu görünmeyen Büyük Oyunun en görünen, en açık halini 12 Eylül Darbecileri uyguladılar.

İsterseniz 12 Eylül?ü şöyle bir düşünün!

Solcu içerde, sağcı içerde, ülkücü içerde, Türk içerde, Kürt içerde!

Akıl alacak gibi değil...

12 Eylülcüler neden toplumun bütün kesimlerinin gençliğini hedef tahtasına koydular?

Sağcılarsa sağcılara, solcularsa solculara dokunmamaları gerekmez miydi?

Türk idiyseler Türklere, Kürt idiyseler kürtlere ilişmemeleri icap etmemiz miydi?

Diyelim ki, darbenin gereği olarak, iktidar sürelerini uzatmak için, ülkenin her kesimdeki gençliğini kontrol altında tutmak zorundaydılar.

Fakat neden içeri aldıklarına akıl almaz işkenceler yapıyorlardı?

Gerçekten ne içindi yapılan yakası açılmamış işkenceler?

Aslında ne içeri almanın ne de işkencenin akla uygun bir gerekçesi yoktu.

Kendi planlarına göre yapmalarının gerekçesi ise belliydi:

Toplumun en dinamik kesimi olan gençliği hem birbirlerine, hem de devlete, millete, ülkeye düşman etmekti...

Uyguladıkları metodlarla, devlet millet düşmanlığını sağcılar, ülkücüler, Türkler üzerinde sağlayamadılar...

Fakat Kürk kökenli gençlerimiz üzerinde, devlet millet düşmanlığını büyük ölçüde sağladılar.

Hem darbecilerin işkencesi, hem de içeride devlet millet düşmanlığının eğitiminin verilmesi bir kısım Kürt Gençlerini devlet ebed müddet çizgisinden uzaklaştırdı ve haçlının emrindeki şer güçlerin oyuncağı haline getirdi.

Evet özellikle işkencenin ve içeride verilecek olan şer eğitime zemin hazırlamanın asıl nedeni Böyük Türkiye?ye engel olacak bir karşı güç oluşturmaktı...

Ama bunu, ben kendi nefsime, 15 Temmuz sonrasına kadar çözememiştim.

Fakat 15 Temmuzdan sonra Böyük Türkiye?yi önlemek için planlanan Büyük Oyunun ikinci perdesi oynanmaya başlayınca, anladım ki 12 Eylül ve sonrasında özellikle Kürt kökenli gençler üzerinde başarılı olan bu oyun, bu kez sağcı olarak kabul edilen genellikle Türk kökenli gençler ve diğer yaş gruplarındaki insanlar üzerinde oynanmaya başlamıştı.

Nasıl ki, Kürk kökenli sıradan insanlarımız, eften püften sebeplerle içeri alınmışlar ve ceza evlerinde ciddi bir devlet millet düşmanlığı eğitiminden geçmişlerse...

15 Temmuz işgal girişiminden sonra, ciddi bir ölçü koymadan suçlu kabul edilen ve içeri alınan Türk kökenli gençlerimiz ve diğer yaş gruplarındaki insanlarımız çok ciddi bir devlet millet düşmanlığı eğitiminden geçmektedirler.

Böylece, kazanılması gereken her yaştaki insanlarımız Feto?nun azat kabul etmez kulu ve kölesi olarak, FETÖ?nün militan savaşçıları haline getirilmektedirler.

Gerek Kürk kökenli insanlarımıza ceza evlerinde verilen devlet millet düşmanlığı eğitimi...

Gerekse 15 Temmuz işgal hareketinden sonra içeri alınan Feto bağımlısı, Türk kökenli insanlarımıza verilen devlet millet düşmanlığı eğitimi...

Onların hepsini dinden de uzaklaştırmakta ve haçlının diniyle dinli hale getirmektedir.

Başta Cumhurbaşkanımız olmak kaydıyla, ülkenin üst yönetiminde bulunanlar, geçmiş tecrübeden ders alarak, bu ceza evi eğitiminin önüne geçemezlerse, bu kinli ve haçlı dinli insanlarımız gelecekte ülkenin başına büyük gaileler açacaklardır.

Böyük Türkiye sevdası taşıyanlar olarak...

Ülkemiz insanına oynanan Büyük Oyunu görelim...

Ceza evlerine az kirli olarak giren insanlarımızın çok kirli ve çok kinli hale gelmelerine seyirci kalmayalım!