Yavuz Bülent Bakiler


Atatürk'ün Ummanları Dolduracak Kadar Yanlış Bir Türkçe Anlayışı: Güneş Dil Teorisi

Atatürk'ün Ummanları Dolduracak Kadar Yanlış Bir Türkçe Anlayışı: Güneş Dil Teorisi


Dikkatinizi çeksin diye, yazıma özellikle böyle bir başlık koydum. Açıklamamı, lütfen, büyük bir dikkatle okumanızı rica ediyorum.

Yanlışım varsa, beni uyarmanızı, yoksa, kendinize yeniden bir çeki-düzen vermenizi diliyorum. Önce, bir iki nokta üzerinde, kanaatimi yazayım: Atatürk anlatılmaz ölçüler içerisinde, bir Türk milliyetçisiydi. Türkçe konusunda, çok büyük bir hassasiyeti vardı. Bu bakımdan zaman zaman büyük yanlışlar da yaptı. Daha önce de belirtmiştim: Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece yüz bir tanesini okuyabildim. Edindiğim kanaat şudur: Milli mücadele tarihimizin lideri, kayıtsız-şartsız  Mustafa Kemal Paşa’dır. O bir büyük kahramandır. Devletimizin kurucusudur. Bir büyük dehadır. Ancak: Mustafa Kemal de bir beşer olduğu için zaman zaman şaşırmıştır da şaşırınca yanlış işler de yapmıştır. Onun yanlışlarını ortaya koymak katiyen Atatürk düşmanlığı değildir. Çünkü tenkitsiz ilim, tenkitsiz edebiyat, tenkitsiz insan olmaz. Atatürk’ün bazı yanlışlarını yazıp-söylemeyi 'Atatürk düşmanlığı' şeklinde anlayanlar, ya Atatürk’ü hiç okumayanlar, hiç bilmeyenlerdir veya medeni düşüncenin en tabii bir neticesi olan tenkidle, düşmanlık yapmayı birbirinden ayıramayan ahmaklardır.

1978 yılında, Ankara’daydım. Şiirlerim HİSAR dergisinde yayımlanıyordu. Kitaplarım, Hasar yayınları arasında çıkıyordu. Bir gün, derginin sahibi şair Mehmet Çınarlı bana dedi ki:

-Senin için Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan bir randevu aldım. Bu cumartesi seni saat 14:30’da Kavaklıdere’deki evinde kabul edecek. Yakup Kadri Bey’e git onunla Atatürk üzerine bir röportaj yap. Kasım sayımıza koyalım. Soru sorma konusunda seni serbest bırakıyorum. Yakup Kadri Bey, Atatürk’ün çok yakın çevresinde olan bir edibimizdir. Önemli açıklamalarda bulunacağını sanıyorum.

Belirlenen günde, Yakup Kadri’nin evine gittim. Bir salonda karşılıklı oturarak konuşmaya başladık. Sorularıma kelimelirin arasını açarak, durarak,düşünerek cevap veriyordu. Yazılarındaki akıcılık konuşmasında yoktu. Bir ara kendisine çok önemli bir soru sordum:

-Atatürk’ün Güneş-Dil Teorisi; akıl dışı, mantık dışı ilim dışı bir görüştür. Bizi, b.ütün dünya milletleri önünde büyük çıkmazlara sokmuştur.

Bu cümleyi alel-acele yazmak istedim. Birden bire oturduğu koltuktan kalkarak karşıma dikildi. Bileğimden yakalayarak yazmama mani oldu.

-Bu cümleyi yazarsanız, konuşmayı tekzip ederim. Yazmayacaksınız! dedi.

- Baş üstüne efendim, yazmayacağım! Siz lütfen anlatınız dedim.

-Avusturya’da bir dil heveskârı vardı. Adı: Kıvergiç’ti. Adam, Atatürk’ün Türkçe üzerindeki büyük hassasiyetini öğrenince tutmuş Türkçe üzerine bir çalışma yapmış. Görüşlerini 41 sahifelik bir metin haline getirip Atatürk’e postalamış. Sanmış ki, Atatürk kendisini derhal Türkiye’ye çağıracak, ihsanlara boğacaktır. Fakat adamın çalışması Atatürk’ün eline geçmemiş. Kalkıp Türkiye’ye gelmiş.

O tarihte; Basın-Yayın Genel Müdürümüz olan Vedat Nedim Tör’e çıkmış. Vedat Nedim, benim yakın arkadaşlarımdandı. Beni aradı:  Yakup dedi, sen Atatürk’ün sofrasında olan adamsın. Kıverinç isimli bir Avusturyalı, Türkçe üzerine yeni bir tez hazırlamış tespitlerini bizzat Atatürk’e sunmak istiyor. Götürsene bu adamı Atatürk’e!

Vedat Nedim’le konuştuktan sonra, Kıverniç’i alıp Atatürk’ün huzuruna çıkardım. Atatürk Ankara’daydı. Bizi Çankaya’da kabul etti. Kıverinç Atatürk’e kendi görüşlerini şöyle açıkladı;

-Ekselans! dedi, ilk insan, Güneşi gördüğü zaman, Türkçedeki ilk sesli harfi telaffuz etti. Ağzını açarak Aaa! dedi Aaa! Sonra:

Gece, gökyüzünde güneş yerine binlerce yıldızı görünce Ooo! dedi. Böylece Türkçedeki ikinci sesli harfi telaffuz etti! İlk insan, uzaklığı, Uuu! sesiyle açıkladı. Nitekim dün olduğu gibi bugünde, bütün Türk milleti, nereye gidiyorsun? Nereden geliyorsun? Sorusunun cevabını Zzz nereye gidiyorum veya Ppp nereden geliyorum diye değil, Uuu nereye gidiyorum veya Uuu nereden geliyorum diye veriyor. Bu ilk insandan geliyor!

İlk insan merakını E! sesli harfiyle gidermeye çalıştı. Öğrenmek istediği konularda hep E! dedi. E? E? E?

Sonra ilk insan Türkçedeki diğer sesli harfleri başka tabiat hadiseleri karşısında söylemeye başladı. Ööö! dedi, İii! dedi, Iıı! dedi.

Sonra ekselans ilk insan ilk hece olarak AĞ demeye başladı AĞ hem beyaz, hem de insan karşılığında bir kelimedir.

İlk insan zamanla bu AĞ hecesine başka heceler de ekleyerek sesler çıkardı, AĞ+AN+AĞ+AK+AR+AĞ dedi. Sonra bu heceler topluluğundan bazılarını çıkartıp atarak , ANĞARA! ANĞARA! ANĞARA! diye haykırdı. İlk insanın söylediği ilk kelimelerden biri ANĞARA’dır.

Ekselans ilk insan Türktür. İlk insan Türkçedir. Dünyanın bütün dilleri Türkçe’den doğmuşlardır.

Yakup Kadri, bu açıklamayı yaptıktan sonra dedi ki: Ben sanıyorum ki Atatürk, Kıverniç’in bu açıklamasına derhal itiraz edecektir. Ona diyecektir ki;

-Efendi! Bu açıklamanız, katiyen ilmi değildir. Çünkü ilk insanlar günümüz arasında, elli milyon yıllık bir zaman dünyası var. Yazı beş bin yıl önce bulundu. Sen ne biliyorsun ilk insanın güneşi gördüğü zaman Aaa! dediğini? Sen ne biliyorsun ilk insan yıldızlara baktığında Ooo! diye bir ses çıkardığını. Sen o ilk insanın yanında mıydın? Elinde bir kağıt bir kalem mi vardı? İlk insanın söylediklerini elli milyon yıl sonra bize söylemek için not mu tutuyordun? Söylediklerin ilmi değildir!

Atatürk’ün Kıverniç’e böyle bir itirazı olmadı. Aksine,onun söylediklerine bayıldı, bayıldı, bayıldı. Önce çevresindekilere, Kıverniç’in bu iddialarına sahip çıkmalarını söyledi. Sonra 1936 yılında, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine o Güneş - Dil Teorisini, ders olarak koydurttu. 1936 – 1940 yılları arasında Hasan Reşid Tankut, o derslerin başındaki adam oldu.

Kıverniç ilk bütün Dünya dilleri Türkçeden doğmuşlardır, sözünden ilham alan Konyalı bir müderris: Hazım Nazım Onat, Arapçanın Türkçeden doğduğuna dair iki ciltlik bir kitap yazdı. Atatürk Hazım Nazım’ın bu çalışmasına çok memnun oldu ve Hazım’ı, Atatürk’ün gözüne girmek için uydurmalara başladılar. Ama ne uydurmalar, mesela Atatürk bir göçler haritası çizmiştir. O göçler haritasına göre Orta Asya’da bir büyük iç deniz vardı. O iç denizin etrafında bizim milletimiz yazıyordu. Zamanla o iç deniz kuruduğu için soyumuza mensup bazı boylar, oradan dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmışlardı. İşte o boylardan biri, Berink Boğazını geçerek Amerika kıtasına ayak basmıştı. Türkler orada, büyük şelalelerin gürültüsünü duyunca, Ne yaygara! Ne yaygara! diyerek yaka silkmişti. İşte o, “Ne yaygara!” şikayeti zamanla NİYAGARA haline gelmişti.

Amerika kıtasındaki ırmaklar çok uzundu. Asya’da o kadar uzun ırmaklar yoktu. Bizim soyumuz, o ırmaklardan da: “Amma da uzun” diye bahsetmişti. “Amma da uzun, zamanla AMAZON haline gelmişti.

Atatürk devrinde, kabul edilen bir başka iddia vardı: Bizim okçularımız, geceleyin Ay’a doğru ok atıyorlardı. Kimin oku, daha çok yükseğe çıkıyorsa, yani Ay’a yaklaşıyorsa, okçular sevinçle OK AY! OK AY! diye bağrışıyorlardı. Bu haykırış okum ay’a gitti! Okum Ay’a yaklaştı demekti. İşte bizim okçularımızın OK AY! OK AY! diye haykırışlarını, Batılılar OKEY! OKEY! şekline soktular. Atatürk zamanında, bir ara TBMM’de milletvekilleri, kürsüde konuşan siyasileri, ellerini önlerindeki masalara vurarak: OKAY! OKAY! diye desteklediler.

Bütün dünya dillerinin Türkçe’den türediklerine inanan aydınlarımız bizim AVRAT kelimemizin Batıda: AFRODİT, BARABAR kelimemizin PARALEL, BELLETEN kelimemizin ise, BÜLTEN şeklinde çevrildiğini iddia ettiler.

1940 yılında Ankara’da, Türk Ocağı salonunda bir TÜRKOLOJİ Kongresi yapıldı. O kongreye, çeşitli ülkelerden gelen yabancı Türkologlar, bizim ilim adamlarımızı şiddetle tenkit ettiler: “Siz, nasıl bütün dünya dilleri Türkçeden doğmuşlardır. Dersiniz? Arapçayı, Farsçayı, İngilizceyi, Fransızcayı, Çinceyi, Japoncayı, Hintçeyi, Rusçayı… nasıl olurda getirip Türkçeye bağlarsınız? Bu iddianızın hiçbir ciddi noktası yoktur! dediler.

Bizim ili adamlarımız da, Batılı Türkologların şikâyetlerini götürüp İsmet İnönü’ye arz ettiler. İnönü o yıllarda Cumhurbaşkanı idi. İnönü, Güneş – Dil Teorisine yapılan

şikâyetleri haklı buldu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde, dört yıldan beri okutulan o akıl ve ilim dışı dersleri yasakladı.

Yakub Kadri Karaosmanoğlu ile yaptığı Atatürk konulu röportajdan sonra HİSAR dergisine döndüm. Daha ben ağzımı açmadan Çınarlı sordu:

-Yakub Kadri Bey, az önce bana telefon açtı. Yavuz Bülent’in röportajını ben görmeden yayınlarsanız, size tekzip ederim dedi. Hayrola? Ne oldu? Ne var? Yakub Kadri Bey neden endişeli?

- Kendisine, Güneş – Dil Teorisini sordum. O da önce kanaatini açıkladı. Sonra, çeşitli çevreler tarafından, “Atatürk Düşmanı” olarak suçlanmamak için korkmaya başladı. Görüyorsunuz işte. Atatürk’ün ölümü üzerinden tam kırk yıl geçti. Yakub Kadri gibi bir yazarımız bile, bir gerçeği söylemekten korkuyor. Bu korku, herhalde kırk yıl daha devam edecektir dedim. Yakub Kadri Karaosmanoğlu ile yaptığım röportajda, Güneş – Dil Teorisiyle ilgili soruyu ve cevabını koymadık. Aradan koskoca bir kırk yıl daha geçti. Ben 1994 yılında emekliye ayrıldım. Çeşitli şehirlerden, üniversitelerimizden davetler aldım. Gittiğim yerlerde Türkçe konusu üzerinde ısrarla durdum çünkü Türkçe bizim varlık sebebimizdir. Kültürümüzün kökü Türkçedir. Millet hayatımızda, dil dinden daha öncedir çünkü dil olmasa dinin önemini özelliklerini ( sağır ve dilsizlerin el kol hareketleriyle) anlatamayız. O bakımdan İslamiyet’e şiddetle muhalif olanlar, dilimizin de bin yıllık kelimelerine saldırıyorlar. Yani Osmanlının, Türkün beş yüz yıllık bin yıllık koca çınarlarını kökünden kesip yerine cılız fidan dikmeye çalışıyorlar.

Yakub Kadri Karaosmanoğlu ile yaptığım konuşma üzerinden 41 yıl geçti. 2019 yılında bile, o Güneş – Dil Teorisinin çok yanlış olduğunu konuşamıyoruz. Konuştuğumuzda,bir takım ham, korkak, cahil, ahmak… yobazlar tarafından “Atatürk düşmanlığıyla” suçlanıyoruz. Bu dehşetli yobazlık, elbette devam etmez öyle sanıyorum ki, yüz yıllık kadar sonra yani 2.119 yılında bizim anlı şanlı bir takım avanaklarımızda, önce tenkitle düşmanlığın ayrı tavırlar olduğunu anlayacaklardır. Sonra Atatürk’ün de bir insan olduğunu insan olduğu için  zaman zaman onun da yanılabileceğini yanlış işler yapacağını kabul edeceklerdir. Atatürk’ün arkasına saklanarak, hem dilimizi soyup soğana çevirenlerin, hem de ilim dışı birtakım safsatalarla, bizi bütün dünya milletleri önünde gülünç duruma düşürenlerin arkasında olmayacaklardır.