Merhabalar, yine ben!
Evet biliyorum, yeni yazımı yayınlayalı sadece 2 gün oldu, merak etmeyin gündemi konuşmaya gelmedim bu kez. Malumunuzdur toplum olarak güzelliklerden, estetikten ve sanattan giderek uzaklaşıyoruz. Hayat damarlarımızdan biri kopuyor anlayacağınız…
Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü. Esasında bu özel günlerin klişe olduğunu düşünsem de, bugün farklı bir şey paylaşmak istedim sizinle. Ben kalem çevirmeye şiirle başladım, köşe yazarlığından önce şiirle yoğruldum ve 2 tane şiir kitabı yayımladım. İlki 2016’da, ikincisi 2018’de çıktı ve ben kitaplardan sonra haftalık köşe yazarlarına yoğunlaştım. En son yeni şiirimi de bundan 1 sene 1 ay önce Ocak 2019’da paylaştım. Şiirin yeri, anlamı benim için bambaşka. Köşe yazarlığı yapmayı ne kadar çok seviyorsam şiiri okumayı da şiir yazmaya çalışmayı da o kadar çok seviyorum.
14 Şubat hasebiyle 1 sene 1 ay sonra ilk kez yeni bir şiiri burada, Enpolitik’teki köşemde paylaşmak istedim bu girizgah da işte onun için.
İnanın yeni bir şiiri paylaşmakta olduğum için çok mutlu ve heyecanlıyım. Umarım yeni şiirimi, Sevgililer Günü Şiiri’ni beğenirsiniz. Ben yazarken duygu cümbüşünü hakkıyla tattım, umarım sizler de okurken tadarsınız.
Aşk deniz suyuna benzer, içtikçe içesiniz gelir, içtikçe yanmaya devam edersiniz ama yansanız da kendinizi içmekten alıkoyamazsınız. Bu yeni şiirimi bu yüzden aşkı tadan herkese hediye etmek istiyorum.
Benden sizlere küçük ve şairane bir sevgililer günü hediyesi…
SEVGİLİLER GÜNÜ ŞİİRİ
Yaş keseleri hastalıklı sarnıçların deliğinden sızıyor öldürdüklerim
Kurşunca deşiyor dik başlı plağı güldüklerim, oyuk bak kemiklerim
Kambur uğultuların diş gıcırtılarından korkuyor benim kirpilerim
Varlığın ve yokluğun diyalektiğinde kayboldu bak tüm bildiklerim
Kulakları sağır ihtiyar o radyo çivi çakıyor bileklerine ılık çilentinin
İplik iplik tutuşan yatağın bel acıtan yanına uzanıyor senin silüetin
İs kokulu atlıkarıncanın sırtında uyuklarken tavana yansıyor ellerin
Yaprakları ölü ağaçların gövdesinde yalan öyküler söylüyor benliğin
Yavru örümceklerle geziniyorsun aklımın terasında, parmak ucunda
Çocukça dağınıklığın ortasında bir aşk şarkısı bulaşıyor omuzlarına
Morlu turunculu sanrısal bir gramofonun makberinden müsemma
Zırhın suretine kanma zira kimi duvarlar gökkuşağı saklar ardında
Ve hasılı gelip de pastellerin barok dansı daha diri kaldığında bana kıyasla
O gün dönümünde dik başlı plağı ve morlu turunculu gramofonu unutma
O terasta burunlarını okşadığın vahşi çiçeklerin tembihlerini getir hatırına
Donuk, ıssız, ışıksız yollarda çatlarken dudakların adımı bir dua gibi fısılda
Önce uğrayıp ciğerlerine sonra kalbine giden nefes gibi solu beni daima
Omuzlarına bulaşmış bir aşk şarkısı gibi fısılda beni kadehindeki kırmızıya
Ve hasılı gelip de pastellerin barok dansı daha diri kaldığında bana kıyasla
Zırhların suretine aldanma kimi duvarlar gökkuşağı saklar ardında, unutma…