Müttefiklerimizin teslim olması neticesinde aleyhimize sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros mütarekesi ile İstanbul’a gelip yerleşen işgal kuvvetlerinden, İngiliz Yüksek Komiserliği Türk savaş suçluları yaratma gayreti içine girerek ”kara Listeler” hazırlamaya başlamıştır. Mütareke dönemi içinde yüzlerce Türk’ün canını yakan bu kara listeler İngiliz Yüksek Komiserliği içinde kurulan Ermeni-Rum şubesi tarafından hazırlanmıştır. 1919 Ocak ayından itibaren azınlıkların, İngilizci Türk’lerin yardımları ile sözde savaş ve soykırım suçlusu olarak nitelendirilen Türk idaresi ve her rütbeden subayın isimlerini havi listeler hazırlanır.
4 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa sadrazam olur ve 5 Mart 1919 günü “Türk Savaş Suçluları” konusundaki İngiliz planı Babıaliye verilerek sanıkların yakalanmaları istenir. Hükümet hiç vakit kaybetmeden bir insan avına girişir. Sadece 10 Mart günü içlerinde Sait Halim Paşanın da bulunduğu 20 kadar ileri gelen kişi tutuklanır.
İtilafçı Damat Ferit, milliyetçi ittihatçıları ve bir anlamda muhalefeti yok etmek, İngilizlerde milliyetçileri yok etmek için durmadan yeni kara listeler hazırlarlar, Amerikalı ve Fransızlar da hazırladıkları listelerle onlara yardımcı olurlar.
İngilizlerin yakalanması için büyük dikkat gösterdikleri, Diyarbakır Vali Dr. M. Reşit Bey 1919 yılı Ocak ayı başlarında tutuklanmış ve Bekir Ağa Bölüğüne kapatılmıştır.
1873 yılında Kafkasya’da doğan Mehmet Reşit Bey, Gülhane Mektep-i Tıbbiye-i Askeriyesinden mezun olmuş ve Tabip Yüzbaşı olarak orduya başlamıştır. 1909’da ordudan ayrılarak idarecilik mesleğine girmiş ve çeşitli bölgelerde Kaymakamlık, Mutasarrıflık ve valilik görevlerinde bulunmuştur. Balıkesir’de görevli iken yaptırdığı “Reşit bey Hastanesi” hala ayaktadır. 1910-1918 yılları arasında idari görevlerde buluna Dr. Reşit Bey, Türkiye’ye musallat olan hastalığı gayet iyi teşhis etmiş, Ermeni ihtilalinin patlama noktasına geldiği bir anda Diyarbakır Valiliği görevini ve bu görevden doğan sorumluğu tereddüt etmeden omuzlayacak cesaret ve olgunluğa sahip, milliyetçi, ülkücü bir idarecidir.
Diyarbakır’a geldiğinde ihtilal hazırlığı içindeki Ermenilerle ilgili müşahedelerini şu şekilde anlatır;
“Tekalifi Harbiye ambarları, Askeri nakliyat ve bütün önemli işler hep Ermeni Komitecilerin ellerine bırakılmıştır. Ermeni ruhani reisi valinin has müşaviri olmuş, tahsildarlık gibi basit bir vazifeyi üstüne alan yüksek tahsil görmüş Ermenilere rastlanmakta ve bunlar köyleri dolaşarak Ermenileri ikaz etmekte, hazırlamakta, ruhani reis ile papazlarda mülhakatı dolaşarak “kurtuluş günü erişti, hazırlanınız, gerekirse çift hayvanlarınızı satıp silahlanınız, muvaffak olduktan sonra Müslümanların serveti, mülkleri bize kalacaktır.” Mealinde ateşli nutuklar ve vaizlerle fikirleri zehirlemekte ve zehirlemişler, Ermeni mahallelerinde ordudan kaçan ve kaçırılan birlerce efradı toplamışlar. Polis ve jandarmaları alenen tahkire koyulmuşlar, Ermeni mahallelerine polis ve jandarma girmeyecek derecede hükümet nüfusu kırılmış, alenen Ermeni istiklal şarkılarıyla eğlenmekte ve;
Şimdiye kadar siz hakim millet idiniz,
Bundan sonra biz hakim, siz mahkumsunuz,
Hitapları ile ahali açıktan açığa tahkir edilmekte, hasılı dinamitlerin ve bombaların patlaması için Rusların biraz daha ilerlemesi ve bundan gelecek emir ve işaret beklenmekte ………….”
Durumu isabetle tespit eden ve devletin valisi olarak sorumluğunun şuurunda olan Dr. Reşit Beyin elinde 25-30 kadar jandarma ve eski sistem silahlarla donatılmış, 50-60 kadar ihtiyat askerinden başka fiziki kuvvet yoktur, ama o, tehlikenin kökünü kazımaya kararlıdır. Şehrin esnafını, ruhani reislerini ve ruhani meclis üyelerini makamına getirterek asker kaçağı ve komitecilerin bir hafta içinde teslim edilmelerini ister. Ermeniler bu uyarıya aldırış etmezler ve bundan sonrasını Dr. Reşit Bey şöyle anlatır;
“Belli günde sabah erkenden Ermeni mahallesinin en mühim 3-4 sokağını ve bazı mühim noktalarını tutturup, evleri ani bir şekilde, birer birer araştırmaya ve bir günde 500’den fazla asker kaçağını yakalamaya muvaffak oldum. Ele geçirilenler arasında Ermenilerin hareket planları ve takip edecekleri programları da vardır. Bunlardan edinilen bilgilere göre, “7 yaşından yukarınız ve erkek çocukları da dahil bütün Müslümanlar öldürülecek, şehir ve kasabalarda taarruz ve müdafaa tertibatları, kumanda heyetleri kurulacak, Ruslar biraz daha ilerleyebilirlerse resmi daireler ve şehir kapıları bomba ile havaya uçurulacak, vali, polis müdür ve jandarma komutanı gibi idare amirleri öldürüldükten sonra Müslüman ahali katledilecektir.” Yine ele geçirilen planlar ile yakalananların ifadelerinden, “vilayetin en küçük bir Ermeni köyünde bile teşkilatı, silah ve bomba bulunduğu, büyük, küçük, kadın-erkek, bütün Ermenilerin teşkilat ve maksattan haberdar oldukları, paraca, bedence veya fikirce bu teşebbüse iştirak etmeyen hiçbir Ermeni bulunmadığı” anlaşılmıştır.
Tehcir kanununun çıkartılarak yürürlüğe konulmasını müteakip devletin bir Valisi olarak Dr. Reşit Bey kendisine kanunda verilen bu görevini yerine getirmiş ve görevini yaparken de elinden geldiğince adil davranmıştır. Reşit Bey hatıratında bu konu şöyle anlatılmaktadır;
“ Ben mümkün olduğu kadar her kafileye “kafile başı” sıfatı ile 1-2 jandarma ayırıyordum. Fakat bu her zaman mümkün olmadığı gibi etkili bir tedbirde olmuyordu. Sonunda gerek merkezde gerekse ilçelerde tatbik edilmek üzere bir özel talimatname yazıp, tamim edilmiştir. Bu talimatnameye göre, sevk olunacak ailelere birkaç gün evvel malumat verilerek, hazır bulunmaları ihtar olunacak. Beraberinde götürecekleri para ve menkul eşyayı almalarına mani olunmayacaktı.”
Ermeni tehcirinin başlama üzerine savaşta olduğumuz devletler açık bir nota ile tehcirin durdurulmasını isterler. Amerika ve diğer bazı devletler de diplomatik temaslarda bulunarak bu konuda ricalarda bulunurlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat BLEDA hatıralarında bu konuda şunları yazar;
“Durumu daha incelemek ve bazı radikal tedbirler almak gayesi ile Doğu vilayetlerimizdeki bazı valilerimizi merkeze davet edip yerlerine başkalarını göndermeyi münasip bulmuştuk.
Bu arada Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey de geri çağrılanlar arasında yer almıştır. İstanbul’a geldikten sonra bir gün beni ziyaret etti. Böylece kendisi ile açık açık konuşmak ve davranışları hakkında bilgi alma imkanını buldum. Derhal kendisini kabul ettim, karşımdaki koltuğa oturduğu zaman her ikimizin de sinirli olduğu göze batıyordu. Kendisine ciddi bir lisanla sordum;
–Siz, dedim hekimsiniz... ve bu sıfatla can kurtarmakla vazifelisiniz. Nasıl oldu da bunca insanın yakalanıp da ölümün kucağına atılmasına göz yumdunuz?
Dr. Reşit Bey yüzüme baktı ve uzunca bir sükuttan sonra, en az benim kadar sert bir lisanla cevap verdi;
–Hekim olma bana milliyetimi unutturamazdı. Reşit, elbette bir doktordur ve doktorluğun gerektirdiği çerçeve içinde davranışlarını ayarlamak zorundaydı. Ne var ki Doktor Reşit her şeyden önce dünyaya bir Türk olarak gelmişti. Milliyetim her şeyden önce gelir, Diyarbakır’da bulunduğum süre içinde o bölgedeki Ermenileri dışarıdan ve içeriden nasıl yardım gördüklerini ve kendilerine nasıl vaatlerde bulunarak zehirlendiklerini, aldıkları yardımlar ile nasıl ferah içinde yaşadıklarını bütün bunların sonucu memlekete karşı korkunç duygularla beslenip, vatanımızın hayatına kast ettiklerine benim gibi yakından görüp tetkik etme imkanını ve fırsatını bulmuş olsaydınız bugün burada bana böyle tavizlerde bulunmazdınız. Doğudaki Ermeniler aleyhimize öylesine kışkırtılıyorlar ki şayet onlar yerlerine bırakılmış olsalardı çevremizde canlı olarak tek Türk bulmak ve bir tek Müslümanın yaşadığını görmek imkansız olacaktı. Diyarbakır’da bulunduğum zaman süresinde bunların sicillerini inceledim, yaşantılarını takip ettim, düşüncelerini öğrendim, evlerinde yaptırdığım araştırmalar gayeleri hakkında bana kesin kararlar verme imkanını bahşetti. Bazı evlerde ele geçirdiğim silah ve cephane koca bir orduyu yok edecek sayı ve vasıflarda idi. Korkunç ve müthiş bir teşkilatları var ve yalnız bulundukları bölgede değil, memleketin dört bir yanına uzanan kolları ile bu teşkilat serbest bırakıldığı takdirde çok geçmeden Anadolu da Türk’ü mumla aramamız gerekecek. Yani ya onlar bizi, ya da biz onları …… onlar bizleri yok etme kararı ile şartlandırılmışlardır.
Şayet durum böyle olmamış ve kurdukları teşkilat bölge içinde kalmış durumda olsaydı oldukları yerde bastırıp ve herhangi bir hadise çıkarmalarını kolayca önlerdik. İyi niyetli kişilere elimizi sürmek aklımızdan bile geçmezdi. Oysa onların mütecaviz davranışları ile bizleri ortadan kaldırmak için hazırlandıkları artık gizlenemez hale gelmişti. Yani anlayacağınız, bizleri meşru müdafaa için harekete sevk eden onlardır.
Vaziyet bu merkezde olunca kafamı ellerimin arasına alıp düşündüm. “Hey Doktor Reşit dedim kendi kendime, ortada iki ihtimal var, ya Ermeniler Türkleri temizleyecek, bu memlekete sahip çıkacak veya Türkler tarafından temizlenecekler.”
Bu iki ihtimal arasında mütereddit kalamazdım. İhtimallerden birisini tercih etme zarureti vardı. Ve seçimimi yaptım. Türklüğüm hekimliğime galabe çaldı, bu başka türlü olamazdı ve olmadı da, sonunda onlar bizi ortadan kaldıracaklarına biz onları ortadan kaldırmalıyız dedim.”
–Doktor, bu davranışınızdan dolayı vicdanınız sizi rahatsız etmiyor mu? diye sorulduğunda bana şu cevabi verdi.
–Etmez olur mu? Fakat ben bu işi şahsi gururumu tatmin veya cebimi para doldurmak için yapmadım. Baktım ki vatan elden gidiyor, milletim hayrına gözlerimi kapattım ve pervasızca ileri atıldım… Başka milletlerin hakkımda yazdıkları veya yazacakları benim umurumda değil…
Doktor Reşit Bey sözlerini bitirmişti, sustu, bende sustum. O devirde Doktor Reşit gibi düşünenler az değildi. Doktor Reşit Bey, o devrin en saf ve en idealist gençlerinden biri. Hürriyet severliği, dürüstlüğü, vefakarlığı, mertliği ile tanınmış ve sevilmişti.”
Doktor Reşit Bey tutuklanarak kapatıldığı Bekir Ağa Bölüğü zindanında bir yolunu bularak 25 Ocak 1919 günü kaçar.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri idam etmeyi umduğu Doktor Reşit Beyin kaçışını öğrenince tam anlamıyla küplere biner ve Baş Tercümanı Ryan’ı sadrazama göndererek şunları söyletir; “Olayı pek vahim görmekteyim, bu yalnız Türk Hükümetine karşı değil, aynı zamanda İtilaf Devletlerine karşı meydan okumaktır. Bu bir Türk oyunudur, hükümet üyelerinin kendileri de sorumluluktan kurtulamazlar.”
Ertesi gün İtilafçı basında hükümete karşı saldırıya geçer. Bu durum üzerine İstanbul polisi seferber edilir. Doktor Reşit Bey ailesini görmek üzere saklandığı evden çıkıp Beşiktaş’a indiği bir sırada merkez memuru Ermeni Kirkor’un emrinde bir polis ekibince tanınır ve bir fulya tarlasında çember içine alınır. Yakalanacağını anlayan Dr. Reşit Bey “Ermeni tazılarına” yakalanmaktansa, beynine bir kurşun sıkarak hayatına son verir.
Cebinden vasiyetname mahiyetinde şu mektup çıkar;
“Pek sevgili Refikam ve çocuklarım,
Firarımdan dolayı…. muhafız paşa ile polis müdürü bütün şiddet ve kuvvetiyle beni arıyorlar. Ermeni tazıları da bunlara iltihak etmişler imiş. Gayretsiz ve hissiz bazı dostlarımın ihmali programımı sekteye uğrattı. Utanmadan teslim olmaklığımı teklif ediyorlar. Neticeyi karanlık görüyorum. Yakalanıp Hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için son dakikada intihar etmek niyetindeyim. Revolverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini size hasr ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare, her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. İstikbalinizi düşünemedim. Herkes beni Ermeni malıyla zenginleşmiş biliyor, halbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum. Bu da tarihin bir cilvesi….”
Atatürk tarafından da takdirle anılmış bulunan Vali Doktor Reşit Bey Milleti tarafından da unutulmamış, geriye bıraktığı zevcesiyle yetimlerine TBMM vatani hizmet tertibinden maaş bağlanmıştır.