Çiçero “Kötü bir barış her zaman haklı bir savaştan iyidir” demişti. Dün imzalanan Moskova antlaşmasıyla birlikte Suriye’de yeni bir süreç de başladı ve Türkiye bu yeni süreçle oluşan statüyü kabul etmiş oldu. Bu antlaşma bize birçok konuda ders verdi. Bir defa dış politikanın hamasetle yürütülemeyeceği, dış politikada stratejilerinin öngörüsüz yazar-çizer takımıyla belirlenemeyeceği gerçeği de ortaya çıktı. Yine dış politika bürokratlarının eksikliği bir kez daha görülmüş oldu. Görüşme öncesinde Pentagon ve ABD dış işleri bakanlığından gelen “Türkiye’yi İdlib de desteklemeyeceğiz” açıklamaları Türkiye’nin elini oldukça zayıflattı ve adeta Rusların insafına bırakılmış oldu. Canlı yayınlardaki Türk heyetinin durumu da bunu net olarak ortaya koyuyordu.
Antlaşmada Putin “sembollerle” mesaj vermeye devam etti. Suriye’de çatışmalar sürerken, boğazda geçen Rus gemilerine yüklenen anlamın devamında, açıklamanın yapıldığı salondaki Büyük Katherina'nın heykeli üzerinden Erdoğan’ın Kırım ile ilgi açıklamasına cevap niteliğinde Kırım mesajı verildiğini söylemek mümkün. Katherina, Osmanlı'nın kaybederek küçük Kaynarca anlaşmasını imzalamak zorunda kaldığı Osmanlı-Rus savaşı dönemindeki Rus Kraliçesidir. Küçük Kaynarca anlaşmasıyla Osmanlı Kırım üzerindeki egemenlik hakkını, de facto olarak Rusya'ya devretmişti.
Moskova antlaşmasının detaylarında ise Türkiye açısından olumlu sayılabilecek konular; Türkiye’nin Suriye batağından daha fazla zarar görmeden geri çekilme şartlarının oluşması ve Rus-Suriye savaş uçaklarının sivil yerleşim yerlerini bombalamalarını durdurması olarak görebiliriz.
Antlaşma Soçi ve Astana mutabakatlarına vurgu yaparak başlıyor, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütleriyle” devam ediyor. Bu maddeyle Türkiye Esat rejiminin Suriye toprakları üzerindeki egemenlik hakkını tam olarak tanıyarak, Erdoğan’ın “Bizi halk çağırdı” söylemini geçersiz kılıyor. Ayrıca Suriye, egemen olduğu topraklardan Türkiye’nin çekilmesini istediğinde, madde gereği çekilme durumu ortaya çıkabilir.
“Terörizmin tüm tezahürleriyle mücadele ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması yönündeki kararlılıklarını yinelerken”, Türkiye ile birlikte hareket eden başta HTŞ ve El Nusra olmak üzere diğer bazı gruplara karşı operasyonlar devam edecek. Bu gruplar “Türkiye bizi sattı” iddiasıyla TSK unsurlarına saldırı düzenleyebilir. Nihayetinde bu gruplar antlaşmanın açıklanmasıyla birlikte bu antlaşmaya uymayacaklarını açıkladılar.
“Suriye ihtilafının askeri çözümünün olamayacağının ve ihtilafın yalnızca Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde… sona erdirilebilir.” Maddesiyle Türkiye’nin silahlı hareketlerini reddederek, muhaliflere verdiği/vereceği desteği de antlaşmayla yasaklıyor. Suriye içindeki ihtilaflara Türkiye’nin müdahalesini de yasaklıyor.
Rusya Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyinde toplam 380 bin Kürd’ü yerinden ederek, buralara Türkmenleri yerleştirdiğini iddia etmişti. “…keza ülke içinden yerinden edilmelerin önlenmesi ile mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilen kişilerin güvenli ve gönüllü olarak Suriye'deki asıl ikamet yerlerine geri dönüşlerinin kolaylaştırılmasının önemini vurgulayarak…” demografik yapının bozulmadan herkesin kendi asıl ikamet yerine dönmesi karar altına alınmış oldu.
Antlaşmayla ateşkes sağlanmış oldu, çatışmalara ara verildi, bu olumlu bir gelişme. Erdoğan, 'İdlib'deki çözüm rejimin saldırganlığının durdurulması ve anlaşmalardaki sınıra çekilmesi, aksi takdirde şubat bitmeden bu işi yapacağız.' Demişti, Suriye rejim güçleri bu antlaşmayla çatışmalarda elde ettiği topraklardan çekilmeyeceği gibi, savaşmadan M5 karayolunu da ele geçirmiş oldu. M4 karayolu tamamen Suriye’nin kontrolüne bırakılırken, M5 de yolun kuzey ve güneyinde 6 km Türk ve Rus devletlerinin kontrolüne ve garantisine bırakılıyor. Bu durumda rejimin kontrol ettiği topraklarda kalan çok sayıdaki Türk gözlem noktalarının da daha kuzeye taşınması durumu ortaya çıkıyor.
Antlaşmayla birlikte bir ateşkes sağlanmış oldu ancak bu ateşkes Türk ve Rus-Suriye güçleri arasında sağlandı. Antlaşmaya göre terörist gruplara yönelik saldırılar devam edecek. Bir süre bu antlaşmaya sadık kalınacak, daha sonra paramiliter güçlerin İdlib’e yönelik saldırıları olabilir. Unutulmamalıdır ki ne Suriye rejimi ne de Rusya, Suriye topraklarında başka bir gücün olmasını istemez. Bu nedenle de sadece İdlib değil, Fırat kalkanı, Zeytin dalı ve Barış kalkanı operasyonuyla kontrol edilen bölgelere karşı her an saldırıların yaşanabileceğini bilmek lazım.
Türkiye tüm bu olumsuzlukları bir kenara bırakarak, Türkiye’de ekonomik, sosyal, siyasal, askeri sıkıntılara neden olan Suriye batağından bir an önce kurtulması ve iç sorunlara odaklanarak çözüm üretmesi gerekir. Özellikle kutuplaşmanın önü alınmalı, hamasetten vazgeçilmelidir. Aksi takdirde yeni antlaşmalara da ihtiyaç duyabiliriz.
ngazete-Nevzat Bingöl