Mehmet Atilla Maraş


Eleştiri, özeleştiri

Eleştiri, özeleştiri


Sözlükte eleştiri kavramı; Bir insanı, bir eseri, bir konunun doğru ve yanlış yanlarını bulup ortaya çıkartmak amacıyla yapılan inceleme işine deniliyor. Bir başka deyişle; tenkit veya Fransızca söylemiyle kritik (critique) de diyorlar.

Edebi anlamda eleştiri; Bir fikri veya edebi bir eseri nesnel olarak inceleyen bir yazı türüdür. Bu işle uğraşan adama da eleştirmen diyorlar.

Felsefi anlamda Kritik (Tenkit) : Bir bilginin temellerini, doğruluk derecesini inceleme veya yargılama işi diye tarif ediliyor sözlükte. Eleştirel düşünme; akıl yürütme, çözümleme ve değerlendirme gibi zihinsel süreçlerden meydana geliyor.

Eskiden yazılı bir eseri, bir kitabı, bir dilden bir başka dile tercüme eden kişiye mütercim derlerdi. Hep takılmışımdır bu kelimeye; tercüme mi, terceme mi?   Terceme deyince kelimenin altına kırmızıçizgi geliyor. Demek ki terceme, yanlış bir kullanım. Şimdilerde bu tür eserlere çeviri, bu işi yapana da çevirmen diyorlar. ‘men’ eki, İngilizcede adam anlamında olduğuna göre eleştiri yapan adama da eleştirmen deniliyor her halde.

Eleştiri; nihayet bir kişiyi veya bir eseri değerlendirme tarzı olduğundan eleştirmen, ifrata ve tefrite kaçmadan eleştirin dozunu iyi ayarlamalıdır.

Tercüme yapana mütercim diyorlar ya, bana kalsa, tenkidin her çeşidini yapan kimseye de münekkit derdim. Münekkit; bana, güçlü fikir sahibi, daha oturaklı, daha bir ağır adamı tedai ettiriyor. (çağrıştırıyor.)

Bir kimsenin kendi kendini eleştirmesi, tenkide tabi tutması otokritik olarak bilinir.  Kendi özünü, nefsini eleştirmek, ne onurlu, ne mütevazı bir davranıştır. Halk arasında çok bilinen, çok konuşulan ‘nefis muhasebesi’ tabiri, tam da otokritik karşılığıdır.

Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda öne çıkan çok sayıda eleştirmen yoktur. Bunlardan ismi öne çıkan ilk kişi Nurullah Ataç’tır. Sonra Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Vedat Günyol, Remzi Cöntürk, Asım Bezirci, Rauf Mutluay, Fethi Naci gibi isimleri sayabiliriz.

Eleştiri ve eleştirel düşünce, bizden çok batıya mahsus bir olgudur. Doğulu toplumlar, eleştirmeyi ve eleştirilmeyi her nedense pek sevmezler. Doğu’nun bu konudaki tutumu, ya kabul veya rettir. Neden derseniz, bunu birazda doğu toplumlarındaki itaat kültüründe aramak gerekir. Doğu toplumlarının kültürü ile batı toplumlarının kültürleri arasındaki farklılıklardan birsi de budur. Biri eleştirmez itaat eder, diğeri inceler ve tenkit eder.

Ancak ne var ki önceleri, doğu toplumlarında da tenkidin var olduğunu biliyoruz. Hep şu çok bilinen örneği verirler bizde de eleştirinin varlığı için.  Olay, Halife Ömer döneminde yaşanmıştır. Devlet Başkanı olan Ömer, hutbe irade ettiği topluma sorar. ‘Ey cemaat! Ben doğruluktan ayrılırsam bana ne yapabilirsiniz’? Deyince, anında, topluluktan bir adam elini kılıcına atarak şöyle seslenir: ‘Öyle bir davranışta bulunursan ya Ömer, seni elimdeki eğri kılıcım doğrulturum.’ Der. Bu söylem, Devlet Başkanına karşı topluluk içinde cesaretle söylenmiştir. İşte işin aslı ve özeti budur.

İslam toplumunda eleştiri bu denli yüksek bir seviyedeyken, irtifa kaybederek bu günlere geldi.

Her insanda korku içgüdüsü vardır. Doğal olarak her insan korkar ve bu duyguyu yaşar. Bu, fıtridir. En şiddetlisi de ölüm korkusudur. İşinden, aşından, eşinden olma korkusu, can ve mal emniyeti olmayınca can ve mal korkusu, salgın hastalıklardan korkmak gibi daha pek çok korku çeşidi sayabiliriz.

Bu gün, korkutularak korku toplumu haline gelmiş bir zaman diliminde, ne eleştirebilirsin, ne yanlışın yanlış olduğunu söyleyebilirsin. Adamı dümdüz ederler sonra. Bu korku olgusu, insanımızın içine öylesine oturmuştur. Bir türlü bu korkularından sıyrılamamaktadır.

Kapalı toplumlarda, eleştiri kültürü gelişmediğinden edebi sanatlardan mizah ön plana çıkar. Kara mizah ve karikatür. Zira Mizah, izahı zor olmayan bir edebi türdür. Korkunun başat olduğu toplumlarda fertler adeta sinmiştir veya sindirilmiştir. Herkes her şeyden ve herkesten korkar. Toplumda huzur ve güven kalmaz Olgular tepeden dikte edilir.  Halk bunu kabule zorlanır. Kişi ve kurumlar tehdit altındadır. Sivil toplum kuruluşları tehdit altındadır ve etkisizdir. Can ve mal güvenliği tehdit altındadır.  Böyle bir yapıda insanın ruh sağlığı ve güvenliği tehlikededir. Böylesine korkutulmuş bir toplumda ne eleştiri yapılabilir ne de müspet gelişmeler olur. Büyük hamleler olmaz. Sanat faaliyetleri, özellikle edebi faaliyetler de bundan nasibini alır. Dünya çapında olabilecek dehalar ve üstün zekâlar, öne çıkıp sıçramasını yapamaz. Bu yüzden pasif ve güdük kalırlar. Düşünsenize, ne kötü bir durumdur bu böyle.

Gelelim otokritik zihniyetine. Bizim toplumumuzda eleştirel mantık pek gelişmemiştir dedik. Oto kritik; kendimizi bir çeşit hesaba çekmek, kendimizi korkmadan eleştirebilmek anlamındadır.

İkincisi, kendimizi mensubu saydığımız bir fikir, bir ideoloji veya bir fikir kampının, ya da ne bileyim bu gün moda deyimiyle kendi mahallemizi bir oto kritiğe tabi tutmak çok mu cesaret ister? Haddi zatında, günü birlik yaşadığımız ve etrafımızda cereyan eden bütün olayları; akıl ve mantık süzgecinden geçirerek her şeyi, herkesi, her düşünceyi, her olguyu eleştirebilmek, normal düşünen her insanın sıradan bir etkinliği olmalı değil midir? Ama öyle olmuyor işte.

Yazımızı biz gene de şöyle bitirelim. Eleştirimizi yaparken, insaflı davranıp tarafsızlığımızı ve nesnelliğimizi elden bırakmayalım. Vesselam.