I.Alt kıta/Hint yarımadası olarak bilinen ve genelde Pakistan /Hindistan başta olmakla mücavir ülkeleri içine alan bölgede müslüman-hindu ilişkilerinin tarihi çok eskilere dayanır. Bu haliyle de çok kapsamlı çalışmalara konu olacak mahiyettedir. Burada bizim bakımımızdan hatırlanması gereken önemli hususlardan biri de asırlarca süren Türk hakimiyetinden kaynaklanan nedenlerle bölge müslümanları arasında Türk kimliğinin,Türklerle tarihten kaynaklanan yakınlığın çok özel bir saygı ve gurur konusu olduğudur. Büyük şair düşünür İkbal’in muhteşem şiirlerinde işlendiği gibi. Durum söyle olunca, örneğin I.Dünya Savaşı döneminde Hintli müslümanların ülkemiz lehine yaptıkları büyük mitinglerin, yardım toplama faaliyetlerinin, şubat 1915’de Singapur’da olduğu gibi, Osmanlı devletine karşı savaşmak istemedikleri için İngilizlere isyan eden, sonra da kurşuna dizilen 22 yiğit sepoy’un/sipahi’nin bu davranışlarının ardındaki tarihi şuur daha kolay anlaşılabilecektir.
Pakistan’da yaşadığımız yıllar boyunca bu samimi bakışı yakınen ve her vesileyle görmüş ve Türkiye’nin/Türklerin ülkedeki imtiyazlı bir konumda olduğunu bizzat tecrübe etmişizdir. Bu çalışmamızın konusu ise daha ziyade Hindistan’da, k.virüs salgınının ağır sonuçlarının yaşandığı bir ortamda, müslümanlara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı adımların sürüyor olmasıdır.Ülke tarihinin ve bugününün değişmez gerçeği olan müslüman- hindu gerginliği yine bu dönemde bir kez daha kışkırtılıyor. Toplumsal olaylar yaşanıyor.BM Genel Sekreteri Guterres de k.virüs döneminin küresel risk unsurlarını dile getirirken 8 kritik başlıktan biri olarak siyasi fırsatçılığın da altını çizmişti. Son aylarda bu ülkede yaşananlar kaçınılmaz olarak bu değerlendirmeleri hatırlatıyor. Ülkede hindu-müslüman gerginliği geçmişten bugüne her zaman varolduysa da geçtiğimiz aralık ayında başlayan ve şubat boyunca da şiddetlenerek büyük can kayıplarına yol açan çatışmaların ve müslümanlara yönelik son saldırıların temel nedeni hükümet tarafından 1955 tarihli vatandaşlık yasasına bazı değişiklikler getirilmesi girişimlerine dayanıyor. Gerginlik ortamı halen de sürüyor.
II. Pakistan bağımsızlığını kazanarak Hindistan’dan ayrılmadan önce, 1940’larda, müslümanlar bu ülke nüfusunun dörtte birini teşkil ederken şimdilerde bu oran % 10-12’lere düşmüş durumda. Yaklaşık 190-200 milyon civarında bir müslüman nüfus var bu ülkede. Nüfus artış hızları diğer inanç gruplarına göre daha yüksek de olsa azınlık durumundalar. Bugün Hindistan’da yaşayan bu müslüman nüfus, ülkenin geçmişindeki İslam-Türk yönetiminin kalıntıları olmaları, 1947’deki Hindistan-Pakistan bölünmesi vb. gibi çeşitli nedenlerle hindu aşırıcılarca adeta suçlu görülüyor.Bu bakış bilhassa ülkenin kuzey bölgelerinde güçlü. Bunlara bir de İngiliz sömürge döneminin izleri, inanç,gelenek,kültür farklılıkları üzerinden siyaset yapan hindu aşırıcılığı, siyasi güçlerin manipülasyonları ve genelde güvenlik güçlerinin zaafiyet ve tarafgirliği vb. eklenince ortaya karışık, zor ve sürekli gerginlik ve çatışmalara gebe bir siyasi-sosyal ortam çıkıyor. Ülkedeki müslüman nüfus zaman zaman şiddetlenen Pakistan-Hindistan gerginliklerinden de nasibini alıyor, günah keçisi gibi görülüyor.
Tarihten bugünlere gelen bütün bu birikimlerin, önyargıların da etkisiyle toplumlararası ilişkilerde hassasiyetler öylesine ileri bir noktada ki, sadece önemli konulardaki görüş farklılıkları değil, günlük yaşamda karşılaşılabilecek türden bir mesele, farklı inançlardan iki sokak satıcısının rekabeti, birkaç sarhoşun kavgası, arazi anlaşmazlıkları,ticari sorunlar veya inanç sembollerine hakaret vb. bile büyük toplumsal patlamalara yol açabiliyor.
Bu yakın gerginlikler tarihine kısaca da olsa bakıldığında, 1961 M.Pradeş, U.Pradeş,1964 Kalküta, 1967 Bihar, 1968 Assam, dünyanın ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın büyük tepkisine yol açan 1969 Gujarat, 1974 Delhi, 1975-78 U.Pradeş ve A.Pradeş, 1980 Gujarat, 1981 A.Pradeş, 1982 U.Pradeş ve Gujarat, 1983 Assam, 1984 Bombay, 1985 Gujarat, 1992 Bombay, 2002 Gujarat, 2013 Muzaffarnigar olayları bu çatışmaların en şiddetlileri arasında yeralıyor.Bütün bu olaylarda yaşamını yitirenlerin sayısı ise kesin bilinmese de onbinlerle ifade ediliyor.
Bunlardan en unutulmayan ve müslüman halkın hafızasına kazınan gerginliklerin başında ise aradan 28 yıl geçmiş olsa da Faizabad-Ayodya’da, Türk hakanı Babür Şah’ın adını taşıyan 500 yıllık tarihi Babri Mescid’in 1992 yılında yıkılması ve ardından yaşananlar geliyor.Bugün ülke yönetimin buraya bir hindu tapınağı yapma girişimleri de yeni gerginlikleri tetikleyebilecek hassasiyetler taşıyor. Halen de ülkenin gündeminde olan bir konudur Babri Mescid meselesi. Ve bundan kaynaklanabilecek gerginlik ve çatışmalar büyük endişe kaynağıdır.
Öte yandan, zaman zaman diğer inanç grupları arasında da gerginlikler ve çatışmalar yaşanabiliyor, keza bunların sonuçları da çok ağır oluyor.Bunların içinde en fazla hatırlananı 1984’de Başbakan Gandi’nin Sih korumaları tarafından öldürülmesi sonrasında Delhi’de yaşanan olaylarda 3 bin civarında Sih’in katledilmesi. Dolayısıyla ülkenin karmaşık inanç,etnik,siyasi ve sosyal yapısı geçmişten bugünlere çok sayıda toplumsal olayı da doğurmuş durumda.
III. Hindistan’da bu dönemde şahit olduğumuz müslüman-hindu gerginliği ise yukarıda işaret ettiğimiz gibi yeni vatandaşlık yasasıyla ilgili oluyor. İktidardaki BJP’nin Hindistan’ın bir hindu ülkesi olduğu-Hindutva- ideolojisinden beslenen bu yeni yasal düzenleme 2014’den önce çevre ülkelerden ayrılarak belgesiz bir şekilde Hindistan’a sığınan hindu, sih,budist,parsi ve hristiyanlara vatandaşlık verilmesini öngörüyor. Bu düzenlemenin kapsamından müslüman göçmenlerle Sri Lanka’dan gelen Tamillerin hariç tutulması ülke içinde dini ayrımcılığın laikliğe zarar verdiği ve gerginlikleri kışkırttığı gerekçesiyle şiddetle eleştiriliyor.
Bu yasa aynı zamanda Hindistan hukukunda ilk kez bir dini kritere göre yapılan bir düzenleme oluyor. Gerçekten de 1950 anayasasına 1976 yılında yapılan bir ilaveyle laiklik anlayışı yönetimde esas olmuştu. Mevcut vatandaşlık yasasında değişiklik öngören yeni taslak ilk kez 2016 yılında gündeme geldi ve Parlamentoya sunuldu. Yasa yeni değişikliklerle birlikte Parlamentonun iki kanadından da 9 ve 11 aralık 2019’da onaylanarak çıktı. Yeni yasanın öngördüğü diğer değişiklikler içinde, Hindistan’a gelen mültecilere sadece 6 yıl yaşamış olma şartıyla Hindistan vatandaşlığını kazanabilme imkanı da bulunuyor. Bu şart daha önceki düzenlemelerde 12 yıl olarak uygulanmaktaydı.Bir anlamda-müslümanlar dışındaki- çeşitli dini gruplardan mültecilere kolaylaştırılmış vatandaşlık yolu açılıyor.
Yetkililerse kanunun Hindistan’ın parçalanması sonrasında ülke dışında kalmış olan mağdur hindulara ve diğer bazı inanç sahiplerine anavatanlarına dönüş imkanı vereceğini, dolayısıyla insani amaçlı olduğunu, komşu ülkelerden ayrılarak gelen diğer mülteci müslümanların ise gidebilecekleri başka ülkelerin bulunduğunu iddia ediyorlar. Ayrıca, yeni düzenlemelerden müslümanların etkilenmeyeceğini, zira anayasanın (md.14 gibi) herkese eşit haklar verdiğini savunuyorlar ancak bunlar protestocuları ikna etmiyor. Yeni düzenlemenin ardındaki temel düşünce Hindistan’ın bir hindu ülkesi olduğu ideolojisiyse de sahada başka nedenleri de bulunuyor. Assam, örneğin burada kritik bir eyalet.Pakistan-Bangladeş iç savaşı sonrası çok sayıda Bengalli Hindistan’ın Assam eyaletine kaçmış, nüfusları da zaman içinde giderek artmıştır. Yetkililerin hinduların ülkede her zaman önceliğinin bulunması gerektiği yönündeki baskılarının ve eyalette müslüman nüfusun da giderek yoğunlaşmakta oluşundan kaygı duymalarının yeni yasanın çıkarılmasında etkili olduğu da söyleniyor. Eyalete yeni mültecilerin gelişinden memnun olmayanların yasanın Bangladeş’den yeni göçleri teşvik edeceği endişesiyle protesto gösterileri de oluyor.
Hindistan’da vatandaşlık meseleleri onyıllardır sürüyor, kimi çevrelerce demokrasinin örneği gösterilen bu ülkede kalıcı çözümler ise bulunamıyor.Benzer şekilde bir de yeni Vatandaş Kayıt Sistemi ismiyle uygulanmaya başlanan, ülkede yaşayıp da vatandaş olduğunu belgeleriyle kanıtlamayanların vatansız bırakılmalarını öngören bazı girişimler var.Bir bakıma vatandaşlara inancını, soyunu,geçmişini,köklerini ispat etme yükümlülüğü getiriliyor.Bu uygulanırsa milyonlarca insan vatansız kalabilecek. Başbakan Modi’nin de böyle bir belgesinin bulunmadığı ülkede fıkra gibi anlatılıyor! Neyse ki kendisinin imdadına resmi bir açıklama yetişiyor ve doğumdan vatandaş olduğu için başbakanın belge ihtiyacı bulunmadığı açıklanıyor. Başbakan da kurtulmuş oluyor böylece! Özetle, hem yeni vatandaşlık yasası hem de yeni vatandaş kayıt sistemi ülkeyi tam bir kaosa, çıkmaza sokmuş durumda.
Ülkede bu yeni düzenlemelerle ilgili yapılan gösterilerin her birisinin farklı gerekçeleri bulunuyor. Yasayı protesto edenlerin bir bölümü düzenlemenin müslüman mültecilere karşı ayrımcılık yaptığını,dolayısıyla kapsamına komşu ülkelerden gelen müslümanların da dahil edilmesini talep ediyor.Gerçekten de bu düzenlemenin hedefindeki topluluklardan biri de Myanmar’daki askeri yönetimden kaçan, dünyanın en mazlum halkları arasında gördüğümüz Rohinga müslümanları. Ancak yasa kapsamına dahil edilmediklerinden belki buradan da sınır dışı edilecekler. Dolayısıyla sonuçlarından en büyük zararı görecekler arasında Rohingalar da yeralıyor.
Ülkenin önemli siyasi partilerinden Milli Kongre Partisi de keza yasanın toplumsal barışı tehdit edeceğini, ülkeyi kutuplaştıracağını söylerek itiraz ediyor. Hatta bu Parti’ye bağlı bazı eyalet başbakanları yasayı bölgelerinde uygulamayacaklarını dahi dile getirmekteler.
Son aylarda bu gerginlik ortamında günlerce devam eden olaylar neticesinde çoğunluğu müslüman yüze yakın insan hayatını kaybetti. Evleri, işyerleri “Zafer Tanrı Ram’ındır” sloganlarıyla yakılıp, yıkıldı. İktidar partisi siyasetçilerinin ve güvenlik güçlerinin bu olaylardaki kışkırtıcılığı ve sorumluluğu herkes tarafından da biliniyor. İçişleri Bakanı istifaya çağrıldı. Yüksek Mahkemeye çok sayıda iptal başvurusunda bulunuldu. Gelişmeler Hindistan’ın bölgesel ve uluslararası prestijine de büyük darbe vurdu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Hindistan Yüksek Mahkemesine yasanın iptali için üçüncü taraf sıfatıyla başvuruda bulundu. Yine Aralık ayında Japon başbakanı Hindistan’a ziyaretini iptal etti. Hint Başbakanı Modi de Bangladeş’e mart ayında yapacağı ziyareti protesto gösterileri nedeniyle gerçekleştiremedi. İnsan Hakları örgütleri de keza bu son gelişmeleri şiddetle protesto ettiler. Yüksek Mahkeme ise şimdilik uygulamayı durdurmadı ama hükümete de eleştirileri değerlendirmesi için süre verdi. Sonuçta ülkede yaşayan müslüman nüfusun onyıllardır devam eden bu gerginlik ve çatışmalardan sonra bu ülkeye ait olmadıkları gibi bir psikolojiye girmesi de son derece olumsuz olacaktır. Gelişmelerin nasıl evrileceğini göreceğiz.Umarız yeni çatışmalar,insan kıyımları yaşanmaz.
Yazımız yeni Hint vatandaşlık yasası odaklı olmakla birlikte bu vesileyle yeni uluslararası düzenin önemli ülkelerinden biri olan Hindistan’la ilişkilerimizi ticaret,yatırımlar vb. gibi alanlarda geliştirir ve derinleştirirken gerek bu yazımıza konu türünden gelişmelerin gerek Keşmir meselesinin her zaman hassasiyetlerimizi muhataplarımıza aktarmamız gerekli meseleler olacağını bilmeliyiz. Bütün bunlar için de güçlü,rasyonel, bütüncül stratejik hamlelere ihtiyaç olacak. Siyaseti, diplomasiyi etkin kullanarak yapıcı, istikrarlı bir şekilde. Pakistan ise her şeyden öte uluslararası sistemde kardeş ülke sıfatını benimsediğimiz çok az sayıdaki ülkelerden biri. İlişkilerimiz stratejik düzeyin de ötesinde ileri, gelişmiş, bütünlük ruhunu somuta dönüştüren ölçekte bir işbirliği modeli olarak her zaman küresel vizyonumuzun ana unsurları arasında yeralacak. İkbalin, Mehmet Akif’in ortak dünyaları da bunu özlemiyor muydu?
Twitter; @umityardim1961
*******