Gündüz Aydın


Hamur Bile Yoğurduk

Hamur Bile Yoğurduk


                İnsanın yaratılış gayesinin  ‘İyide, doğruda ve güzelde’ kalmak olduğunu biliyorum. İyi insan olmak, doğru insan olmak, güzel insan olmak bütün sıkıntıların çaresi olsa gerek.

                İnsanlık yörüngesinden çıktıkça felâketler başımızdan eksik olmuyor. Doğanın dengesini bozdukça, insanlık doğaya müdahale ettikçe acılar, kederler artıyor.

                Karıncalara bakıyorum; hiç kavga etmiyorlar, birbirlerinin hakkına saldırmıyorlar, ne kadar da dengeli bir hayatları var! Kuşlara bakıyorum gökyüzünde, sonra çiçekler, ağaçlar, bütün mahlûkat bir denge çerçevesinde yaşarken biz insanlar neyi paylaşamıyoruz? Düşününce cevabını bulmak çok zor!

                Ne kadar kazanırsak kazanalım, gideceğimiz yer aynı... Bu bizdeki hırs hep daha fazla para kazanma adına... Daha çok mal-mülk sahibi olmak, daha az emekle daha çok kazanmak, hep kazanmak... Bu da bizi yaratılış gayemizden uzaklaştırıyor.

                Bizler, sadece yemek, içmek, gezmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak ve para kazanmak için yaratılmadık. Böyle olsaydı insan olmayan mahlukatlardan farkımızda olmazdı. Allah bizlere 'akıl' bahşedip kendisine kul olmamız için yaratmıştır.

                İyi bir kul olmak, iyi bir insan olmak,

                Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek,

                Sevince, ayırt etmeden sevmek,

                Kulağa ne de güzel geliyor değil mi?

                Ama, para kazanma hırsının yanında bir de bana necilik var ki, toplumumuzu saran bir hastalık gibi!

                Bana ne dedikçe meydan hep kötülere kalıyor!

 

                ***

                Bu zor günler elbet bitecek.

                Güzel günlere güzelliklerle kavuşacağız.

                İşte bütün işin püf noktası burada!

                Bu zor günlerde bizi değerlerimizden uzaklaştıran geçmişimizi terk edebilecek miyiz?

                Sevdiklerimize art niyetsiz, kaygısız ve içten-sevgi dolu sarılabilecek miyiz?

                Para kazanma hırsımızı insanlığın kurtuluşu için bir kenara bırakabilecek miyiz?

                Yoksa ‘ben mi kurtaracağım’ deyip; bu zor günleri, bu zor günlerde verdiğimiz sözleri unutacak mıyız?

                Ayrım yapmadan sevebilecek miyiz?

 

                Göreceğiz...

 

                Geçtiğimiz hafta sonu 65 yaş üzerine dört saatlik bir özgürlük hakkı tanındı. O parklar, bahçeler, sokaklar 65 yaş üzeri insanımızla şenlendi.

                Sokaklar, oyun bahçeleri sadece 65 yaş üzeri gençlerimizin oldu.

                Torunum, onlara verilen özgürlük hakkı içinde ilk işi parklara gitmek olduğunu söylüyor.

                O kısa sürede bütün özlediklerine az az da olsa kavuşacakmış. Bisiklete binecek, kay kayla özgürlüğün tadını çıkaracak, top oynayacak, tıpkı eskisi gibi annesi balkondan “Hadi kızım zaman doluyor” diye bağıracak. O da “Anne nolursun, az daha oynayayım” diyecek.

                Sokaklar, oyun bahçeleri sadece çocukların olacak.

                Özgürlük böyle bir şey olsa gerek!

 

                ***

                Haydi, insanları ayırt etmeden sevmeyi kendimize alışkanlık haline getirelim.

                Para kazanma hırsımızı dizginleyip, helalinden ve bize yetecek kadar kazanmanın tadını yakalayalım.

                Çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak için seferberlik ilan edelim.

                Sularımızı, toprağımızı, havamızı kirletmeden yarınlara temiz bir miras bırakalım.

                

                ***

                Gözle görünmeyen bir mikrop bütün hayatımızı alt üst etti. Ne çok derin düşüncelere daldık. Ne çok “Ben nerde hata yaptım” diye muhasebe yaptık. Özlediğimiz geçmişimizi hatırladık, siyah beyaz hatıraları canlandırdık. Evde kaldığımız günlerde yaptığımız işlerle “Ben ne çok becerikliymişim” dedik kendi kendimize... Hamur bile yoğurduk!

                Şimdi iyi bir insan, iyi bir kul, iyi bir vatandaş olmaya hazır mıyız?

                Ne dersiniz?