Mehmet Atilla Maraş


Küçük Eşyaların Şairi Sedat Umran

Küçük Eşyaların Şairi Sedat Umran


Mart 1926 da İstanbul’da doğdu. 1942 de Haydarpaşa lisesini, 1948 de İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
Sedat Umran, ailesinin tek evladıdır. Bütün hayatı boyunca bekâr yaşadı. Çeşitli işlerde çalıştı. 7, Ağustos, 2013 de İstanbul’da vefa etti.
Sedat Umran, çok velut bir şairdir. Güçlü bir hafızaya sahipti. Bu hal, çok az şairimizde vardır.Kendi yazdığı şiirlerinin tamamına yakınını ezbere okuyabilirdi. Bununla yetinmez, Alman şairlerden de onlarca şiir ezberindeydi.
Umran, çeşitli kurumlarda uzun yıllar çevirmenlik yaptı. Alman Edebiyatı’nın ünlü şairleri; Moricke, Goethe, Schiller, Hölderling ve Rilke’yi çok iyi bilir, bu şairlerden onlarca şiiri çevirerek Türkçemize kazandırmıştır. 
İstanbul’a gidip Şair Sedat’ı bulmak istediğinizde onun müdavimini olduğu bir kahve vardır. Kahveciye ‘Şair Sedat nerede’ diye sorun. Kahveci, size hemen Sedat’ın nerede olduğunu, ne zaman kahveye geleceğini hemen söyler. Bana böyle demişti.
Tarih: 16. Mart. 2000. RTÜK üyesi D. Mehmet Doğan, TRT Genel Müdür Yardımcısı Muhsin Mete ve ben, M. Doğan’ın makam aracıyla, Ankara’dan İstanbul’a, hareket ediyoruz.
Tuzla’da, Kadir Has Vakfı’nın yaptırdığı, Öğretmen Huzur Evi’ne uğradık. Uzun zamandan beri hasta olan şair Sedat Umran, burada kalıyordu. Onu ziyarete geldik. Umran, bizi karşısında görünce çok sevindi. 
Huzur evinde bir saat kadar kaldık. Sedat Umran, bize son yazdığı birkaç şiirini okudu. Sağlığının düzeldiğini, artık daktilonun başına geçip yeniden şiirler yazacağını, Almancadan çeviriler yapabileceğini söylüyordu. 
19 Ağustos, 1999 da Büyük Marmara Depremi oldu. O yılın Aralık ayında, Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ile TYB, birlikte ortaklaşa bir şiir şöleni düzenledi. O tarihte ben, Hem Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı, hem de Ankara Büyük Şehir Belediyesi, Kültür-Sanat Danışmanı’ydım. Benim istek ve teşvikimle başkandan böyle bir faaliyeti kotarmıştım. 
Bu şölene, ünlü bir kaç şair davet etmiştim. Bunlardan biri de Sedat Umran’dı. Beni kırmayarak İstanbul’dan kalkıp Ankara’ya geldi. Şiir şölenini, Ankara’nın ünlü bir otelinin büyük salonunda yaptık. Şölen boyunca beraber olduğumuz zamanlarda kendisinden,ünlü Alman şairlerinden, ezbere okuduğu şiirler dinlemiştim.
Şair Sedat’ın ilk şiir kitabı ‘Meşaleler’ 1948’de, kendisi Ankara Levazım Okulunda Yedek Subay öğrenci iken yayınlanır. O tarihte yirmi iki yaşındadır. Aradan uzun bir zaman geçer. Tam yirmi iki yıl sonra, Sedat Umran, ben Erzurum’da Üniversite öğrencisiyken, 1970 yılının Ocak ayında ikinci şiir kitabı olan ‘Leke’ yayınlanır. Bu kitap hakkında ilk tanıtma yazısını yazmış, Erzurum’da çıkan ve yazı işlerini yürüttüğüm Adımlar Dergisi’nde yayınlamıştım. (Adımlar, Sayı:5, Mayıs,1970)
Yıllar sonra bir karşılaşmamızda, “Hakkımda yazılan yazıları topluyorum. Senin yazıyı da bana gönderirsen memnun olurum.” demişti. Ancak ne hikmetse bu yazıyı ona ulaştıramadım. Yazı, Adımlar dergisinin5. sayısında yayınlandı. Yazının başlığı:‘Leke ve eşyaların iç yüzü” idi. Beş bölümde toplanan kitapta tam 173 şiir vardır. İlk kitabı olan ‘Meşaleler” den sonra (1948), aradan 22 yıl geçmiş, ikinci şiir kitabı olan Leke’ye, yirmi iki yılda yazdığı şiirleri almış. Ama çoğu kısa şiirler. 
Leke adlı şiir kitabındaki şiirlerinin konusu, insana yakın duran küçük eşyalardır. Örneğin, iğne iplik, düğme, ilik, astar, fermuar, makas gibi… Bir terzinin küçük eşyalarını şiirleştirmiş sanki.
Umran’ın ikinci şiir kitabına adını veren ünlü şiirini buraya alıyorum:
Leke

Takılıp kalmış bir noktada
Gölgesini içine düşürerek
Leke sabrın gücüyle büyür
Tek başına

Uzanır güneşe dek,
Arınır kirinden

Yürüyen ak lekeleri olur göğün,
Mavi gök uykusunun düş lekeleri.

Leke aşmaz sınırını
Kendi bilir,
Durur bütün oturmuşluğuyla,
Dağıtmaz, yaymaz gücünü
Siz dokunmayınca.

Leke lekelenmekten kokmaz,
Kurtulmuş geleceğin ürküntüsünden,
Alabildiğine özgür,
Sevincimin kumaşında parlayan
Üzüntü lekeleridir,
Silip de bir türlü çıkaramadığım
İçimin dökülen mürekkebidir.

Şair Emel Güz’ün, ”Onlar Şair Değildiler” adlı ‘Portreler’ kitabında, 32 şairin portreleri arasında Sedat Umran da vardır. Emel Güz, Umran’ı anlatırken şunları söyler: 

“Seni gençliğimin ıstıraplı ama güneşli bir gününde tanıdım. Yıl, 2001. Mevsim yaz. Yer, Türkan Yeşilyurt’un Eryaman’daki evi. Çay içiyoruz akşamüstü balkonda. Her zaman yaptığımız gibi, şairlerden, şiirlerden konuşuyoruz. Kitaplıktan o güne dek hiç okuma fırsatımızın olmadığı bir kitabı alıveriyoruz elimize. Adı: Leke. Rahatsız eden sözcüklerden biri olduğu için benim ilgimi çekiyor. Balkonumuzun ışıklarını yaktık. Başladım okumaya.” Sonra, iğne, telefon, fermuar, makas, zamk, toz, vida, mum, top, astar, ampul, vestiyer, kıl, termosun ölümü, tebeşir, pergel… Her şiirde heyecanımız ve mahcubiyetimiz artarak, saatler boyunca okuyoruz seni.”

Sedat Umran için, eşyaların dilinden anlayan şair diyebiliriz. Onunşiirlerini okurken, siz de eşyaların dünyasında gözlerinizi açıyorsunuz. Onların dünyasında onlarla beraber yaşıyorsunuz adeta. Siz, susuyorsunuz, eşyalar konuşuyor. Mesela bakınız, bir karınca sürüsü, bir cenaze taşıyor. Görebiliyor musunuz bu manzarayı? Karıncaların dualarını duyuyor musunuz? Ölen böceklerin incecik ruhlarına okuyorlar dualarını.

Karıncalar
Cenaze kaldırıcıları kimsesiz böceklerin
Biri birinin ellerinden aceleyle kaparak
Sessizce okurlar bir karınca duası
Ölen böceklerin o incecik ruhlarına

Bir düğme düşününüz. Gözleri olan bir düğme. En yakını kimdir düğmenin? İlik. Onlar hiçbir zaman anlaşamazlar. İlik, bir idam sehpasının yağlı halatıdır sanki! Bir gün gelir, düğmenin boynuna geçerek onu boğar.

Düğmenin Ölümü

Düğmenin gözleri vardı
Ufacık gözleri gizliliğin
Onu en yakını boğdu
Kurbanı oldu iliğin.

Sonraki yıllarda da onlarca şiiryazdı. O, çok üretken bir şairdir. Yazdıklarını,sonraları peş peşe kitaplaştırdı. Sanırımşiir kitaplarının toplamı, yedi adettir. 

Almancadan tercüme ettiği kitapları bir hayli fazladır. Ayrıca şiir sanatı üstüne yazdığı poetikyazılarını içeren kitapları da vardır Toplam olarak eserlerinin sayısı otuz sekizdir.

1992’de, TYB’nin Bursa’da ilkini düzenlediği ‘Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şöleni’ninde birçok şairle bir araya gelmiştik. İlk defa bu şölende, şiirlerini beğenerek okuduğum şair Sedat Umran’la tanışmıştım.Çocuksu bir yanı vardı. Çok saf ve temiz bir insandı. Bu safiyeti bütün bir ömrü boyunca sürdü. Baştan aşağı pür şairdi. Saf şiirin peşindeydi.
1998 de Tuzla Belediyesi’nin tertiplediği ‘Gül Şiirleri Şöleni’nde bir araya gelmiştik. Orada kendisine,1997 de yayınlanan “Merhaba Ey Hüzün” adlı şiir kitabımı imzalayıp vermiştim. Bu kitabın son sahifelerine doğru, bir şiirimi ona ithaf etmiştim. Kitabın sahifelerini karıştırırken, kendisine ithaf ettiğim şiirle karşılaştığında çok mutlu olmuştu. Defalarca bana teşekkür etmişti.
İşte o şiir:

Şair Sedat
                S.Umran’a
Sevdam
Kıyısız deniz
Ben
Yalnız bir adam
Münzevi yaşadım
Tiryakisi oldum
Sigara ve çayın
Çok kitap okudum
Kadını sevdim ama
Evlenip ayrıldım
Küçük eşyaların dünyasına girdim
Hiçbir şeyim olsun istemedim
Düşündüm ve yazdım
Ve sair…
Ben Şair Sedat
Garip bir şair…

Vefatının yedinci seneyi devriyesinde, onu rahmetle anıyorum. (07, Ağustos, 2020)