M. Yavuz Elbirler


Kim Suçlu?

Kim Suçlu?


İstanbul Polisi 17 ve 25 Aralık tarihlerinde, siyasi iradeyi şok eden iki operasyon yaptı. Bir bankanın genel müdürünün evinde ayakkabı kutuları içinde milyonlar, bir Bakanın oğlunun evinde para kasaları , İranlı bir şahıs, Bakanlar, Bakan çocukları, Kamu görevlileri vs. Ortalık bir anda karıştı.
Görünüşe göre operasyonu yapan polisler, Ceza Muhakemeleri Kanunu gereği Cumhuriyet Savcılarının emir ve denetiminde kendilerine yasalar ile verilen görevi yapmışlardı.
Gerçekten öylemi idi? Öyle olup olmadığını zaman içinde görecektik.
Bekledik ve şöyle düşündük, en samimi hislerimizle, Sayın Başbakan, adı geçen, yansıttırılan doğru ise, şüpheli kamu görevlilerini derhal görevlerinden alacak, ''şeriatın kestiği parmak acımaz'' ve hatta ''ben bu davanın sonuna kadar takipçisiyim, suçlu kim ise cezasını bulmalı'' diyecek.
Ancak..., öyle olmadı.
Bir anda ''Paralel Yapı, Pesilvanya, casuslar, İnlerine gireceğiz'' sözleri gündemde yerini aldı. Polis Teşkilatı hallaç pamuğu gibi atıldı. Her kes bir anda Polis Teşkilatı içinde binlerce kişiden oluşan, Hükümete darbe hazırlığı içinde olan Paralel Yapı ile tanıştı. Nihayet elleri kelepçeli Polisleri gördük.
Kimdi bu Paralel Polisler? Ergenekon, Balyoz, Oda TV. , Askeri Casusluk ve Fuhuş, Zirve Yayın evi ve diğer bir çok operasyonu, bir diğer Paralel Yapı KCK operasyonları, yıkıcı ve bölücü örgütlere yönelik operasyonlar ile Narkotik, Silah ve Mali Suçlar operasyonlarını bu polisler yapmamış mı idiler? Emin Aslan, Hanefi Avcı gibi kendilerini ispat etmiş Polis Müdürlerini bunlar tutuklatmamış mı idi?
Terfi sırasında ön sırada olanlar bekletip bunlar terfi ettirilmemiş mi idi?
Terfi sırası gelen Müdürler hakkında ihbar mektupları ile soruşturmalar açılıp idare mahkemeleri ve Danıştay da yıllarca süründürülerek, hakları bunlarca gasp edilmemiş mi idi?
Bunlar gökten zembille mi inmişler idi?
Bu sorunun cevabını, ısrarla söylüyorum, 1970 li yılların MC Hükümetleri, 1980 li yılların ANAP Hükümetleri, 1990 lı yılların Koalisyon Hükümetleri ile 2000 li yılların AKP Hükümetleri dönemlerinde aramak şarttır.
İçişleri Bakanlığının MSP de olduğu dönemlerde, Polis Müdürlerinin Kocatepe Cami inde kamp kurdukları, görev alanların Teşkilata dışarıdan amir ve müdür rütbesinde getirilenleri görmedikleri ve bu unsurların özellikle Merkez Teşkilatına yerleştirildikleri bilinen, söylenen amma sözden öte tepki gösterilmeyen bir gerçektir. Sağ-Sol kavgasının alabildiğine tavan yaptığı bu dönemde, bu kişiler sessizce yerlerinde oturmuşlar, sinsice kadrolaşmışlardır.
ANAP Hükümetleri döneminde, Polis Akademisin de açılan özel sınıflar ile burs verilen öğrencilerinin çoğunluğunun İlahiyat Fakültesi, diğer Fakülteler mezunlarının çoğunluğunun ise İmam Hatip Liseleri mezunları olması dikkat çekici bir diğer husus idi ki o günlerde tüm uyarılara üst düzey yöneticiler kulaklarını tıkamışlar, gözlerini kapatmışlar ve uyanın diyenleri rahatça kızağa çekebilmişlerdi.
Polis Kolejleri ve Polis Akademisi ve Polis Okulları yöneticileri ile öğretmenleri özenle, sabırla ve dikkatlice bu dönemde eğitim birimlerine yerleştirilmişlerdir. Devletin Polisi olma vasfını koruyan Polis Müdürlerinin uyarıları Emniyet Genel Müdürleri ve yardımcıları tarafından makamlarını korumak uğruna dikkate alınmamışlar, uyarı sahipleri tasfiye edilebilmişlerdir.
Sayın Ünal Erkan, Sayın Mehmet Ağar ve Sayın Turan Genç Emniyet Genel Müdürlükleri dönemlerinde bir takım tedbirler almışlar ve fakat onlardan sonra gidenler daha güçlenerek geri dönmüşlerdir.
Okullarda, evlerde cemaatler adam kazanma yarışını bu dönemlerde alabildiğine sürdürmüşler, kendi aralarındaki kavgaları örtülü tutabilmişler ve nihai hedeflerine doğru birlikte yürümüşlerdir.
Mana( Din ve Milliyetçilik) ile Madde, İnsanoğlunun yumuşak karnıdır. Nefsimiz ile yaptığımız savaşta birinden birinin esiri oluruz.
Biliyor ve ısrarla ifade ediyorduk, MADDE VE MANA. Bu iki unsur, bir atın iki kulağı gibi eşit durmalı insan ruhunda. Mana öne çıkar ise yobaz, madde öne çıkar ise materyalist olursunuz. Biz insanların söylemlerine bakıp aldandık maalesef uzun süre. Sonra gördük ki toplum Mana kullanılarak maddeleştirilmekte. Makamlar ve makamlar sayesinde elde edilen güç dünyevi istekleri de güçlendirip sağlayabilmektedir.
Polis Teşkilatında bu yapılmıştır. Makamlar, Devletin emrinde Halkın hizmetinde olmak yerine, daha da yükselmek, daha da güçlenmek ve dünyalığı daha da fazla yapmak için istenir olmuş, Devleti, Vatanı, Milleti bölmek, parçalamak, yok etmek isteyen tehdit unsuru ısrarla birileri tarafından görmezden gelinmiş, birilerince görülmemiştir.
Görenler pasifize edilmiş, Türk Ordusunun Komuta Kademesi tutsak edilmiş, bölücü tehdidin gelişip güçlenmesine göz yumulmuştur.
Hükümetin emrinde bir kısım polisler, 17-25 Aralık operasyonlarına kadar birer kahramandırlar. Her türlü övgüye layık görülmüşler, taltif edilmişlerdir. Polisler, suç ve suçla mücadelede ve özellikle Organize Suçlar ile Terörle Mücadelede büyük başarılara imza atmışlardır. PKK’nın silahlı güçleri ile siyasi-paralel yapılanması KCK 2012 yılı sonlarında bitirilme noktasına getirilmiş ve bu sebeple Polis Açılım sürecine stratejik açıdan tepki göstermiştir.
Bu gün Hizmet hareketi adıyla bilinen hareketin iki yüzü ortaya çıkmıştır.
1. Yurt içi ve yurt dışındaki eğitim kurumları, barış köprüleri olarak isimlendirilmiştir. Yurt dışında yüzlerce okulda milyonlarca genç, anlatılana göre, Türkçe öğrenmekte, Türk-İslam Kültürünü öğrenmekte ve Türkiye sempatizanı bir nesil yetişmektedir. Bu emperyalist güçler için bir tehdittir. Bunlar halisane düşünenler için güzel şeylerdir ve tarafımızdan da tasvip görmüştür.
2.Diğer yandan, hizmet hareketi büyük bir siyasi ve daha da önemlisi maddi güce sahiptir. Görünen o ki, Türk Bayrağını yüzlerce ülkede dalgalandırmakla öğünen hizmet hareketinin kalemşorları, Türk Ordusunun Komuta kademesine karşı sürdürülen itibarsızlaştırma operasyonlarını o günlerde alkışlar iken bu günlerde serbest kalmalarından son derece rahatsızdırlar ve duydukları üzüntüyü pervasızca dile getirmişlerdir.
Diyalog adı altında her türlü şer odağına bağlı etki ajanlarını, okullarına, dergilerine, derneklerine, devlet kademelerine yerleştirebilmişlerdir.
Netice de 15 Temmuz CIA destekli darbe girişimi yaşanmış ve gözler açılmış, kulaklar duymuştur.
Neticeten, kırk yılı aşkın bir sürede bu yapılanmaya destek veren, göz yuman ve özellikle son on yılda, kullandığından dolayı koruyup kollayan, takdir ve taltif eden siyasi iktidarlar, siyasi partiler, sermaye sahipleri ile mevki ve makamlarını her türlü değerin üzerinde tutanlar mı suçlu?
Her şerde bir hayır vardır derler, 17-25 Aralık ve yüzlerce insanımızın canına mal olan 15 Temmuz kalkışmasıyla ayakları dolaşmasa idi, vay halimize.
Selam ve dua ile...