Haşim Akten


12 Eylül Yaşanmasaydı!..

12 Eylül Yaşanmasaydı!..


Tam kırk yıl olmuş. Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıldönümü. O gün doğan çocuklar bugün kırk yaşında. Yani elli yaşın altındakiler o yılları hiç hatırlamazlar. Bazıları için hiç önemi yoktur. Bazıları için ailesinde o yılları yaşayan ülkücü veya solcu varsa belki biraz merak ederler. Bazılarının ise hiç umurunda bile değildir. Peki, 12 Eylül öncesi olaylar nedir? Öğrenmeleri gerekir mi? Kimine göre kardeş kavgası, kimine göre dış mihrakların ülkemizde egemenliklerini sürdürmek için ülkenin samimi gençlerini kullanarak olaylar çıkarması?

O günün gençlerinin anne babaları, Kenan Evren’i “Evlatlarımızı kurtardı.” diyerek alkışlamışlardı. Alkışlanmalı mıydı? 1978 yılında ihtilal kararını almış olan komutanlar ihtilalin halk nazarında haklı duruma gelebilmesi için iki yıl beklediklerini söyleyeceklerdi. !978 yılına kadar ölen gençlerin sayısı bin bile değilken, 1980 Eylül’üne gelindiğinde ölenlerin sayısı on bini geçmişti. Yani sırf halkın nazarında haklı olabilmek için on bin gencin ölmesini beklemişlerdi.

1978 yılında Ülkü Ocakları Genel Sekreteri olarak yaklaşık 250 şehidimizin Ankara’ya getirebildiğimiz aileleriyle o günün Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ile görüştük. “Olayları durdurun. Askeriyeyi göreve çağırıyoruz.” dedik. Kenan Paşa(!) da alaylı bir şekilde gülerek “Ne yani ihtilal mi yapalım?” diye cevaplamıştı. Ülkücüler kan isteselerdi askeriyeyi göreve çağırmazlardı. Askeriye susuyordu. Emniyet Pol-Der’li solcu polislerin eline geçmişti. Hükümet aciz. Pol_Der’li polisler ülkücü gençlerin evlerini basar silah olmadığını tespit edince arkasından solcular o evi silahlarla tararlardı. Hükümet ise acizdi.

Solcuların hakimiyetindeki mahallelerde ezanlar okutulmuyor, korkudan camiye gidilemiyordu. Türk Bayrağı asmak hatta bulundurmak bile solcular için faşist olmak, yani suçlu olmak için yeterliydi. Belki de bu yüzden vurulanlar olmuştu. Yürüyüşlerinde, mitinglerinde ellerinde SSCB, yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin, yani Komünist Rusya’nın bayrağını heyecanla taşırlardı. “Bağımsız Türkiye” sloganlarını atan solcular Rus bayrağının Türkiye’de dalgalanması için yaşıyorlardı. Hatta bu uğurda ölüyorlardı. Arşivlere bakarsanız göreceksiniz ki ellerinde bir tane Türk Bayrak’ı göremezsiniz. Ramazan aylarında sahura kalktıklarını saklamak için aileler pencerelerini kalın perdelerle örterlerdi. Yoksa evleri kurşunlanırdı. O günlerin solcuları şimdikiler gibi kaypak değildiler. Allah’a inanmadıklarını açıktan söylerlerdi.

Ülkücüleri Amerikancı olmakla suçluyorlar ama ülkücüler, ne gariptir ki Amerikan kotu giyenleri Amerikancı oldun diye dövüyorlardı. Ta ciğerlerinden “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sloganını atarlardı. 12 Eylülden çok sonraları Fehmi Koru Zaman Gazetesi’nde(ilk hali) “12 Eylülde müslümanlar silah kullanmadı” diye yazı yazacak kadar ülkücüleri Müslüman saymayan bir anlayış da vardı. Oysa o yıllarda Konya Yurdu müdürlüğünü yaparken Genel Merkezden arkadaşlarla kaza namazları kılıyorduk. Türkeş “Yolumuz Allah yolu, yolumuz Mevlânaların, Yunusların yolu” diye konuşuyordu. Anadolu gençleri de Ezan dinmesin, bayrak inmesin, vatan komünistlerin eline geçmesin diye mücadele ediyorlardı.

Şimdiki Müslüman olduğunu söyleyen ve elinde Türk Bayrak’ı taşıyan solcuları tenzih ederek derim ki; o günler bir kardeş kavgası değildi. Ülkemiz üzerinde oyunlar oynamak isteyenlerin olduğunu elbette biliyoruz ama o günlerin on yedili, yirmili yaşlarındaki hiçbir ülkücü dış mihrakların oyuncağı olmamıştır. Çanakkale Geçilmez ruhu ile savaşmışlar, on binlerce gazi, binlerce şehit vermişlerdir. Ama solcu gençler için Kızıl Sovyetler’in oyuncağı oldular, kullanıldılar diyebilirsiniz.

Ülkücülerin ellerinde Karadeniz yapımı çakaralmazlar, solcuların ellerinde ise yurt dışından geldiği apaçık ortada olan silahlar. Bu bir savaştı. Aynı İstiklal harbinde yokluk içinde savaştığımız gibi. Nasıl İstiklal harbinde kazanmış isek 12 Eylül’de de kazandık. Kızıl bayrağın aziz vatanımızda dalgalanmasına izin vermedik. Ezanlarımızı susturmadık.

Vatan sevdalısı ve devleti korumak idealiyle yaşamışlardı. Sevdalı oldukları devletleri kendilerine işkence yaptığı, arkadaşlarını idam ettiği halde asla devlete küsmediler. Darıldılar ama küsmediler.

“Devleti korumak size mi kaldı, devlet var” sözlerine inanmak imkanı var mıydı? Devlet neredeydi? Bugünlerde devletin her yerini sarmış Fetö gibi her yanını dinsiz solcuların sardığı bir ülkede yaşıyorduk. Askerde en ufak bir hareket yoktu. Polisler, hakimler, savcılar, üniversite hocaları, öğretmenler solcularla dolmuştu. Üniversite birkaç öğretim üyesinden başka ülkücü yoktu. Onlardan biri de Devlet Bahçeli. Pol-Bir’li yok denecek kadar ülkücü polisimiz de sürgün üstüne sürgün yerlerdi.

Karizma lider Alparslan Türkeş’in önderliğinde Ülkücü Hareket bu mücadeleyi vermeseydi bugünkü Türkiye başka bir Türkiye olacaktı.

Alparslan Türkeş’e, Muhsun Başkan’a ve tüm şehitlerimize rahmet diliyorum. O günlerin kahramanlarını hayat yolunda başarı dileklerimle selamlıyorum.