ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde dış politika oluşturulurken, Dışişleri Bakanlığı ile Üniversiteler koordineli bir şekilde çalışır, akademisyenler politika oluşturucularına danışmanlık yaparlar ve yaptıkları araştırmalar ve incelemelerle destek olurlar. Bu ülkelerin uluslararası ilişkiler konusunda araştırma yapan akademisyenlerinin çoğunluğu; üzerinde çalıştıkları ülkelerin dillerini, kültürlerini ve sosyolojik yapılarını bilirler ve yaşamlarının azımsanmayacak kısmını da bu ülkelerde araştırmalarla geçirirler, dolayısıyla çalıştıkları konuların gerçekten uzmanı olurlar. Biz de ise, uluslararası konuları çalışan akademisyenlerimizin %99’undan fazlası masabaşı akademisyendir, sahaya inmezler, üniversite odalarında veya evlerde internetin başında indirdikleri(çoğunluğu İngilizce olmak üzere) makale ve kitapları okuyarak ve onları yorumlayarak, ülkeler hakkında bilimselfikirlerini ortaya koyarlar.Ülke bazında çalışan akademisyenlerimizin çok büyük çoğunluğu o ülkenin dilini bilmez, birçoğu araştırma yaptığı ülkeyi hayatında hiç görmemiştir bile. Ama televizyonlara ve basına bir göz attığınızda,bu akademisyenlerin söz konusu ülkeler hakkında ne ahkâmlar kestiklerini görürsünüz. Şimdi sizlere soruyorum; akademik çalışma yaptığı ülkenin dilini bilmeyen, o nedenle söz konusu ülkenin yerli kaynaklarından faydalanamayan ve o ülkeyi görmeyen bir akademisyenin, yabancı akademisyenlerin görüşlerinden hareketle yazdıkları eserlerin ne kadar kıymeti harbiyesiolur? Bu sebeple dış politika oluştururken üniversitelerimizle yeterince iş birliği yapamıyoruz, akademisyenlerimizden yeterince yararlanamıyoruz. İşin doğrusu ülkemiz yıllardır, gerçekten ülke ve bölge uzmanı olan, konusuna hâkim akademisyen sıkıntısı çekmektedir. Televizyonlarda, haber ve tartışma programlarına baktığınızda bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bazı akademisyenlerimiz maşallah her konuda görüş sahibidirler, üç tane yayın okuyunca kendilerini işin uzmanı görürler. İşte ülkemizin bu sığ düşünceden bir an önce sıyrılması gerekiyor. Şu an en önemli ihtiyacımız, gerçek manada ülke ve bölge uzmanı akademisyen yetiştirmektir.
YÖK’ün artık bu konulara el atma zamanı geldi de geçti bile; YÖK yüzlerce Uluslar Arası İlişkiler konusunda yüksek lisans ve doktora yapacak araştırma görevlisini, ABD’ye ve Avrupa ülkelerine göndereceğine bazılarını Irak’a, Suriye’ye, İran’a Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Kafkaslara, Afganistan’a, Türkistan’a (Orta Asya), Çin’e ve Rusya Federasyonu’na gönderseydi, o ülkelerde yüksek lisans ve doktora yapmalarını sağlasaydı, böylece o ülkeleri ve bölgeleri bilen, tanıyan, dillerini konuşabilen, yerli kaynaklardan faydalanabilen gerçekten işin uzmanı akademisyenler yetiştirilmesine vesile olsaydı, daha iyi olmaz mıydı? İnanın bu şekilde davranılsaydı akademisyenlerimiz,ülkemizin dış politikasıbelirlenirken, inanılmaz katkılarda bulunurlar ve dış politikamızın doğru istikamette gitmesine önayak olurlardı.
Dikkat ederseniz ABD’nin Türkiye’ye atadığı Büyükelçilerin ve elçilik mensuplarının birçoğu Türkçeyi iyi biliyor. ABD birçok ülkede bu hususa özenle dikkat ediyor. Önemli gördüğü ülkelere o ülkenin dilini bilen Büyükelçiler atıyor. Bence işin doğrusunu, süper devlet olmanın gereğini yapıyorlar. Biz neden bunu yapmıyoruz?Dışişleri görevlilerimizin sadece İngilizce ve bazı batı dillerini bilmelerini yeterli mi görüyoruz? Oysa bizlerin bu konuda ABD’yi örnek almamız İngilizce, Fransızca ve Almancanın yanı sıra en azından İspanyolca, Rusça, Arapça, Farsça, Çince, Hintçe ve Türk lehçelerini bilen dışişleri mensupları yetiştirmemiz gerekmiyor mu? Büyükelçilik ve konsolosluklar sadece vize işlerine bakan, protokollere katılan merciler değillerdir. Aynı zamanda bulundukları ülkelerin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal yapıları hakkında bilgi edinen ve bu bilgileri rapor haline dönüştürerek yetkili makamlara sunan mercilerdir. Dolayısıyla elçilik ve konsolosluklarımızda, bulundukları ülkenin dilini ve kültürünü bilen ne kadar çok eleman olursa o derece sağlıklı ilişkiler kurma, bilgi edinme ve raporlama olmaz mı?
Bu konularda gerçekten çok zaman kaybettik, artık zaman kaybetmeye tahammülümüz yok, etrafımız ateş çemberine dönüştü. Irak, Suriye ve Yunanistan ile sorunlarımız hala devam ediyor ancak bu ülkelerin dillerini bilen ve bu ülkelerde uzun süre araştırma yapmış kaç tane uzman akademisyenimiz var? Ermenistan ile yıllardır sözde soykırım meselesi mevcudiyetini koruyor, buna rağmen Ermenicebilen, Ermeni arşivlerinde araştırma yapacak akademisyen yetiştirdik mi? 1925 yılına kadar neredeyse bin yıl Türklerin yönetiminde kalan ve şu an nüfusunun en az %35’i Türk olan İran konusunda Farsça bilen, İran’da yüksek lisans ve doktorasını yapmış kaç akademisyenimiz mevcut?Artık ülkemizin bu hususlarda bir stratejisi, hedefi olmalı ve gerekli adımlar derhal atılmalıdır.