Mehmet Atilla Maraş

Tarih: 30.09.2020 07:29

Bir destan şairi: Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

Facebook Twitter Linked-in

1929, Elazığ-Ağın'da doğdu. Akçadağ Köy Enstitüsü'nden mezun oldu. Köylerde ve kasabalarda uzun yıllar ilkokul öğretmenliği yaptı. (19 yıl) Milli Eğitim Bakanlığı, Yayınlar Genel Müdürlüğü'nde önce şube müdür muavini, sonra şube müdürlüğü görevinde bulundu. 1978 de emekli olunca İstanbul'a yerleşti. Hemşerisi Ahmet Kabaklının kurmuş olduğu Türk Edebiyatı Vakfı'nda yöneticilik yaptı. 21 Ağustos, 1992'de İstanbul'da vefat etti. Vefatına kadar Türkiye Gazetesi Kültür-Sanat sayfasını hazırladı.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Çağdaş Türk Şiiri'nde 'Destan şairi' olarak bilinir. Şiir kitaplarının çoğu destanlarımızla ilgilidir. Malazgirt Zaferi'nin 900. yıl dönümü vesilesiyle Malazgirt Destanı'nı  ve Malazgirt Marşı'nı yazmıştır. Destanlarda Uyanmak (1979), Alp Erenler destanı (1991). Şairin vefatından bir yıl önce yazdığı son kitabıdır.

Destan nedir?

Efsanelerden sonra ortaya çıkmış bir şiir türüdür. Sözlü edebiyat dönemine ait bir türdür. Sonra yazılı hale gelmiştir. İlhamını tarihten alan bir halk edebiyatı türüdür.

Destanlar; milletlerin inanışları, dinleri, yaşanılan coğrafyaya ait duygu ve düşüncelerini içerir. İnsanların iyilik ve fazilet duyguları, kötülük ve ihtirasları, kıskançlıkları, aşkları bu destanlarda anlatılır. Böylece destanlarda; insanlığın dramı, komedyası ve trajedisi yankılanır.

Sözlü dönemin Türk Destanları şunlardır; Ergenekon destanı, Bozkurt destanı,Türeyiş ve Yaratılış destanı, Oğuz Kaan destanı, Göktürkler destanı, Alp Er Tunga destanı. (Milattan önce yedinci asır)

Bu destanlar, manzum şiirler veya hikâyeler şeklinde olup, o dönemlerde sözlü olarak veya bir saz yardımıyla ozanlar tarafından söylenirdi. Sözle söylenen şiirlerde söze ses katmak, sözün değerini sesle yükseltmektir. Ozanlar bunu ellerindeki çöğürlerle yapmakta idiler.

Alp Er Tunga destanında anlatılan olay şudur: Alp Er Tunga,Türk-İran savaşları sırasında ün kazanmış ve fakat savaşın sonunda İran hükümdarı Keyhüsrev tarafından öldürülmüştür. Bu destan, Alp Er Tunga için bir ağıttır. Bu ağıtlara o dönemlerde 'Sagu' denilirdi. Bu destan da bir sagu'dur.

Alp er tunga öldü mi

Issız acun kaldı mi

Ödlek öçin aldı mi

İmdi yürek yıtalur

Alp Er Tunga, bir Saka (İskit) beyi idi. Mezar taşındaki kitabesinde şöyle yazmaktadır:

'Men Alp Er Tunga, otuz sekiz tengir yaşım. Men bir Türk beyiyim'. Bu destan Türkler arasında asırlarca yaşadı. Alp Er Tunga'nın adı, İran destanlarında 'Afrasyap' olarak geçer.

Şair Niyazi Yıldırım ile Tanışmam:

İstanbul'da yayınlanan Fikir ve Sanatta Hareket dergisine, Milli Eğitim Bakanlığı'nın abone olması için 1971 yılının Ağustos ayında Ankara'ya geldiğimde Niyazi Bey bakanlığın yayınlar şube müdürüydü. yardımcısı da Elazığlı hemşerisi  şair Göktürk Mehmet Uytun idi.

Niyazi Bey'in 'Yıldırım' ve Mehmet Bey'in 'Göktürk' adları kendi tercihleri ile  esas adlarına ekledikleri birer mahlastır. O tarihlerde Milliyetçi-Mukaddesatçı kesimdeki yazar ve şairler, kendi adlarına kendilerinin seçtikleri birer mahlas takarlardı. (Oyhan) Hasan Bıldırki, gibi.

Ben her iki şairle, 1971 Ağustos ayında, Bakanlıktaki makam odalarında tanıştım. benim de yazı kadrosunda olduğum Hareket dergisini, rica etmeme rağmen yetkileri olduğu halde bakanlığa abone yapmadılar. O tarihlerde, bu derginin kurucusu olan Nurettin Topçu Hoca, Milliyetçi-Türkçü-Turancı  çevrelerde pek sevilmiyordu. Nurettin Topçu hoca malum, Anadolu milliyetçisi idi.

Anadolu'ya gelişimizin tarihini, Ağustos 1071 de yapılan Malazgirt Savaşıyla başlatan Nurettin Topçu'nun bu tarih anlayışına; tarihçi Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç, Arkeoloğ Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık gibi hocalar iştirak ediyordu. Ancak tarihçi Hüseyin Nihal Atsız gibi Turancılar böyle bir tarih anlayışını kabul etmiyorlardı.

Türklerin tarihini beş bin yıllık olarak Orta Asya bozkırlarına kadar götürüyorlardı. Nitekim 3 Mayıs 1944 başlayan Türkçülük günü, Irkçılık-Turancılık davasının başladığı gün olarak her yıl Türkçüler tarafından kutlanmaktadır. Bu akımdan ötürü, O tarihlerde, 1940'lar ve 1950'lerde doğan bir çok erkek çocuğun adı, Orta Asya Türkçülüğü (Turancılık) nedeniyle Atilla, Cengiz, Çetin, Mete, Timur, Oğuz vs. dir.

Topçu, Anadolu'daki tarihimizden önceki Türk Tarihi'ni inkar etmemekle beraber Göçebe hayattan, at sırtından inişimizin, yerleşik hayata geçimizin ve  Anadolu'nun, bu coğrafya'nın bize vatan oluşunun tarihini Malazgirt savaşı ile başlatıyordu. Bize göre de Anadolu'nun Türkleşmesinin ve Müslümanlaşmasının başlangıç tarihi Malazgirt savaşıdır. Bu Tarih, Ağustos 1071 olarak tescil edilmiş ve kabul görmüştür.

Bir başka vakıa şudur: Anadolu'ya Müslüman Arap orduları, Hz Ömer zamanında, onun ordu komutanı İyad bin Ganem, Miladi 639'da Bilad-ı  Şam tarikiyle gelip Halep Urfa, Diyarbekir ve Erzurum'u aldığında, Diyar-ı Rum'un Hıristiyan halkı İslam'la tanışmış olur.

Anadolu'nun yerli halklarından biri olan Kürtler, Sultan Alparslan Anadolu'ya geldiğinde, Kürt Beylikleri halinde, Miladi 639'dan 1071'e kadar geçen 432 yıllık süreden beri de Müslüman olarak yaşamaktaydılar.

 Kürtler, Bizans'tan ve yerli Rumlardan gördükleri zulüm üzerine Selçuklu Sultanı Alparslan Bey'i Şam'daki karargâhından Doğu Anadolu'ya davet etmişlerdir. Müslüman Türkmenler ve Müslüman Kürt(men)ler'in komutanı Sultan Alparslan,  50 bin kişilik bir orduyla sayıca kat kat üstün olan Bizans ordusunu yenmiş ve Bizans orduları komutanı Romenos Diyojenesi esir almıştır. Rivayet olunur ki bu elli bin kişilik İslam ordusunun kırk bini Türkmen, on bini de Kürt aşiretlerinin atlı, savaşçı, yiğit çocuklarıydı.  Bu tarih tezine karşı Atsız ve gurubu, Turan fikrini savunuyorlardı.

 Şimdi, destan şairimiz Niyazi Yıldırım, Malazgirt Destanını yazarken Turancı fikirlerin tesiri altında kalarak bu destanı yazmıştır. Ziya Gökalp'ın:

Düşmanın ülkesi  viran olacak

Türkiye büyüyüp turan olacak

 fikri, 1940'lar'dan 1970'lere kadar gelen Türkçülük-Milliyetçilik anlayışına hakim bir fikirdi. Ancak bu günlere geldiğimizde Azerbaycan hariç Emperyal Rusya'dan ayrılarak sözde bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri'nin Türkiye ile olan ilişkileri, hiçte güçlü bir Türklük bağı ile değildir. Devletlerin dış ilişkileri, menfaatler üzerine kurulur. Bu doğal bir gerçekliktir. Burada milliyet birliğinden dolayı duygusallığa asla yer olmadığını zaman içinde her birimiz yaşayarak gördük.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı'nın dışında yazdığı Malazgirt Marşı, Mehter müziği olarak bestelenmiş, çeşitli vesilelerle Arif Nihat Asya'nın 'Fetih Marşı' gibi zaman zaman Mehteran tarafından marş olarak söylenip okunmaktadır.

Malazgirt Marşı'nda:

Aylardan Ağustos günlerden Cuma

Gün doğmadan evvel iklimi Ruma

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma

Yeni bir şevk ile gürledi gökler

Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber

Mesela şair, 'Bozkutlar' yerine 'Hilâlin' ordusu geçti hücuma deseydi daha gerçekçi olurdu. Ancak her iki kelime de birer sembolden ibarettir. Biri Türklüğü, ikincisi İslam'ı sembolize etmektedir. 'Hilâlin ordusu geçti hücuma' denilseydi, Komutan Alparslan'ın emrinde savaşan Müslüman Kürtler de onore edilmiş olurdu.

Marşın ara nağmeleri olan:

Yeni bir şevk ile gürledi gökler

Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber

sedaları ile yeri göğü titreten Müslüman savaşçıların sesi daha bir gür çıkardı.

Yıllar sonra 'Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber' nidaları, yerli ve milli düşünce sahiplerinin politik sloganı haline geldi. bu da ayrıca konuşulmalı  ve tartışılmalıdır.

Çağdaş Türk Edebiyatının kurucu babalarından, hocalarından sayın Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri'ni inceleyip tahlil ederken yer verdiği şairler arasında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı adlı şiirinden alınmış bir bölüm de var. Söze şöyle başlıyor:

'Malazgirt Zaferi, yeni bir devrin başlangıcıdır. Şair, onun taşıdığı manayı şöyle belirtir:

Sönecek salibin bahtı

Yıkılacak Bizans tahtı

Yüce peygamberin ahtı

karanlıkta berk olacak!

Bu görüş, Malazgirt savaşı ile ondan sonra gelişen Türk tarihinin manasına uygundur.  Gerçekten de Anadolu Türk Tarihi, hilâl ile salibin karşılaşmasına dayanır. Hilâl, yüzyıllar boyu salibe galebe çalar. Bu zafer ve hakimiyetin İslamiyet'e candan inanmış Türklüğe dayandığı da bir gerçektir. yalnız şairin buna:

Türk en üstün ırk olacak

Manasını vermesi, tarihi gerçeklere uymaz.' (Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Şiir tahlilleri II, Dergâh Yayınları 4. baskı Ekim 1988, Sf. 606,607 )  Kaplan hoca bu şiiri tahlil ettikten sonra Gençosmanoğlu hakkında şunları söylüyor:

Şairin Anadolu Türk tarihini belirtirken, onu sadece savaşçı yönü üzerinde durması da doğru değildir. Savaş ve yiğitlik elbette Türk tarihinin başlıca özelliğidir. Fakat Türkler tarihlerinde, şiirde söylendiği gibi sadece kan dökmemişlerdir. Feth ettikleri yere, orada bulunanlardan daha üstün bir sosyal nizam, adalet ve medeniyet götürmüşlerdir. Türk tarihini ırkçı ve savaşçı bir açıdan tefsir etmek yanlış olduğu gibi, kültür ve medeniyete önem verilen çağdaş dünyada, ideolojik bakımından da milliyetçiliği yücelten bir görüş sayılamaz. Şair eğer, Ziya Gökalp ve Yahya Kemal gibi büyük milliyetçilerin eserlerini okusaydı, böyle basit bir milliyetçilik fikrine kendini kaptırmazdı.'


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —