Mehmet Çavul


Salgında Yitirdiklerimiz

Salgında Yitirdiklerimiz


Geçen aralıktan beri olağanüstü zamanlar yaşıyoruz.

Mart ayında okullar tatil edildiğinde anlayamamıştık işin vahametini.

Sonra medya girdi devreye. Ana haber bültenleri ve özellikle Sağlık Bakanı’nın açıklamaları can kulağıyla dinlenir oldu. Korkmaya başladık önce.  Ve hafta sonları eve kapandık. Korkular büyüdü büyüdü ve bir çığ gibi toplumun üstüne yıkılıverdi.

Gıyaben tanıdığımız insanların ölüm haberleri geldi ilkin. Sonra Cuma namazları yasaklandı. Tam on hafta Cuma namazı kılınamadı. Belki de pek çok insan ilk kez bir bayram namazını terk etti.

Camileri özledik. Kahvede iki dostla oturup iki bardak çay içmeyi özledik. Gelip gidemediğimiz komşuları özledik. Şehrin sokaklarındaki hedefsiz yürümelerimizi özledik. Okula gelemeyen öğrencileri özledik.

Yaklaşıyordu yaklaşmakta olan. Artık bizim ilin, ilçenin ve hatta mahallenin adı zikrediliyordu Covit 19 ile birlikte. Komşu apartmana kadar gelmişti illet!

İşte bu hengame de kaybettik bir çok değerimizi. Nice üniversite hocasını, sağlık çalışanını ve uzaktan tanıdıklarımızı! Onlar yüz oldu, yüzler bin oldu. Ağızların tadı bozuldu.

Bundan bir buçuk ay kadar önce haber almıştım Adem Efe Hocamızın yoğun bakıma kaldırıldığını. Ama o hayat dolu, capcanlı, enerjik insanı bu Çin virüsü yüzünden kaybedeceğimizi düşünememiştim. Meğer yüksek düzeyde şekeri varmış! Çok çileli bir yoğun bakım sonrası 21.10.2020 günü Hakk’a yürüdü Adem Hoca.

Adem Hocanın bende özel bir yeri ve değeri vardır. İzmir İlahiyat Fakültesi’ni benden birkaç yıl önce bitirmişti. Ama o zaman tanışamamıştık. Ben Hocayı 2010’larda yani Akhisar’da ikamet ettiğim yıllarda tanıdım. Hafızası çok güçlüydü. İlk tanıştığımız gün(!) bana ismimle hitap etmiş ve beni şaşırtmıştı. Meğer daha önce kalabalık bir arkadaş ortamında tanışmışız! O günden sonra okuma mevzuu üzerinden sıcak bir dostluk oluştu aramızda. Hayatı, akademisyen olması hasebiyle kitaplar içinde, sosyolog olması sebebiyle de insanlar içinde geçerdi. İletişim kurmada hiç zorlanmazdı. Sevecen bir çehresi vardı. Güler yüzlüydü.

Kitaplar ve okuma ile başlayan bir dostluktu bizimkisi. Her karşılaştığımızda mutlaka neler okuduğumu sorardı. Okunan kitaplar üzerine uzun uzun sohbet etmek isterdik. Ama zamanı kısıtlı olurdu. Yine de pek çok şey sığdırırdık o kısa zaman dilimine.

Yedi yıl önceydi.  Israrla yazmamı istemişti. “Dağınık okuma” demişti. “Okuduklarının bir anlamı olsun istiyorsan yazman gerekir” diye eklemişti. “Yaz ve dergilere gönder” diye tembihlerdi hep.

O zamandan beri yazıyorum. İlk yazılarımı Yeni Akit gazetesine göndermiştim ve yayınlanmıştı. Yayınlanan her yazı sonrası sosyal medyadan veya arayarak teşvik edici sözler sarf ederdi. Hatta bir iki defa bana kendi yazılarını göndermiş ve onları kritik etmemi istemişti. Gezi yazılarıydı. Sonra anladım bu kritiklerin bana olan katkısını. Yeni Akit’teki yazılar yirmiyi geçtiğinde yine aramış artık kitap olabilecek miktara ulaştığını söylemişti.

Enpolitik’te yazmaya başladıktan sonra Hocanın yoğunluğundan dolayı çok görüşemedik. Bir buçuk yıl olmuştu. Akhisar Ensar Vakfı’nın bir programında karşılaşmıştık. O son görüşmemiz oldu.

Adem Efe Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Din Sosyolojisi profesörüydü. Ondan geriye bir sürü tatlı hatıra ve şimdilerde tekrar çalışma masama gelen, Isparta’dan imzalayıp gönderdiği Dini Gruplar Sosyolojisi kitabı kaldı. Hatırlıyorum; Bir gün telefonda, Isparta’daki dini cemaat ve grupları incelediği kitabına dair konuşmuştuk. Orada bu grupları tarikatler, cemaatler ve Fethullah Gülen Hareketi diye üçe ayırma sebebini genişçe anlatmıştı. Yani Fetö’ye dair endişeleri çok önceye dayanıyordu.

Hasan Onat’ın ardından bir güzel insanı, değeri daha salgında yitirdiklerimiz hanesine yazmak ne kadar acı! Hepsine rahmet olsun. Yakınlarına sabır diliyorum.

Bu salgın illetinden bir an önce kurtulma duasıyla.