Aykut Karahan


Game of Thrones ve Namık Kemal

Game of Thrones ve Namık Kemal


Game of Thrones serisi ile Gazali'nin yüzyıllar öncesinden insan - güç ve iktidar denkleminde benzer noktalara işaret ettiğini bir önceki yazımız da söylemiştik. Bu yazımızda ise yine Game of Thrones serisi üzerinden ama bu sefer farklı bağlantı noktaları kurmak istiyorum. Osmanlı Devletinin son zamanlarında devletin içinde bulunduğu zor durumdan çıkabilmesi için bir çok düşünce ortaya atılmış ve bir çok isim de ön plana çıkmıştır. Bunlardan birisi olan Namık Kemal'de kendince bazı düşünceler ortaya atmış ve bunlardan en önemlisini de 'Hürriyet' fikri üzerinden geliştirmiştir. En önemli sözü ise bu konuda söylenmiş 'Ey didarı hürriyet esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten' diyerek söylemiştir. Ve bu söz oldukça manidardır. Zira, özgürlük, hürriyet o kadar söylenir olmuş ki bir süre sonra bunların kölesi, esiri olduk demeye getiriyor Üstad. Yani her düşünce başka düşünceye göre bir özgürlük veya başka bir şey vaad ediyor ancak karşılığında kendisine esir ve köleliği getiriyor, istiyor, talep ediyor.

 İşte Game of Thrones serisinde de aslında bu konu çok ince bir şekilde işleniyor. Zira Targeryan hanedanın son temsilcisi olan Kadın, gittiği yerlerde esir halkı özgürleştiriyor ve halkın içinde adeta bir Tanrıça gibi algılanıyor. Fakat bu özgürlük lütfü bir noktadan sonra öyle bir noktaya varıyor ki artık halklara özgürlük vermenin ötesine geçiyor bizatihi kendisi için bir amaç haline geliyor. Yani burada özgürlük bir araç olmaktan çıkıyor ve haklardan olan bağını koparıyor ve sadece kendi kendini amaç edinen bir hale bürünüyor. İşte tam da Namık Kemal'in söylediği sözde olduğu gibi kendisine esir ve köle yapıyor. Oysa özgürlük bir halk, toplum varsa anlamlıdır. Ve bu duygu ve düşünce başka bir özgürlüğü ya da toplumu yok edecek şekilde olmamalıdır. Filmin son sahnelerini hatırlayanlar hemen anımsayacaktır, teslim olan şehir halkı ejderhaların ateşi ile yakılmıştır. Peki ne uğruna? Üstelik bu senden aman dilemiş bir halk üzerinde yapılıyor. Yani o noktadan sonra artık özgürlük bağlamından çıkmış ve bir kişinin kişisel ihtirasının aracı haline gelmiştir.


Sonuç olarak bu özgürlük lütfetme olayı Gazali'nin ifadesi ile kişide 'hep övülme duygusuna yol açar ve kalbe yerleşir' ve bir süre sonra da seni de yutacak olan bir anafora dönüşür. Ve bu sürekli övülme isteği ve arzusu da yine Gazali üstadın ifadesi ile 'insanların kalbine bir şekilde girebilme duygusuna yol açar ve bu ise insanların kalbine hakim olma düşüncesine yani kalplere hükmetmeye kadar varır.' Kalplere hükmetmek ise insanlardan 'Gönüllü kölelik' talep etmekten başka bir şey değildir. Yani ben sizlere birşeyler lütfediyorum karşılığında kalplerinizi bana bağlayın demektir. Fransız düşünür J. J. Rousseau bu duruma şöyle güzel bir söz ile açıklama getirmiştir, 'İnsan özgür olarak doğar ancak bir süre sonra kendini zincirlere vurmuş olarak bulur.' Peki şimdi düşünmeli bizi bugün zincirlere vurmak isteyenler neler ve kimler? Bizlere büyük iyilikler lütfedip kalplerimizi esir almak isteyenler var mı? Etrafımızda, iş dünyasında, sanatta, sporda ya da siyasette sürekli övülmek isteyenler var mı?