İstiklal ve istikbalimizin büyük şairi Mehmet Akif Ersoy, 84 yıl önce, 27 aralık 1936 da İstanbul, Beyoğlu, İstiklal caddesi, Mısır Apartmanı'nda Hakka yürüdü. Fani olan bu âlemden ebedi olan ahrete göçtü. Onun bu dünyadaki yürüyüşü de 'Hakka doğru' idi.
Bütün eylemi ve mücadelesi 'Hak' içindi, hakikat içindi.
O bir Kuran şairidir. Kuran ise, ilahi vahy olan hak kelamıdır.
Yayınladığı ve başyazarlığını yaptığı dergilerin adları, Kuran'da adları geçen 'Sırat-ı müstakim' ve 'Sebilürreşad' idi. yani 'Doğru Yol', dosdoğru yol...
Dava, fikir ve eylem adamı şairlere baktığımızda, onlarda bir 'Nesil' meselesinin var olduğunu görüyoruz. Mehmet Akif'te 'Asımın Nesli', Necip Fazıl'da 'Büyük Doğu Nesli' ve Sezai Karakoç'ta 'Diriliş Nesli'. İdealize edilerek düşünülen bu nesiller, biri birinin takipçileri ve adeta bir inanç zincirinin halkaları gibidirler.
Akif'in, Hakikati savunacağını hayal ettiği neslin adı: 'Asımın Nesli'dir.
Asım'ın şahsında, hakkı ve hakikati savunacak ve bütün bir ömrü bu ideal uğruna harcayacak, bir nesil düşlemesi, onun, yüklendiği davanın çilesini, tek başına çekerken duyduğu acıyı, Asım üzerinden somutlaştırmasından kaynaklanıyordu:
Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek
İşgal altında olan Anadolu ve Rumeli Coğrafyası, kanla sulanmış bu topraklar, bir milletin vatanı ve namusudur. Verilen milli mücadele ve ulusal direniş hareketi ile bu namus, asla çiğnetilmedi.
Akif; bir yandan İslam ve Kuran düşüncesiyle evrensel, diğer yandan Anadolu İstiklal mücadelesini savunmasıyla da milli bir şairdir.
O, hem bağımsızlığımızın, hem de geleceğimizin, 'Korkma' sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' diyen yüksek ve yüce sesidir.
Mehmet Akif, İslami anlamda gelenekçi değil, bir modernist'tir. Kuran' bağlı kalarak, değişen dünya şartlarında İslam inancını, çağa söyletmek ve söylemek istemiştir. Akif; yaşadığı hayatın umdelerini ve ilkelerini, kelam sanatının en etkili dili olan 'şiir dili' ile formüle etmişti. İlhamını Kuran'dan alarak, yaşadığı asrın idrakine, İslam'ı söyletmek istiyordu:
Doğrudan Kuran'dan alarak ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı
Meşrutiyetten sonra dağılmaya ve parçalanmaya yüz tutan geniş ve kozmopolit Osmanlı Coğrafyası'ndan, onlarca devlet ve millet ortaya çıktı. Bu hengamede, bizde kalan Anadolu ve Trakya'yı muhafaza etmek için üç ayrı düşünce akımı ve 'Üç tarzı siyaset' ortaya çıktı: Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık. Mehmet Akif, başını Sait Halim Paşa'nın çektiği 'İslamcılık' fikir akımının içerisinde yer aldı. Kuran'a bağlı, ilerlemeci, müspet ilimlerden ve fen'den yana oldu.
Mehmet Akif'i, çağdaşı Pakistanlı şair Muhammed İkbal'e yakın buluruz. İkbal de Akif gibi kardeş Pakistan'ın bağımsızlığında önemli rol oynamıştır. İslamcı şair Muhammed İkbal'in Pakistan'da üstlendiği misyon ne ise Mehmet Akif'in de Anadolu'da, milli mücadelede üstlendiği rol ve misyon aynıdır.
Mehmet Akif, ömrünün bir kısmını Mısır'da Kahire'de geçirmiştir. Orada müderrislik yapan Yozgatlı İhsan Efendi'nin himayesinde kalmıştır. Meşhur Çanakkale şehitleri için yazdığı şiiri orada kaleme almıştır. Bu destansı şiiri, harbi görmeden ama sanki harbin içinde, orada yaşıyormuş gibi yazmıştır. Harbin kazanıldığı müjdesi Kuşçubaşı Eşref tarafından kendisine ulaşınca, sevinçten ağlayarak uzun bir süre toprağa kapanmıştır.
Ömrünün sonlarına doğru, bir sürgünü yaşadığı Mısır'dan Hatay'a gelmiş, bir müddet Antakya'da, şehrin ileri gelen ailelerinden biri olan Bereket-zadelerden Cemil Bey'in evinde misafir kalmış, sonra İskenderun limanından bir vapurla İstanbul'a dönmüştür.
Bu sıralar çok hastadır, meyustur, ümidi kırılmıştır ama yok olmamıştır. Gönlü mahzun, kalbi kırıktır. O günlerde çektirdiği bir resminin arkasına, yaşadığı ruh halini yansıtan şu mısraları yazmıştır:
Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,
Günler, şu heyulayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak...ebediyet budur amma,
sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir.
Mehmet Akif; sessiz ve gösterişsiz yaşamış, yeryüzünde adeta bir gölge gibi dolaşmıştır. Toprak üstünde bir gölge gibi yaşayan insanın, bir gün gölgesi toprağa düşünce, süratle geçen zaman, dünyanın tenhasında gezen bu insanı defterden silecektir.
Ancak iyi insanlar, öldükten sonra rahmetle anılmalıdır. Esasen 'ebedi olmak' budur. Amma hayatı boyunca sessiz ve nümayişsiz yaşayan bu insanı, kim nerden hatırlayacak ve nerden bilecektir. Şair burada, müthiş bir sitem ve serzenişte bulunmaktadır. Ancak vefatının ardından, her büyük şahsiyetler gibi değeri bilinmiş; okullara, meydanlara adı verilerek manevi şahsiyeti yaşatılmaya çalışılmıştır.
'Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın' dediği marş, adeta milletimizin 'Milli Mutabakat Belgesi' hükmündedir.
Bütün şiirlerinin toplandığı ve yedi bölümden oluşan Safahat kitabı, ondan fazla yayınevi ve onlarca belediye kültür müdürlükleri tarafından basılan, Cumhuriyet döneminin en çok okunan kitabıdır. Safahat'ın bu güne kadar basılan nüshaları bir milyonun üzerindedir. Bu rakamlar bile, Akif'in ne kadar sevildiğinin bir göstergesi olmalıdır.
Hisli bir yüreğe sahip olan şair, daha Safahat'ın girişinde, okuyucularına şöyle seslenmektedir:
'Ş'ir için 'gözyaşı' derler onu bilmem yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün asarım
Ağlarım, ağlatamam, hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım
Mehmet Akif; fikirlerini, yazılı olarak söylediği gibi sözlü olarak da, Cami kürsülerinde dile getirmiştir. Bu yüzden ona 'Camideki Şair' denmiştir. Düşünce ve eylemleriyle Halkı milli mücadeleye hazırlarken, İstanbul'da Fatih camii kürsüsünde, Balıkesir Zagnos Paşa camii kürsüsünde, Kastamonu'da Nasrullah Paşa camii kürsüsünde halka, cemaate hitap etmiştir. Bu yönüyle de o bir misyon ve aksiyon adamıdır. O, her yönüyle hakkın ve hakikatin temsilcisi ve savunucusu olmuştur.
Akif, toplumcu-gerçekçi, cemiyetçi bir şairdir. Hayalci değil, hakikatçidir. Şiirlerindeki temalar, yaşanan gerçek hayattan almıştır. Şiirlerini mutasavver olaylar üzerinden değil, gördüğü ve izlediği olaylar üzerinden kurgulamıştır. Bu konu ile ilgili düşüncelerini, bir şiirinde şöyle dile getiriyor:
Hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek
1873 de İstanbul-Fatih'te dünyaya geldi. Müderris olan babasının rahle-i tedrisinden geçti. Farsçayı Arapçayı ondan öğrendi. Babası, Arnavut Mehmet Tahir Efendi idi. Türkçeyi annesinden, Arnavutçayı babasından, Fransızcayı, gittiği Fransız mekteplerinden öğrendi. Beş dil biliyordu. Kuran'ı tercüme edecek kadar Arapçaya hakimdi. Okur ve yazardı. Bu yönüyle tam bir entelektüel idi.
Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad gibi edebi, fikri dergiler çıkardı ve bu dergilerin sermuharriri oldu. Çıkardığı aylık dergilerin satışı, bütün İslam coğrafyasında kırk bin adeti geçiyordu.
Milli mücadele yıllarında Ankara'ya gelerek ve sonra Anadolu'ya geçerek halkı, konuşmalarıyla istiklal mücadelesine hazırladı. Ankara'da, Taceddin Dergahı'nda bir süre kaldı. İstiklal Marşı'nı burada yazdı 12 Mart 1921 de bu marş, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, üç defa üst üste on kıtanın tamamı, alkışlar eşliğinde okundu.
Bu marş için takdir edilen para ödülünü almayıp Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağışladı. O sıralarda üstüne giyeceği bir paltosu bile yoktu.
Hakkı söyledi. Hakkı konuştu ve yazdı. 'Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömrü,' inandığı dava uğruna heder etti.
Ömrünün son yıllarına doğru, İskenderun'dan kalkan bir vapurla İstanbul'a geldi. Hastaydı. Evi yoktu. Zaten bir evi hiç olmamıştı. Beyoğlu-İstiklal Caddesinde, dostu Sait Halim Paşa'ya ait Mısır Apartmanında misafir edildi. Ve orada gözlerini bu fani dünyaya kapadı. Hakka yürüdüğünde tarih, 27 Aralık, 1936'yı gösteriyordu.
Bir süre toprak üstünde gezinen gölgesi, artık toprak altındadır. Mezarı, İstanbul, Edirnekapı şehitliğindedir.
Ey hakkın ve hakikatin şairi Mehmet Akif! Ruhun şad olsun, makamın âli olsun.
Âlemlerin rabbine hamd olsun.